Halihazırda tali kurucu iktidar olan TBMM, diğer Anayasal devlet organlarından üstün değildir. Yasama yetkisi, kanun yapma yetkisidir. Yasalar Anayasa'ya aykırı olamaz. TBMM'nin Anayasa'da da değişiklik yapma yetkisi bulunsa da bu yetki de Anayasanın Başlangıç bölümünde yer alan anlayışla ve Anayasal bütünlüğe uygun olarak hareket etme ve ancak bu çerçeve içerisinde Anayasada değişiklik yapabilme ile sınırlıdır ve bu çerçevede meşruiyet kazanır.
Anayasanın 6. maddesinde yer alan "Hiçbir kimse veya organ, kaynağını Anayasa'dan almayan bir Devlet yetkisini kullanamaz."[3] ifadesiyle yasama organı olan TBMM'nin, kendinin yasal dayanağı olan Anayasa'nın bütününü veya temel ilkelerini reddederek yeni bir Anayasa yapma yetkisi yoktur.[4][5][6]
Anayasaya bağlılık yemini eden milletvekili veya partilerin bu girişimlerde bulunması, yetki aşımı ve yetki gaspı girişimi yönünden suç olan bu durum, milletvekilliklerinin meşrutiyetini sorgulanır hale getirir ve cebir kullanarak Anayasayı değiştirmeye teşebbüsten yargılanma durumu ortaya çıkabilir.[7] Yasa ve Anayasa değişikliklerinin halka ait egemenlik haklarını da koruyan bir toplumsal sözleşme olan Anayasa'ya aykırı olup olmadığı Anayasa Mahkemesi tarafından denetlenir.
Millete ait egemenlik yetkilerinin kuvvetler ayrılığı prensibi ile verilmesinin, kuvvetler ayrımının, devlet organları arasında üstünlük sıralaması anlamına gelmeyip, belli Devlet yetki ve görevlerinin kullanılmasından ibaret ve bununla sınırlı medeni bir iş bölümü ve iş birliği olduğu ve üstünlüğün ancak Anayasa ve kanunlarda bulunduğu anlamına geldiği Anayasa'nın başlangıç bölümünde belirtilmiştir.[8]
Anayasa'nın 108. maddesine göre, yasama yetkisi Türk milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisi Milletvekili genel seçimleri, beş yılda bir, serbest, eşit, tek dereceli, genel oy esaslarına göre, yargı organlarının genel yönetim ve denetimi altında yapılır. Seçilen milletvekili adayları, Anayasaya bağlı kalacağına dair Türk milleti önünde namusu ve şerefi üzerine yemin ederek 5 yıllığına TBMM üyeliği (milletvekilliği) hakkı kazanırlar. TBMM üyeleri (milletvekilleri), yasama dokunulmazlığına sahiptir.
TBMM'de en az 20 milletvekili ile temsil edilen siyasi partiler grup kurma hakkına sahiptir. Her parti grubunun kendi disiplin kurulu bulunur. Parti başkanı, eğer milletvekili ise doğrudan grup başkanıdır, parti başkanı milletvekili değil ise bir grup üyesi grup içi seçimle grup başkanı seçilir.[9]
Genel seçimlerde milletvekili çıkartan ancak grup kurmak için yeter sayıya sahip olmayan siyasi partiler TBMM Başkanlık Divanı, TBMM Danışma Kurulu ve komisyonlarda temsil edilemezler.[kaynak belirtilmeli]
Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri, seçildikleri bölgeyi veya kendilerini seçenleri değil, bütün Milleti temsil ederler. Anayasanın 81. maddesine göre TBMM üyeleri, göreve başlarken aşağıdaki şekilde ant içerler:
Devletin varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruyacağıma; hukukun üstünlüğüne, demokratik ve lâik Cumhuriyete ve Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı kalacağıma; toplumun huzur ve refahı, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde herkesin insan haklarından ve temel hürriyetlerden yararlanması ülküsünden ve Anayasaya sadakattan ayrılmayacağıma; büyük Türk Milleti önünde namusum ve şerefim üzerine ant içerim.
Her yeni yasama döneminde Başkanlık seçimi yapılıncaya değin en yaşlı üye Başkan, en yaşlı ikinci üye Başkanvekilliği yapar. Bir yasama döneminde 2 defa başkanlık seçimi yapılır. İlkinde 2 yıl, ikincisinde seçim döneminin bitimine kadar görev yapar.[kaynak belirtilmeli]
Başkanlık Divanı
Bir Başkan, dört Başkanvekili, yedi kâtip üye ve üç idare amirinden kurulur. Siyasi partiler sahip oldukları milletvekili sayısı oranında Başkanlık Divanı'nda temsil edilir.
Anayasa'ya göre 94. maddesine göre "Türkiye Büyük Millet Meclisinin Başkanlık Divanı meclis üyeleri arasından seçilen Meclis Başkanı, Başkanvekilleri, katip üyeler ve İdare Amirleri'nden oluşur. Başkanlık Divanı, meclisteki siyasi parti gruplarının üye sayısı oranında divana katılmalarını sağlayacak şekilde kurulur. Siyasi parti grupları başkanlık için aday gösteremezler. Türkiye Büyük Millet Meclisinin başkanlık divanı için, bir yasama döneminde iki seçim yapılır. İlk seçilenlerin görev süresi iki, ikinci devre seçilenlerin görev süresi üç yıldır. Türkiye Büyük Millet Meclisinin Başkanı, Başkanvekilleri, üyesi bulundukları siyasi partinin veya parti grubunun Meclis içinde ve dışındaki faaliyetlerine; görevlerinin gereği olan haller dışında, Meclis tartışmalarına katılamazlar; Başkan ve oturumu yöneten Başkanvekili oy kullanamazlar."[10]
Bu hükümler Meclis Başkanı'nın ve Başkanlık Divanı'nın tarafsızlığını sağlama amacı gütmektedir.
Milletvekilleri bir dönem için seçilirler. Dönem sonunda milletvekili olarak devam etmeleri için tekrar seçilmeleri gerekir. Milletvekilleri belirli bir ilden aday olup seçilirler ancak sadece o ili değil bütün Türk milletini temsil ederler. Devlet memurları, kamuda çalışan görevliler milletvekili adayı olabilmek için bu görevlerinden istifa etmeleri gerekmektedir.[kaynak belirtilmeli]
18 yaşını aşan her Türk vatandaşı milletvekili seçilebilir, ancak aşağıdaki özelliklere sahip olanlar milletvekili seçilemez:
İlkokul mezunu olmayanlar.
Hırsızlık, dolandırıcılık gibi yüz kızartıcı suçlardan mahkûm olanlar.
Taksirli suçlar hariç olmak üzere en az 1 yıl ağır hapis cezası nedeniyle hüküm giyenler.
Terör eylemi nedeniyle hüküm giyenler.
Milletvekili görevi süresince meclis içinde veya dışında belirttiği oy, söz ve düşünceleri ile ilgili yasama sorumsuzluğuna sahiptir. Bu hak görev süresi sona erse bile devam eder. Milletvekili görevi süresince sorgulanmama, tutuklanmama ve yargılanmama hakkına yani yasama dokunulmazlığına sahiptir. Bu hak görev süresi ile sınırlıdır.
TBMM doğrudan seçimle oluşur ve Türk milleti adına görev yapar. Parlamento'nun öncelikli görevi yürütmeyi denetlemek ve yasama yetkisini kullanmaktır. TBMM'nin çıkardığı yasalar Anayasa Mahkemesi tarafından denetlenir.
Türkiye Büyük Millet Meclisinin çalışmasında şunlar gözetilir: Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, TBMM İç Tüzüğü, Türkiye Cumhuriyeti kanunları, Başkanlık Divanı kararları, mahkeme kararları ve teamüller.
Meclis iç tüzüğü
TBMM'nin çalışma esasları Meclis iç tüzüğünde belirlenmiştir. Bu iç tüzük kurallarını yine meclisin kendi belirler. 1961 yılında Millet Meclisi ve Cumhuriyet Senatosu'nun uyguladığı 2 farklı iç tüzük yürürlüğe girdi. 1973 yılında her iki meclisin ortak oturumlarında geçerli olan yeni bir iç tüzük kabul edildi. 1982 Anayasası ile çift meclis uygulaması kaldırıldı ve sadece 1973 yılında kabul edilen iç tüzük uygulanmaya başlandı.[11] Günümüzde de bu 1973 yılında hazırlanan iç tüzük yürürlüktedir.[12]
1908'de seçim kanunu dikkate alınan ilk seçim yapıldı. Seçme yaşı 25, seçilme yaşı 30 olan bu seçimlerde vergi ödeyenler oy kullanabiliyordu. 17 Aralık 1908'de yeniden açılan meclis, İstanbul'un İşgali'ne kadar açık kaldı. Üç yıl sonra ise İstanbul'da ilk kez bir ara seçim yapıldı. Ahrar Fırkası (Özgürlükçüler Partisi) ve İttihat ve Terakki Cemiyeti (Birlik ve İlerleme Partisi)’nin katıldığı seçimlerde, İttihat ve Terakki Cemiyeti çoğunluğu sağladı[14] ve 4 Aralık 1908’de 3. Meclis-i Mebûsan açıldı. Bu parlamento, 31 Mart Vakası ve II. Abdülhamid'in tahttan indirilmesi sonrasında Mayıs 1909’da Kanun-i Esasî üzerinde değişiklikler yaparak padişahın ve Meclis-i Ayan'ın yetkilerini daralttı, kendi yetkilerini artırdı.[15] 1911’de tek bir parlamenteri ilgilendiren, ancak politik yankıları yüksek olan bir ara seçim gerçekleştirildi.[16]
Padişah VI. Mehmed, Mondros Mütarekesi sonrası 21 Aralık 1918'de yeni seçimlerin düzenlenmesi için parlamentoyu feshetti.[14] Seçimlerin ardından 6. Meclis-i Mebûsan 12 Ocak 1920'de ilk toplantısını yaptı. İşgal güçlerinin 16 Mart 1920'de İstanbul'u işgal etmesi üzerine, parlamento anayasaya aykırı olarak 11 Nisan 1920'de kapatıldı.[17] Parlamentonun kapatılması üzerine 23 Nisan 1920’de Ankara'da Büyük Millet Meclisi faaliyetlerine başladı ve fiilen ülkeyi yönetmeye başladı.[18]
19 Mayıs 1919'da Mustafa Kemal Atatürk, Samsun'a çıkarak Millî Mücadele'nin başlamasını sağladı. Mondros Mütarekesinin ardından hareket, dernekler ve kongreler kurarak ülkenin çeşitli bölgelerinde işgallere karşı mücadele hareketleri başlattı.[19]
İddialara göre, Ateşkes Anlaşması'nın ardından işgal kuvvetlerinin ülkeyi bölmek, azınlıkları kışkırtmak, işgal bölgeleri oluşturmak ve Yunan kuvvetlerinin işgalini kolaylaştırmak amacıyla İzmir'i işgal etmelerine ve Ege Bölgesi'ne saldırmalarına izin verilmesiyle İstanbul Hükümeti'nin sessiz kalmasıyla ilişilendiriliyordu. Bazı çevreler, bu yerel örgütlerin bulundukları bölgelerde siyasi gücü temsil ettikleri ve feodal bir iktidar haline geldikleri iddialarını ortaya atmışlardır.[kaynak belirtilmeli]
13 Kasım 1918'de, Yıldırım Orduları Grup Komutanlığından ayrılan Mustafa Kemal Atatürk, İstanbul'a geldi. Mustafa Kemal Atatürk, İngiliz, Fransız, İtalyan ve Yunan savaş gemilerini görünce "Geldikleri gibi giderler" dedi. İddialara göre, Padişah VI. Mehmed ve Hükûmetin kendini İstanbul'dan uzaklaştırmak istemesiyle Anadolu'ya geçmiş ve kurtuluş mücadelesinin Anadolu'da başlatılması düşüncesi ve kararı doğmuştur.
Mustafa Kemal'in, ilk olarak ordularla temasa geçmiş ve Ankara'da bulunan 20. ve Diyarbakır'da bulunan 13. Kolordu Komutanlarına, Vali ve Mutasarrıflara 28 Mayıs tarihli bir genelge göndererek milli direniş örgütlerinin tüm ülkede kurulmasını istemiştir. Ayrıca Yunan kuvvetlerinin kontrolü altındaki Manisa ve Aydın'ın ardından yapılacak mitinglerle milletin işgale karşı duygularının açığa çıkarılması, yabancı devlet temsilcilerine ve Bâb-ı Âlî'ye şiddetle kınayan telgraflar gönderilmesi için halkın uyarılması gerektiğini belirttiği söylenmiştir.[19]
İddialara göre bu genelgenin ardından, İngiliz Muhipleri Cemiyeti adına belediye başkanlarına gönderilen bir telgrafta, milletin İngiliz korumasını istediği ifade edilmiş, Sadrazam Damat Ferid Paşa'nın Ermeni özerkliğini kabul ettiğini açıklaması[kaynak belirtilmeli] ve bir diğer iddiaya göre Hürriyet ve İtilaf Fırkası başkanının İngiltere'nin himayesini istemesi gibi olaylar yaşanmıştır.[kaynak belirtilmeli]TBMM Kütüphanesi tarafından yayınlanan esere göre Mustafa Kemal Atatürk, bu durumu ve İstanbul Hükûmeti'nin davranışlarını açıklayan 3 Haziran tarihli şifreli bir telgrafla komutanlar ve mülki idare amirlerini yeni bir uyarıya yönlendirmiştir.[19]
8 Haziran'da İstanbul'a çağrılan Mustafa Kemal Atatürk, emri dinlemeyerek İstanbul'a gitmemesinin yaratacağı ortamda, bütün milletin birlik ve beraberliğini sağlayacak bir kurul adına yürütmenin daha uygun olacağını düşünmüş ve 19 Haziran'da Amasya'da bu yönde uygulamaya geçmiştir.
Amasya genelgesi ve sonrası
Mustafa Kemal Atatürk, ulusal örgütleri birleştirerek merkezi bir yönetim altında birleştirmek amacıyla 18 Haziran'da Trakya örgütüne bildirdiği kararını, 21-22 Haziran tarihlerinde Amasya'da Yaveri Cevat Abbas Gürer'e dikte ettiği "Amasya Genelgesi" ile uygulamaya koymuştur. Bu genelgenin ana ilkeleri şunlardır:
Vatanın bütünlüğü ve milletin bağımsızlığı tehlikededir.
Merkezi Hükûmet, sorumluluğunu yerine getirememektedir ve bu durum milletimizi yok olmuş durumda bırakmaktadır.
Milletin bağımsızlığını kurtaracak olan azim ve karar yine millete aittir.
Milletin durumunu görüşmek ve haklı taleplerimizi dünyaya duyurmak için bağımsız bir milli kurulun varlığı gereklidir.
Anadolu'nun en güvenli yeri olan Sivas'ta milli bir kongrenin en kısa sürede toplanması kararlaştırılmıştır.
Bu amaçla, tüm illerin güven kazanmış üç temsilcisini hızla toplantıya yetiştirmek üzere derhal yola çıkarmak gerekmektedir.
Herhangi bir olumsuz duruma karşı, durumun milli sır olarak saklanması ve temsilcilerin gerektiğinde kendilerini gizli tutarak seyahatlerine devam etmeleri gerekmektedir.
Doğu illeri adına 10 Temmuz'da Erzurum'da bir kongre toplanacaktır. Diğer illerin temsilcileri, bu tarihe kadar Sivas'a gelirlerse Erzurum Kongresi üyeleri de Sivas genel toplantısında hazır bulunmak üzere harekete geçeceklerdir.
Bu genelge, Mustafa Kemal Atatürk tarafından Amasya'da bulunan Ali Fuat Cerbesoy, Rauf Orbay ve Refet Bele'ye imzalatılmış ve şifreli telgraf olarak tüm sivil ve askeri makamlara gönderilmiştir.[20]Sivas Kongresi, bu genelge üzerine toplanmıştır.[19]
Erzurum Kongresi
1919'da Erzurum'da çalışmalara başlayan "Vilâyât-ı Şarkiye Müdâfaa-i Hukuk-ı Milliye Cemiyeti" doğu illerinde Kürt devleti kurma amacı güden "Kürt Teali Cemiyeti"nin etkisini azaltmak için kurulmuştur. Dernek, Doğu illerinin Türk yurdu olduğunu vurgulayarak Ermeni yayılmacılığına karşı dünya kamuoyunu bilgilendirmek amacıyla Fransızca bir gazete çıkarma ve "Hadisat" adında bir gazete yayınlama kararı almıştır. Cevat Bey ve Kâzım Özalp önderliğindeki geçici kurul, Erzurum Valiliğine dilekçe vererek Derneğin Erzurum Şubesinin açılmasını talep etmiştir. Dernek, teşkilatlanarak düşünce ve eylem birliği sağlamak için çaba göstermiş ve "Albayrak" gazetesi aracılığıyla Türk-Kürt birliğini savunmuştur. Kazım Karabekir'in 15. Kolordu Komutanı olarak atanmasının derneğe büyük etki yarattığı ifade edilmektedir. Erzurum Şube Kongresi, Osmanlı bütünlüğünden ayrılmama, milli varlığın korunması, yardımcı teşkilat kurulması ve köylülerin silahlandırılması gibi kararları alarak tamamlanmıştır. Mustafa Kemal Atatürk'ün Erzurum'a gelmesi ve askerlikten istifa etmesiyle dernek yönetimi değişmiş ve Erzurum'da doğu illerini içeren bir kongre toplaması kararı alınmıştır. Temsilcilerin seçilmesi için dernek teşkilatlarından kişiler belirlenmiştir. Mustafa Kemal Atatürk ve Rauf Orbay, Erzurum Kongresi'ne katılabilmek için Erzurum Temsilciliğinden istifa etmiştir. Diğer seçilen temsilciler belirlenmiştir.[19]
Erzurum Kongresi, 23 Temmuz 1919 tarihinde Sanat Okulu'nda toplanmıştır. Toplantıyı açan Şube Başkanı Raif Efendi, bir başkanın seçilmesi gerektiğini belirterek konuşmasını yapmıştır. Delegelerin oybirliğiyle Mustafa Kemal Atatürk başkanlığa seçilmiştir. Mustafa Kemal Atatürk, yaptığı konuşmada ateşkes anlaşması hükümlerine aykırı olarak yapılan saldırı ve işgalleri anlatarak tarihin bir milletin varlığını ve hakkını inkâr edemeyeceğini vurgulamıştır.[19] Milli ceryanın ruhunu ve iradesini vatan ve milletin mukaddesatını korumak için kullanacak bir iradeye sahip olmanın önemini vurgulayarak Anadolu'dan iradei milliyeyle hareket edebileceğimizi ifade etmiştir. Kongre 14 gün boyunca devam etmiş ve ülkenin içinde bulunduğu durum ve karşılaşılan sorunlar ele alınmıştır. "Doğu Anadolu Müdafaayı Hukuk Cemiyeti" adını alan ve İstanbul'daki cemiyetle bağları koparan yeni nizamname kabul edilmiş ve "Heyeti Temsiliye" seçilerek çalışmalar sona erdirilmiştir. Mustafa Kemal Atatürk kongre kapanış konuşmasında, milletin umuduyla burada toplandığını ve vatan ve milletin kurtuluşu için önemli kararlar alındığını belirtmiştir. Kongrenin ulusal kurtuluş mücadelesindeki yeri ve önemini vurgulayarak tarihin bu kongreyi büyük bir eser olarak kaydedeceğini ifade etmiştir. Kongrede alınan kararlar özetle şu ilkeleri içermektedir:[19]
Vatanın tüm bölgeleri bir bütündür ve ayrılamaz.
Yabancı işgallere ve müdahalelere karşı direniş gösterilecektir. Osmanlı hükûmetinin düşmesi durumunda millet birlik içinde savunma yapacaktır.
Vatanın ve bağımsızlığın korunması için merkezi hükûmetin gücü yetersiz olduğunda geçici bir hükûmet kurulacak ve bu hükûmet Milli Kongre tarafından seçilecektir. Kongre toplantı halinde değilse, bu seçimi Heyeti Temsiliye yapacaktır.
Milli gücün oluşturulması ve millet iradesinin egemen kılınması önemlidir.
Hristiyan azınlığa siyasi egemenlik ve sosyal dengelere aykırı ayrıcalıklar verilmeyecektir.
Manda ve himaye kabul edilemez.
Milli Meclisin derhal toplanması ve hükûmetin Meclisin denetimine tabi olması için çaba gösterilecektir.
Bu esaslar bir bildiri şeklinde her yere ve yabancı temsilciliklere iletilmiş, ayrıca komutanlara ve güvenilir makam sahiplerine gönderilerek çoğaltılıp dağıtılması sağlanmıştır. Bu sayede içeride ve dışarıda herkesin bu ilkelere vakıf olması hedeflenmiştir. Erzurum Kongresi, ulusal direnişin temelini oluşturmakta ve kurtuluşa giden yolda ilk toplu hareketi temsil etmektedir.[19]
Anadolu ve Rumeli Müdâfaa-i Hukuk Cemiyeti'nin oluşumu
Kongrenin yedinci genel toplantısı 10 Eylül'de gerçekleşmiştir. Toplantıda, daha önce oluşturulan komisyon tarafından Amerika Kongresine gönderilecek mektup içeriği ele alınmıştır. Mektupta Kongrenin üyeleri ve temsil ettikleri bölgeler belirtilerek, yanlış bir barışın önlenmesi için yerinde bir incelemenin önemi vurgulanmıştır. Mektup kabul edildikten sonra Nizamname'nin görüşmeleri tamamlanmıştır.
Bu bağlamda, Cemiyetin adı "Şarki Anadolu Müdafaayı Hukuk Cemiyeti" yerine "Anadolu ve Rumeli Müdafaayı Hukuk Cemiyeti" olarak değiştirilmiştir. Heyeti Temsiliye'nin vatanın tümünü temsil edeceği vurgulanarak mevcut üyelere altı üye daha eklenmiştir. Ayrıca, her türlü işgal ve müdahaleye ve özellikle Rum ve Ermenilik teşkil edecek faaliyetlere karşı birlikte savunma ve direnme ilkesi netleştirilmiştir.
Kongrenin yayımlayacağı beyanname okunmuş ve bütçe ve para konularında kararlar alındıktan sonra Batı Anadolu adına Heyeti Temsiliye'ye altı yeni üye eklenmesine karar verilmiştir. Vasıf, Hüsrev Sami, Hakkı Behiç, Ömer Mümtaz, Mazhar Müfit ve Ratıpzade Mustafa Efendi Heyeti Temsiliye üyeliğine seçilerek kongre toplantıları sona ermiştir.[19] Cemiyet, Kurtuluş Savaşı'ndan sonra Cumhuriyet Halk Partisi'ne dönüşmüştür.[21]
İstanbul Mebusan Meclisi seçimleri, meclisin çalışmaları ve dağıtılması
Heyeti Temsiliye, Sivas Kongresi'nin dağılmasından hemen sonra Korgeneral ve Tümen Komutanlarına, Valilere ve Mutasarrıflara, Belediye Başkanlarına ve Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Merkez heyetlerine 13 Eylül 1919 tarihli bir genelge gönderdi. Bu genelgede, milletin haklarının savunulması ve varlığının korunması için Ulusal Meclisin en kısa sürede seçilip toplanmasının önemli bir görev olduğu vurgulanarak seçim hazırlıklarına başlanması talimatı verildi. Daha sonra, 7 Ekim 1919'da Mebusan Meclisi için milletvekili seçimlerine başlanacağı yurdun her yanından ilan edildi.[19]
Mustafa Kemal Atatürk'ün Meclisin Ankara'da toplanması isteği, 20 Ekim 1919'da Amasya'ya gelen İstanbul Hükûmeti Temsilcisi Deniz Bakanı Salih Hulusi Kezrak tarafından olumlu karşılandı. Ancak Padişah VI. Mehmed ve Hükûmetin, Meclisin Saltanat ve Devlet Merkezi olan İstanbul'da toplanması konusunda ısrarları[kaynak belirtilmeli] ve Erzurum, Trabzon, Balıkesir ve Manisa Müdafaa-i Hukuk Merkezlerinin bu yönde düşüncelerini dile getirmeleri üzerine durum, Heyeti Temsiliyenin 16-29 Kasım 1919'da Sivas'ta Komutanlarla birlikte yaptığı toplantıda görüşüldü. Toplantı sonucunda Meclisin İstanbul'da toplanması kabul edildi, ancak seçilecek milletvekillerinin İstanbul'a gitmeden önce belirli merkezlerde toplanarak güvenlik önlemleri alınması ve Mecliste savunulacak esaslar hakkında bilgilendirilmeleri ve bu amacın gerçekleştirilmesi için Mecliste güçlü bir grup oluşturulması kararlaştırıldı.[19]
Mebusan Meclisi, 12 Ocak-18 Mart 1920 tarihleri arasında (65) gün süren (24) birleşimde birçok önemli iş gerçekleştirdi. En olumlu gelişme, 28 Ocak'taki gizli birleşimde kabul edilen ve 17 Şubat'ta kamuoyuna duyurulan "Ahdi Millî" (Misak-ı Millî) Beyannamesi oldu. Bu beyanname yabancı parlamentolara gönderilmesi kararlaştırıldı.
Ancak Mecliste yaşanan olumlu gelişmelere rağmen, Sadrazam Ali Rıza Paşa'nın 14 Şubat'ta Valilere ve Bağımsız Mutasarrıflara gönderdiği bir genelgede Kuva-yı Milliye ve Heyeti Temsiliye aleyhinde bulunduğunun öğrenilmesi ve 19 Şubat'ta Felahı Vatan Grubu'nda yaptığı konuşmayla bu düşüncelerini pekiştirmesi, Mustafa Kemal Atatürk'ün sert tepkisine yol açtı.[kaynak belirtilmeli] Ulusal baskıya dayanamayan kabine, 3 Mart'ta istifa etmek zorunda kaldı.
Ertesi gün Mustafa Kemal Atatürk, Mebusan Meclisi Başkanına ve Padişah VI. Mehmed'e gönderdiği telgraflarda, "Bütün ulusun bu tarihi günlerde milli iradeyi temsil eden milletvekillerinin kesin kararlarını sabırsızlıkla beklediğini" ve "İçte ve dışta bin türlü ihtirasın köpürmesiyle huzur ve selametimizin tehdit altında olduğunu" bildirdi. Ayrıca, "milli vicdana güven vermeyecek bir kabine başkanına hiçbir surette tahammül edemeyeceğimizi" ifade etti.
Kabinenin yeni başkanı Salih Hulusi Kezrak önderliğinde 8 Mart'ta kurulmasına rağmen İstanbul'da Kuva-yı Milliye aleyhindeki hareketler devam etti. İtilaf Devletleri, 15 Mart'ta asker ve sivil (150) vatandaşı tutukladı.[kaynak belirtilmeli] Ertesi gün İngiltere, Fransa ve İtalya Yüksek Komiserlerinin imzaladığı bir nota Sadrazam Salih Hulusi Kezrak'a verilerek İstanbul'un askeri işgal altına alınacağını bildirdi. İşgal, 16 Mart'ta saat 16.00'dan itibaren fiilen başladı.
TBMM'nin "Parlamento Tarihi" yayınında iddia edilene göre Mustafa Kemal Atatürk, işgali öğrendiği anda[kaynak belirtilmeli] Yabancı Devletlerin Meclislerine, Dışişleri Bakanlarına ve siyasi temsilcilere gönderdiği telgraflarda "Osmanlı Milletinin siyasi egemenliği ve bağımsızlığına indirilen bu son darbenin, yaşamımızı ne pahasına olursa olsun savunmaya kararlı olduğumuzu" belirtti. Ayrıca yayınladığı bir bildiriyle "İşgal ile Osmanlı Devletinin yediyüz yıllık hayat ve egemenliğine son verilerek Türk Milletinin uygarlık yeteneğinin, hayat ve bağımsızlık hakkının ve bütün geleceğinin savunmasına çağrıldığını" ulusa ve bütün dünyaya duyurdu.[19]
Ankara'da meclisin toplanması
Mustafa Kemal Atatürk, "Müessisan Meclisi" adı altında toplamayı düşündüğü meclisin amacının halk tarafından doğru anlaşılıp değerlendirilemeyeceğini düşünerek, "Olağanüstü Yetkili Bir Meclis" toplanmasına karar verildiğini açıkladı. Bu meclis için hemen seçimlere gidilmesi gerektiği Heyeti Temsiliye tarafından belirtilen yönerge ile ilgili makamlara 19 Mart 1920 tarihinde gönderildi.[19]
Yürürlükte olan 24 Aralık 1876 tarihli Kanun-i Esasi'ye göre düzenlenen "İntihab-ı Mebusan Kanun Layihası" ve Talimatnamesi'ne göre:
a) Her sancak için 50.000 erkek nüfusa bir milletvekili seçilmesi gerektiği belirtilmiştir. b) 25 yaşını dolduran ve devlete vergi veren Osmanlı uyruklarının seçme hakkına sahip olduğu ve Osmanlı Devleti uyruklarının Osmanlı sayıldığı ifade edilmiştir. c) Seçimlerin iki dereceli olarak gerçekleştirilmesi ve her birinci seçmenin bir ikinci seçmen seçerek milletvekillerinin bu ikinci seçmenler tarafından seçilmesi gerektiği belirtilmiştir. d) Milletvekili seçilmek için 30 yaşında olunması gerektiği ifade edilmiştir.
Ancak Heyeti Temsiliye'nin 19 Mart 1920 tarihli seçim talimatında, mevzuattaki seçmen oranı, seçmenler, seçim kurulları ve seçilme yaşı hakkındaki hükümler göz ardı edilerek:
aa) Her sancaktan 5 üye seçilmesi, nüfusun dikkate alınmaması, bb) Müslüman olmayanların seçimlere katılmaması[kaynak belirtilmeli] ve vergi yükümlüsü olup olmadığının aranmaması, cc) Milletvekillerinin seçiminin ikinci seçmenler tarafından değil, Genel Meclis ve Belediye Meclisi Üyeleri ile Müdafaayı Hukuk Cemiyeti Merkez veya İdare Heyeti Üyelerinden oluşan bir kurul tarafından aynı günde ve oturumda yapılması, dd) Her parti, dernek veya topluluğun aday gösterebilmesi ve herkesin bağımsız olarak aday olabilmesi, ee) Seçimlerin en geç 15 gün içinde tamamlanarak çoğunluğun Ankara'da bulunmasını sağlaması kabul edilmiştir.
Buna göre 66 seçim çevresinden 349 milletvekili seçilmiş ve İstanbul Mebusan Meclisinden (Malta'dan gelenler dahil) gelen 88 milletvekiliyle toplam milletvekili sayısı 437'ye ulaşmıştır. Ancak 34 milletvekili istifa ettiği için I. Dönemin toplam milletvekili sayısı 403'tür.[19]
Meclisin açılması hazırlıkları
Heyeti Temsiliye'nin 19 Mart 1920 tarihli seçim talimatına göre seçilen milletvekilleri, Nisan ayının başından itibaren Ankara'ya gelmeye başlamışlardır. Ancak Ankara'da konaklayacak pek çok yer olmadığı için kiralık ev bulmak da zor olmuştur. Bu nedenle, daha önce Erkek Öğretmen Okulu olarak hizmet veren ve sonradan Maârif Vekâleti olarak kullanılan binada milletvekillerine bir otel ayrılmış ve yemek için bir tabldot hizmeti sunulmuştur.
Meclisin toplanacağı yer ise ayrı bir sorun olmuştur ve sonunda şu anki Müze olan bina, 20. Kolordu ve Ankara Müdafaayı Hukuk Cemiyeti'nin katkılarıyla hazırlanmıştır. Bu bina, I. Dünya Savaşı'nın son yıllarında İttihat ve Terakki Fırkası tarafından Numune Mektebi ve Kulüp olarak inşa edilmeye başlanmıştır. Ancak İttihat ve Terakki'nin Ankara Temsilcileri olan Memduh Şevket Esendal'ın Ankara'dan ayrılması üzerine yerine atanan Necati Kurtuluş tarafından inşaatı devam ettirilmiş, ancak savaş koşulları nedeniyle tamamlanamamıştır.
Meclisin toplanacağı yer olarak belirlenen binanın bir odasında Fransız işgal müfrezesinin komutanı oturmaktadır ve giriş kapısının önünde Fransız bayrağı asılıdır. Fransız subayı önce binadan çıkarılmış, ardından çatıya kiremitler döşenmiş, okullardan sıralar getirilerek toplantı salonunda oturma düzenlemeleri yapılmış ve kürsü kurulmuştur.[19]
Türkiye Büyük Millet Meclisi, 23 Nisan 1920 Cuma günü saat 13.45'te toplandı. Açılışı yapan en yaşlı üye olan Sinop Milletvekili Mehmet Şerif Avcıoğlu, 1845 doğumludur. Mehmet Şerif Avcıoğlu, Başkanlık kürsüsüne çıktı ve konuşma yaparak Meclisin ilk toplantısını açtı:
“
Bu Yüksek Meclisin en yaşlı üyesi sıfatıyla ve Allah'ın yardımıyla milletimizin iç ve dış tam bağımsızlık içinde alın yazısının sorumluluğunu doğrudan doğruya yüklenip, kendi kendini yönetmeye başladığını bütün dünyaya ilan ederek, Büyük Millet Meclisini açıyorum.
”
Bu açış konuşmasında, millî egemenliğe dayalı yeni Türk parlamentosunun adı da "Büyük Millet Meclisi" olarak konulmuştu. Bu ad herkesçe benimsendi. Daha sonra Atatürk'ün tüm konuşmalarında yer aldığı şekliyle ve ilk kez 8 Şubat 1921 tarihli Bakanlar Kurulu Kararnamesinde de yazılı olarak, "Türkiye Büyük Millet Meclisi" (TBMM) adı kalıcılık kazandı.[22]
TBMM, 24 Nisan 1920 tarihinde yaptığı ikinci toplantısında Mustafa Kemal Atatürk'ü meclis başkanlığına seçti. Mustafa Kemal Atatürk, kendi öncülüğünde kurulan TBMM'nin başkanlığını Cumhurbaşkanı seçildiği gün olan 29 Ekim 1923 tarihine kadar sürdürdü.[23]
1923-1927
Lozan Antlaşması
Kurtuluş Savaşını kazanan Birinci Dönem Türkiye Büyük Millet Meclisi, yönetimi devralarak İkinci Dönem Türkiye Büyük Millet Meclisini oluşturdu. Birinci Dünya Savaşı'nın ardından Mondros Mütarekesi imzalandı ve mütareke hükümlerine uymayan müttefikler, İstanbul dahil olmak üzere ülkeyi işgal etmeye başladı. Hükûmetin aciz durumu ve tepkilere neden olan tutumu sonucunda direniş örgütleri kuruldu. Mustafa Kemal'in 19 Mayıs 1919'da Samsun'a çıkması, milli dayanışma örgütlerini harekete geçirdi ve güçlendirdi. Bu teşkilatlar kongrelerle birleşerek Milli Ordu'yu oluşturdu. Milli Mücadele, askeri ve siyasi başarılarla geçti ve 30 Ağustos 1922'de Başkumandanlık Savaşı ile sona erdi. Bu savaştan sonra Fransa, İngiltere ve İtalya'nın İstanbul'daki komiserleri, Yunan Hükûmeti adına Ankara Hükümeti'ne mütareke isteğini iletti.[24]
Türkiye temsilcisi İsmet İnönü, 24 Temmuz Salı günü saat 15.09'da, ona Mustafa Kemal'in hediye ettiği altın kalemle ilk imzayı attı. Bu törenle Osmanlı İmparatorluğu fiilen tarihindeki yerini alarak yeni Türk Devleti'nin temelleri atıldı. Birinci Dünya Savaşı, 9 yıl süren bir dönemi noktaladı. Türk Heyeti'nin tüm belgeleri imzalaması 7 dakika sürdü. İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan ve Romanya Türkiye'yi izledi ve Belçika ile Portekiz de kendi anlaşmalarını imzaladılar. Konferansın başkanı İsviçre Konfederasyonu Cumhurbaşkanı Scheur, kapanış konuşmasında "Hiçbir millet haklarından mahrum edilemez" ve "Galibiyet Türklere ait, kahramanca mücadele sonucunda haklarını elde ettiler"[25] dedi.[24]
Lozan Barış Antlaşması, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından uzun süren zorlu görüşmelerin ardından onaylandı.[26] Türklerin isteği, Mustafa Kemal'in Sivas'ta Amerikan Generali Harbord'a söylediği gibi, dağılmış bir ülkeyi bir araya getirerek bağımsız bir devlet ve özgür bir millet olmak olarak ifade edildi.[24]
Cumhuriyet döneminde çok partili siyasetin ilk denemesi, Mustafa Kemal'in isteği üzerine 1924 yılında birkaç ay sonra kapatılan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'nın kurulmasıyla yapıldı.
6 yıllık tek parti iktidarının ardından, 1930 yılında yine Mustafa Kemal'in isteği üzerine Ali Fethi Okyar tarafından Serbest Cumhuriyet Fırkası kuruldu ancak parti, ülkenin doğusundaki isyanlar nedeniyle 17 Kasım 1930 tarihinde kapatıldı. 1945 yılına kadar çok partili demokrasiye geçiş için başka bir denemede bulunulmadı.[27]
Atatürk'ün ölümüyle birlikte, Kasım 1938'e kadar tek parti yönetimi altında olan Türkiye'de İsmet İnönü Cumhurbaşkanı seçildi. Bu yeni dönem, 1938-1945 yılları arasındaki süreyi kapsayan ve Türk siyasi tarihinde "Millî Şef Dönemi" olarak adlandırıldı. İsmet İnönü, Türk siyasi hayatında "Millî Şef" olarak anılan tek kişidir. Bu kavramın kullanımı daha öncesine dayanmasına rağmen, İnönü'nün seçilmesiyle şeflik siyasi bir sistem haline gelmiştir. İnönü, resmi unvanı olarak "Millî Şef" olarak anılmış ve bu tâbir her yerde onun için kullanılmıştır.
Millî Şef döneminde, Türkiye'de iki genel seçim yapılmıştır. Bunlardan biri 1939'da, diğeri ise 1943'te gerçekleşmiştir. Ayrıca, 1938, 1939, 1943, 1944 ve 1945 yıllarında bazı seçim bölgelerinde boş olan milletvekillikleri için ara seçimler düzenlenmiştir. 1939 genel seçimleri, 1908 tarihli İntihâb-ı Mebusân Kanunu'na göre yapılan son seçimdir. Büyük Millet Meclisi, Ocak 1939'da yeni bir seçime gitme kararı almıştır. Basında da sık sık seçimle ilgili haberler yer almıştır. CHP, tüm illerde aday göstereceğini ve birkaç ilde bağımsız milletvekilliği için boş yer bırakacağını duyurmuştur.
17 ve 20 Şubat 1939 tarihli Tan gazetesinde, milletvekili olmak isteyenlerin sayısının birkaç bine ulaştığı belirtilmektedir. İkinci tur seçimleri için aday listesi 13 Mart'ta ilan edilmiş ve seçimler 15 Mart'ta başlamış, 21 Mart akşamına kadar devam edeceği ifade edilmiştir.[24]
Cumhuriyet tarihinin ilk çok partili seçimi 1946 yılında yapılmış (bugün hâlâ tartışmalı) ve iktidardaki Cumhuriyet Halk Partisi 397 milletvekili, muhalefetteki Demokrat Parti ise 61 milletvekili kazanmıştır. Seçim Kanunu'nda yapılan değişiklik ile 1950 seçimleri gizli oy ve açık tasnif ile gerçekleştirilmiş ve bu sistem ile yapılan ilk seçimi Demokrat Parti 416 milletvekilliği ile kazanmıştır. Ana muhalefete düşen CHP 69 ve Millet Partisi ise 1 milletvekilliği kazandı.[28]
Bu alıntılar ve tespitler, 1950'li yıllarda Türkiye'de Demokrat Parti'nin iktidara gelmesi ve dönemin siyasi atmosferi hakkında farklı akademisyenlerin ve uzmanların görüşlerini yansıtmaktadır. İşte bazı ana noktalar:[29]
Prof. Dr. Bernard Lewis'e göre, Atatürk sonrası Türkiye'nin demokratik gelişimi açısından en önemli dönüm noktası, 1950'de gerçekleşen serbest ve dürüst bir seçimin muhalefetin ezici bir zaferiyle sonuçlanmasıdır.
Prof. Dr. Mim Kemal Öke, DP'nin iktidara gelmesini toplum ağırlıklı siyasal sürece geçişin bir kilometre taşı olarak değerlendirir. Ancak zamanla DP'nin popülist demokrasiden otoriter bir popülizme doğru ilerlediğini belirtir.
Cem Eroğul'a göre, DP'nin iktidara gelmesinin en önemli sebepleri, CHP'ye duyulan yaygın muhalefet ve egemen sınıfların artan iktidar arzusudur.
Akademisyen Erdinç Yazıcı'ya göre, 1950-1960 arası Türkiye'de altyapı çalışmaları ve sanayileşme açısından önemli bir dönemdir. Bu dönemde DP, geleneksel yapıları değiştirerek toplumsal dönüşümü başlatmıştır.
Akademisyen Ömer Çaha, DP'nin iktidara gelmesiyle birlikte Türkiye'de cumhuriyetin gerçek anlamda halka dayalı bir yönetim haline geldiğini ifade eder.
Doç. Dr. Vedat Bilgin'e göre, DP'nin iktidara gelmesiyle Türkiye'de devletle toplum arasındaki siyasi mesafe fark edilmiş ve halkın denetimi ve katılımı artmıştır.
Suavi Tuncay, DP'nin ekonomik ve siyasi anlayışının Türkiye demokrasisi açısından önemli bir yer tuttuğunu belirtir.
Prof. Dr. Turan Güneş, 1950'li yıllarda Türkiye'nin geri kalmış bir ülke olduğunu, CHP'nin halkla bağlantısının zayıfladığını ve DP'nin siyasi atmosferi değiştirdiğini ifade eder.[29]
Bu alıntılar, DP'nin iktidara gelmesinin Türkiye'de demokratikleşme sürecini etkilediğini ve toplumsal değişimlere yol açtığını göstermektedir. Farklı akademisyenler ve uzmanlar, DP döneminin Türk siyaseti ve toplumu üzerindeki etkileri hakkında çeşitli değerlendirmelerde bulunmuştur:[29]
Tevfik Çavdar'a göre, 1954 seçimlerinde CHP'nin tam bir çöküntü ve dağılma yaşadığı ifade edilmektedir. Şevket Süreyya Aydemir ise DP iktidarının 1954-1957 döneminde hem zaferin zirvesine ulaştığını hem de yenilginin başlangıcını yaşadığını belirtir. Aydemir'e göre, DP'nin kader diyagramı bu dönemde çizilmeye başlanmıştır ve iktidarın tasfiyesi bu süreçte şekillenmeye başlamıştır.
Başka bir değerlendirmede ise, 1950-1960 döneminde DP iktidarına yönelik eleştirilerin, halkın çıkarlarına ve temel politikalarına yönelik olmadığı belirtilmektedir. Eleştirilerin büyük bir kısmının iktidar mücadelesi veren bürokrat ve seçkin aydınlardan oluşan grupların çıkarlarına yönelik olduğu ifade edilir. Bu aydınların eleştirilerinin altında kendi ayrıcalıklarını hukuki bir şekilde korumak istedikleri görülmektedir.
1957 seçimlerinden sonra muhalefet güçlenmiş ve iktidara karşı bir cephe birliği oluşturulmuştur. Bu durum DP yöneticilerini siyasi ve ekonomik alanda baskıya maruz bırakmış, iktidar-muhalefet anlaşmazlığı siyasi rejim konularında yoğunlaşmış ve ekonomik sıkıntılar muhalefetin halk desteğini kazanmasına yol açmıştır. Basın da büyük ölçüde muhalefet tarafını tutmuştur, çünkü Basın Kanunu'nda yapılan değişiklikler ve ispat hakkı tartışmaları devam etmektedir.[29]
Siyasi atmosferin giderek ağırlaşması üzerine hükûmet, basın ve muhalefet hakkında soruşturma yapmak ve baskıyı arttırtmak üzere Meclis Tahkikat Komisyonu kurmaya karar vermiştir. Bu karar muhalefet tarafından anayasa dışı bir girişim olarak nitelendirilmiş ve basın da geniş ölçüde desteklemiştir. Bu gelişmeler sonucunda tepkiler sokaklara yansımış, üniversitelerde öğrenci gösterileri ve protestolar gerçekleşmiştir. Bu hareket, "Anayasa ve hukuk dışı davranışlarıyla meşruluğunu kaybetmiş bir iktidara karşı milletin direnme hakkını kullanması" olarak tanımlanmıştır. CHP Meclis Grubu adına konuşan İsmet İnönü, iktidarın tüm bu düzenlemeleri kendi lehine şartlar altında seçime gitmek ve % 96,6 çoğunlukla yeniden iktidara gelmek için yaptığını, ancak vatandaşın buna izin vermeyeceğini ileri sürmüştür.[30]
27 Mayıs 1960 askeri müdahalesi, Demokrat Parti'nin on yıllık iktidarını sonlandırdı ve çocukluk çağındaki demokratik siyasi rejimin sonunu hazırladı. Bu müdahale, 1961 Anayasası'nın doğrudan bir sonucu olarak kabul edilir ve Türkiye'nin anayasal düzeni radikal bir şekilde değişti. Bu yeni anayasa ile Meclis üstünlüğü anlayışı yerine, egemenlik yetkili devlet organları arasında paylaşılan bir çoğulcu demokrasi anlayışına geçildi.
27 Mayıs 1960 Darbesi sonrasında Başbakan Adnan Menderes, Cumhurbaşkanı Celal Bayar ve meclisin diğer üyeleri tutuklandı. 1961 Anayasası'yla[31] oluşturulan Millet Meclisi ve Cumhuriyet Senatosu, Türkiye Büyük Millet Meclisinin iki alt meclisi idi. Millet Meclisi ve Cumhuriyet Senatosu başkanları, kendi meclislerince üye tam sayısının üçte iki çoğunluğu ve gizli oy ile ikişer yıl için seçilirler; ilk iki oylamada bu çoğunluk sağlanamazsa, salt çoğunlukla yetinilirdi. Meclis başkanlıkları için meclisteki siyasi parti grupları aday gösteremezlerdi.[31]
25 Ekim 1961'de 12. dönem TBMM toplandı ve askeri rejim sona erdi.[32]12 Mart 1971 tarihinde asker tarafından duyurulan Muhtıradan sonra partilerüstü teknokrat hükûmetler kurdurulmuştur. Nihat Erim'in başbakanlığında kurulan kabinelerin ardından azalan askeri baskı sonucunda Adalet Partisi ve Cumhuriyetçi Güven PartisiNaim Talu'nun başbakanlığında yeni ve olagan bir hükûmet kurarak bu dönemi sonlandırmıştır.
1980-2018
12 Eylül 1980 Darbesi sonrası yapılan 1982 Anayasasıyla[33] her iki meclis de kaldırılarak tek meclisli sisteme geri dönülmüştür.[kaynak belirtilmeli] 1982 anayasının yazılması için oluşturulan Danışma Meclisi (DM), öncelikle kendi üyeleri arasından 15 üyeden oluşan bir Anayasa Komisyonu seçti. 23 Ekim 1981'de açılan Danışma Meclisi,[34] yeni anayasayı hazırlamaya başladı. Kenan Evren, Anayasa'nın ilk üç maddesinin "değiştirilemeyeceğini ve değiştirilmesinin teklif edilemeyeceğini" dördüncü madde olarak taslağa ekletti. Yeni anayasa o dönemdeki dünyadaki genel eğilime[35] uygun olarak devlet yapısı içinde yürütme organını güçlendirmiştir.[36] 1982 Anayasası bu güçlendirmeyi, bir yandan Cumhurbaşkanının yetkilerini artırarak, diğer yandan da, Bakanlar Kurulu içinde de Başbakana üstün konum vererek sağlamaya çalışmıştır.[37]
Anayasa, 7 Kasım 1982 Pazar günü yapılan halk oylamasında %91,37'lik kabul oyu aldı.[38] 6 Kasım 1983'te milletvekili genel seçimleri yapıldı ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlık Divanı da 6 Aralık 1983'te oluştu. Bu tarihte, Anayasanın 177. maddesi gereği, Milli Güvenlik Konseyi'nin ve Danışma Meclisi'nin hukuki varlıkları sona erdi. Kabul edilen Anayasa'da bulunan; Askerî Yönetim döneminde Millî Güvenlik Konseyi, Hükûmet ve Kurucu Meclis üyelerinin ömür boyu yargılanmasını engelleyen geçici 15. madde, 2010 Türkiye anayasa değişikliği referandumuna kadar kaldırılmadı.
2002 genel seçimleri sonrasında meclise sadece iki siyasi parti girebildi. 550 mevcut milletvekilinin büyük bir kısmı tekrar seçilemedi. Türkiye'nin siyasetini temelinden sarsan büyük bir değişim olarak nitelendirildi.[kaynak belirtilmeli] 1999'da seçim barajını aşan tüm siyasi partiler, bu kez %10'luk seçim barajını aşamadı: DYP %9,55, MHP %8,34, GENÇPARTİ %7,25, DEHAP %6,23, ANAP %5,13, SAADET %2,48 ve DSP %1,22 oy oranına sahip oldu. Seçim barajı nedeniyle temsil edilemeyen oy sayısı tarihte eşi benzeri görülmemiş bir şekilde %46,33 oranla 14.545.438 oldu. Sonuç olarak, Erdoğan liderliğinde AK Parti, oyların yalnızca %34,28'ini alarak TBMM'de koltukların üçte ikisinden fazlasını kazandı. 1999'da kendisi de seçim barajını aşamayan Baykal liderliğindeki CHP ise oyların yüzde 19,39'u ile ana muhalefet partisi oldu.
2007 cumhurbaşkanlığı seçimleri döneminde oylamalara en az 367 kişinin katılması gerektiği, aksi halde sonucun geçersiz olacağı iddia edildi.[39] İddiaya göre 354 sandalyeye sahip olan olan iktidar partisi, tek başına kendi oylarıyla cumhurbaşkanı seçemeyecekti. Aynı dönemde ana muhalefet lideri Deniz Baykal, iktidar partisinin uzlaşma olmadan kendi adayını çıkarması durumunda oylamalara katılmayacaklarını ve 367 tartışmalarının ciddiye alınması gerektiğini söyledi.[40]AK Parti dönemin dışişleri bakanı olan Kayseri milletvekiliAbdullah Gül'ü aday gösterdi.[41] İlk tur oylama 27 Nisan'da yapıldı. Toplam 361 oy kullanılırken, Abdullah Gül 357 oy aldı. Oylamanın hemen sonrasında, CHP 367 iddiasıyla seçimi Anayasa Mahkemesine taşıdı.[42] Aynı günün akşamı Genelkurmay Başkanlığı internet sitesine, daha sonra e-muhtıra olarak anılacak, bir basın açıklaması konuldu.[43] Anayasa Mahkemesi 1 Mayıs'ta verdiği kararla, 367 iddiasını kabul ederek yapılan birinci tur oylamayı iptal etti.[44]
Olayın ardından Anayasa'da bazı değişiklikler yapıldı. Genel seçimlerin yapılma süresi beş yılda birden, dört yılda bire düşürüldü. Cumhurbaşkanının meclis tarafından değil, halk tarafından iki turlu oylamayla seçilmesi kararlaştırıldı; yedi yıl olan görev süresi beş yıla düşürülerek, iki kez seçilebilmesinin önü açıldı.[45] Değişiklik paketi mecliste 376 oyla kabul edildi.[46] Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, yapılan değişiklikleri "rejimi sıkıntıya sokar" eleştirisiyle veto etti.[47] Değişiklik paketi aynı şekilde tekrar sunularak 370 oyla kabul edildi.[48] Anayasa değişiklikleri, 21 Ekim 2007 tarihinde yapılan halk oylamasında, %68,95'lik kabul oyuyla yürürlüğe girdi.[49]
2018-günümüz
2017 Anayasa değişikliği referandumundan sonra, yeni TBMM'nin ilk genel seçimi, 24 Haziran 2018 tarihinde başkanlık sistemi altında yapıldı.[50]Başbakanlık ve bakanlar kurulu kaldırılarak yürütme yetkisi tamamen cumhurbaşkanına verildi ve başbakanlık makamı 110 yılın ardından kaldırıldı. Milletvekili sayısı 550'den 600'e çıkarıldı.Meclis seçimleri için süre dört yıldan beş yıla çıkarıldı. Milletvekili ve cumhurbaşkanı seçimlerinin beş yılda bir aynı gün yapılması kararlaştırıldı. Ayrıca, güçler ayrılığı ilkesi gereği artık kabine üyeleri kanun tasarıları sunamamaktadır. Bu görev, milletvekillerine bırakılmıştır. Bu değişiklik doğrultusunda kabine üyeleri için parlamentoda ayrılan meclis başkanının sol tarafında bulunan koltuklar kaldırılmıştır.[51]
2018 yılındaki değişikliklerin ardından Türkiye'deki yasama ve yürütme erklerinin ilişkisi, başkanlık sistemine benzerlik göstermekle birlikte bazı farklılıklar içermektedir. Örneğin, yasama ve yürütme organlarının aynı gün yapılacak seçimlerle belirlenmesi, benzer siyasi tercihlere sahip bir partinin her iki organa da hakim olmasına olanak tanıyabilir. Eleştirmenlere göre bu durum, kuvvetler ayrılığı ilkesinin zayıflamasına yol açabilir.[52] Bazı eleştirmenlere göre cumhurbaşkanının anayasal yetki ve görevleri incelendiğinde, yürütme organına önemli yetkilerin verildiği ve bunların bir kısmının yasamanın denetimine tabi olmadığı görülmektedir. Yapılan değişikliklerle birlikte, cumhurbaşkanı kendi kabinesini seçer, yardımcılarını ve bakanları atar veya görevlerine son verir. Ancak, bu atamalar Meclis tarafından onaylanmaz (Anayasa 104/8. madde). Bütçe kanun teklifi Cumhurbaşkanı tarafından hazırlanır ve Meclis tarafından onaylanır. Ancak, Meclis bütçe kanununu onaylamazsa, yürütme bir önceki yılın bütçesini artırarak kullanır (Anayasa 161/4. madde).[52]
Eleştirmenlere göre Cumhurbaşkanının bu yetkileri kullanırken Meclis onayına veya yetkilendirmesine ihtiyaç duymaması, ona devlet idaresi üzerinde etkili bir kontrol sağlar. Cumhurbaşkanı, üst düzey atamaları yapar, görev ve yetkilerine karar verir. Bu yetkiler Anayasa'nın temel haklar, siyasi haklar ve belirli konuların kanunla düzenlenmesi öngörülen hususları gibi belirli sınırlamalarla kısıtlanmıştır.[52][53] Cumhurbaşkanının, Anayasa'nın belirttiği konular dışında Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile düzenleme yetkisi bulunmamaktadır. Eğer Cumhurbaşkanlığı kararnamesi mevcut kanunlara aykırı ise kanun hükümleri uygulanır. Meclis aynı konuda kanun çıkardığında Cumhurbaşkanlığı kararnamesi geçersiz hale gelir.[52][54][55][56][57]
2022 yılında yaklaşık kırk yıl uygulanmış olan %10'luk seçim barajı, %10'dan %7'ye düşürüldü.[58]
Meclis binaları
Günümüze kadar üç meclis binası kullanıldı. Günümüzde kullanılan meclis binası 6 Ocak 1961'de açıldı ve 1998'de bir yenileme çalışması gerçekleştirildi.[59]
İlk Meclis binası, bir bodrum katı üzerinde yer alan tek katlı 22x43 metre ölçülerine sahip, farklı ölçülere sahip dokuz oda ve bir büyük salondan oluşan bir yapıydı. Ön yüzündeki geniş saçakları ve iki balkonu binaya belli bir görkem ve şıklık veriyordu. Kurtuluş Savaşı sırasında bütün askeri ve politik kararların verildiği bu küçük ve fazla kullanışlı olmayan yapı 18 Ekim 1924 tarihine dek kullanıldı. Bina günümüzde Kurtuluş Savaşı Müzesi olarak hizmet vermektedir.[59]
TBMM'nin ikinci binasının yapımına Mimar Vedat Tek'in projesiyle 1923'te başlandı. Bina çok kısa bir sürede tamamlandı ve 18 Ekim 1924'te hizmete açıldı. İlk binadan aşağı yukarı 50 metre uzağa yapılan yeni bina 36 yıl boyunca kullanıldı ve siyasi tarihimizde birçok önemli karara tanıklık etti.
Binanın içi, bir bodrum katı üzerinde yer alan iki kattan oluşuyordu. Merkezde Genel Kurul salonu yer alıyordu. Üst katın tavanı, Osmanlı motifleriyle dekore edilmişti. Genel Kurul salonunda dinleyiciler için balkonlar ve yıldız motifleriyle süslü duvar panelleri yer alıyordu. Dış cephesi büyük bir giriş, köprü kemerleri ve saçaklarla süslenmişti.
Cumhuriyetin ilk yıllarına tanıklık eden ikinci Meclis binası önemli tarihsel bir dönemde Meclis binası olarak kullanılmıştı. Günümüzde Cumhuriyet Müzesi olarak hizmet vermektedir.
Günümüzde de kullanılmakta olan TBMM'nin üçüncü binasının mimarı, Ankara'da başka birçok önemli devlet yapısının da mimarı olan Avusturyalı mimar Prof. Clemens Holzmeister'dir. Yüksek mimar Ziya Payzın da 1945 yılından binanın bitirilmesine kadarki süreçte Holzmeister tarafından tam yetkiyle görevlendirilerek çalışmıştır.[59]
Ocak 1961'de kullanılmaya başlanan bina, Türkiye Cumhuriyeti'nin gücü ve kalıcılığını da temsil edebilecek şekilde, ciddi, kalıcı ve sağlamlığın ön planda tutulduğu mimari bir dışavuruma sahiptir. Büyüklüğü açısından, dünyanın en büyük parlamento yapılarından biridir.[60]
Bina, 15 Temmuz Darbe Girişimi sırasında havadan bombalandı[61] ve bu saldırı farklı aralıklarda dört kez tekrarlandı.[62] Dört partiden yaklaşık yüz milletvekili bulunmakta iken gerçekleşen ve ikisi ağır olmak üzere on iki polis yaralandığı[62] saldırıda Şeref Kapısı, Dikmen Kapısı ve ziyaretçi girişlerinin yapıldığı bölgelerin hasar görmüştür.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulu zaman zaman yabancı devlet adamlarını da ağırlamaktadır.[63] Ancak buradaki protokol duruma göre değişiklik gösterebilir. Yabancı isimlerin konuşma yapabilmesi için Genel Kurul kararı gerekmektedir.[64]
^abcde1961 yılından itibaren sıralama 1'den başlatılmış (12. yerine 1. dönem, 13. yerine 2. dönem gibi...), 1983 sonrasında Meclis'in kuruluşundan (1920'den) hareket eden sıralamaya geri dönülmüştür.
^"ANAYASA MAHKEMESİ KARARI - 2008/116"(PDF). Türkiye Cumhuriyeti Anayasa Mahkemesi. 5 Haziran 2008. 21 Mayıs 2023 tarihinde kaynağından(PDF) arşivlendi. Erişim tarihi: 9 Şubat 2024. ANAYASA MAHKEMESİ KARARI: Esas Sayısı:2008/16, Karar Sayısı:2008/116, Karar Günü:5.6.2008, 2-İptal İsteminin İncelenmesi a) Teklif edilebilirlik yönünden: Asli kurucu iktidarın önceki Anayasalarla bağlı olmaksızın yarattığı yeni Anayasa, temel düzen normu haline geldiği andan itibaren, tüm anayasal kurum ve kuruluşların meşruiyetlerinin dayanağı haline gelir. Anayasa'nın öngördüğü ve öğretide kurulu iktidar olarak tanımlanan yasama, yürütme, yargı organları ile bunların alt birimlerinin asli kurucu iktidarın yarattığı "hukuksal otorite" sınırları içinde hareket etmeleri, işlem ve eylemlerinin hukuksal geçerlilik kazanabilmesinin ön koşuludur. Bu durum, Anayasa'nın 6. maddesinde yer alan "hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasa'dan almayan bir devlet yetkisi kullanamaz" ifadesiyle, herhangi bir istisna tanımaksızın kabul edilmiştir. Anayasa koyucu "hiçbir kimse ya da organ"dan söz ettiğine göre, kurulu bir organ olarak yasama organının da sistem dışı yetki kullanımının hukuksal açıdan geçerli olmayacağının kabulü gerekir.... Anayasa'nın 175. maddesine göre Anayasayı değiştirme yetkisi TBMM'ye tanınmıştır. Kaynağı Anayasa olan bu yetkinin Anayasa'nın öngördüğü yöntemlerle ve Anayasaya uygun olarak kullanılacağı kuşkusuzdur. Yasama organı bu yetkisini 175. maddede belirtilen yöntemle kullanırken, yetkinin her şeyden önce asli kurucu iktidar tarafından kullanılmasına izin verilen bir yetki olması gerektiği açıktır.
^"K. Gözler, TBMM Yeni Bİr Anayasa Yapabilir mi?". www.anayasa.gen.tr. 30 Mayıs 2023 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 9 Şubat 2024. Anayasa değişikliği sürecinde iradesini açıklayan bu organlar (TBMM, Cumhurbaşkanı ve halk), Türkiye’de bir aslî kurucu iktidar değil, tali kurucu iktidardırlar. Zira bunlar, 1982 Anayasası tarafından kurulmuş ve yetkileri yine bu anayasa tarafından kendilerine verilmiştir. Birer kurulmuş organ olarak, kendilerini kuran anayasayı ilga etme ve yeni bir anayasa yapma yetkisine haliyle sahip olamazlar. Burada “halk”ın Anayasa tarafından kurulmadığı, halkın egemen olduğu, aslî kurucu iktidara her zaman sahip olduğu yolunda düşünceler ileri sürülebilir; ancak bu düşüncelerin hukukî bir değeri yoktur. Kaldı ki, 1982 Anayasasının 175. maddesi çerçevesinde anayasa değişikliği usûlünde, halkoylaması yoluyla iradesini açıklayan organ, “halk” değil, referanduma gidip geçerli oy kullanan "seçmenler"dir. Seçmen kavramı ile halk kavramının aynı şey olmadığı ise aşikârdır. Dolayısıyla anayasa değişikliği sürecinde referandum yoluyla iradesini açıklayan seçmen topluluğu, bir aslî kurucu iktidar değil, tali kurucu iktidar, yani bir kurulmuş iktidardır. Kurulmuş bir iktidar olarak da yeni bir anayasa yapma yetkisine sahip değildir.
^Olgun, Kenan (2012). "Osmanlı Meclis-i Mebusanı'nda Ara Seçimler (1908-1912 Dönemi)". Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi. 28 (82): 1-24. ISSN1011-727X. 7 Ağustos 2022 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 23 Eylül 2023. İttihat ve Terakki ile Hürriyet ve İtilaf Fırkası arasındaki ilk ciddi siyasi mücadele 11 Aralık 1911 tarihinde İstanbul'da yapılan ara seçimlerde yaşanmıştır.
^"Mehmet Kabasakal, "Factors Influencing Intra-Party Democracy and Membership Rights:The Case of Turkey", Party Politics 20(5), 2014, ss. 700-711; Pelin A. Musil, Authoritarian Party Structures and Democratic Political Setting in Turkey, Palgrave Macmillan, New York, 2011; Sabri Sayarı, Pelin Ayan Musil ve Özhan Demirkol, Party Politics in Turkey: A Comparative Perspective, Routledge, New York, 2018".
^Akyılmaz, Cemre (2019). "2017 Anayasa Değişikliklerine göre Cumhurbaşkanlığı kararnameleri". Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi. 23 (1): 191-207.
^Ardıçoğlu, M. Artuk (Mart 2017). "Cumhurbaşkanlığı kararnamesi". Ankara Barosu Dergisi (3): 21-51.
^Boztepe, Mehmet (2018). "2017 Yılı Anayasa Değişikliği Sonrası Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin Hukuki Rejimi". İstanbul Medipol Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi. 1 (5): 5-30.
^Yıldırım, Turan (2017). "Cumhurbaşkanlığı kararnameleri". Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Hukuk Araştırmaları Dergisi. 2 (23): 13-28.