Slav kabilelerin Vistül havzasına MÖ 2000'lerde yerleştikleri sanılmaktadır. MS 9. ve 10. yüzyıllarda bu bölgede Piast hanedanı egemendi. 966'da Piast Hükümdarı I. MieszkoHristiyanlığı kabul etti ve Polonya devletinin temelini attı.
Ne var ki, Polonya 200 yıl boyunca, doğuya doğru genişleme amacında olan Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu'na karşı bağımsızlığını korumak için mücadele etmek zorunda kaldı. Polonya 12. yüzyılda bu imparatorluğun egemenliğine girdi ve bazı topraklarını yitirdi. Ülke 13. yüzyılda yeni sorunlarla karşılaştı. 1241'de başlayan Moğol akınları büyük yıkımlara neden oldu. Öte yandan ülkenin kuzeyi, Vistül'ün doğusunda güç kazanmış olan Töton Şövalyeleri'nin tehdidi altına girdi. Töton Şövalyeleri 1308'de Danzig'i (bugün Gdansk) ve Pomeranya'nın kıyı bölümünü ele geçirince Polonya'nın denizle ilişkisi kesildi.
Son Piast Kralı III. Casimir, Tötonların tehdidi altındaki komşuları Litvanyalılar ile Polonyalılar arasında bir birlik oluşturmaya çalıştı. 1386'da Litvanya Grandükü II. Wladyslav Jagiello'nun Polonya Kraliçesi Jadwiga ile evlenmesiyle istenen birlik gerçekleşti. Bu evlilikle Polonya toprakları dört kez büyüdü ve doğu ticaret yolu açılmış oldu. 1410'da Jagiello, Grunwald'de Töton Şövalyeleri'ni yenmeyi başardı. 1466'da oğlu IV. Kazimierz, Töton Şövalyeleri'ne karşı açtığı On Üç Yıl Savaşı'nı kazanarak Pomeranya ile Gdansk'ı geri aldı. Böylece Baltık Denizi'ne çıkış yeniden sağlanmış oldu. 15. yüzyılın sonuna doğru Osmanlılar ve Kırım Tatarları Karadeniz çevresindeki bazı bölgeleri ele geçirerek Polonya'nın doğu ticaret yolunu kestiler. Aynı dönemde Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu, Töton Şövalyeleri'ni Polonya'ya karşı ayaklandırdı. Bu arada Polonya sınırları Rus ve Osmanlı akınlarıyla zorlanıyordu.
I. Zygmunt (1506-48) Rus saldırılarının çoğunu püskürttü. Osmanlıların sürekli akınlarını durdurmak için ise 1533'te bir barış antlaşması imzaladı. 1569'da birleşik ve bağımsız bir krallık yönetimini öngören bir anayasa hazırlandı. Tüm soyluların kralın seçimine doğrudan katılması sağlandı. Litvanya Grandüklüğü ve Polonya Krallığı, tek bir hükümdarca yönetilen bir devlet oluşturdular. Bu dönemde soyluların köylüler üzerindeki sömürüsü ağırlaşmıştı.
Polonya, Doğu Avrupa'nın önemli bir tarım ve ticaret merkezi haline durumuna geldi. Seçimle işbaşına gelen Stephen Báthory, Rusların işgali altındaki toprakları geri almayı başardı, ülkede reformlara girişti. Batory'den sonra başa geçen III. Zygmunt Waza (1587-1632) İsveç ve Rusya ile savaşa girdi. Bu dönemde parlak zaferler kazandıysa da daha sonra Osmanlı akınları karşısında zayıf düştü. Polonya'nın zayıf düşmesinden yararlanan İsveç, 1629'daki bir antlaşmayla Baltık kıyı kentlerini aldı.
Bir yandan Osmanlılar Avrupa'nın ortalarına doğru ilerlerken, Ruslar da topraklarını batıya doğru genişletmeye başlamıştı. 1674'te tahta çıkan Jan Sobieski, Viyana'yı kuşatan Osmanlı ordusunun yenilgiye uğratılmasında önemli rol oynadı (1683). Karlofça Antlaşması ile Osmanlıların elindeki topraklar yeniden Polonya'ya geçti (1699).
Avusturya ve Rusya 17. yüzyılın sonunda Avrupa'nın iki büyük gücü olarak öne çıkmıştı. 18. yüzyılın başında Polonya İsveç'in işgaline uğradı, kentleri yağmalandı ve nüfusunun dörtte birini yitirdi. Bundan yaralanan I. Petro, Polonya topraklarının bir bölümünü ele geçirerek, Polonya'nın Rusya'nın koruması altına girdiğini ilan etti. 1772'deki bir anlaşmayla Polonya topraklarının yaklaşık üçte biri Rusya, Avusturya ve Prusya arasında bölündü. Bu olay Polonya soylularının yurtseverlik duygularını kamçıladı. Düzenli bir ordu kurduktan sonra 1791'de yeni bir anayasa ile halk egemenliğini öngören bir yönetim planı geliştirdiler. Polonya'nın Fransız Devrimi'ne benzer bir girişimde bulunmasından kaygılanan Rusya ülkeyi işgal etti. 1793'teki ikinci paylaşımla Polonya daha da küçüldü. Sonraki yıl General Tadeusz Kosciuszko önderliğindeki ayaklanma yenilgiyle sonuçlandı. 1795'te Rusya, Avusturya ve Prusya'nın katıldığı son bölünmeyle birlikte Polonya 100 yılı aşacak bir süre boyunca Avrupa siyasal haritasından silindi.
Rusya'da gerçekleşen 1917 Büyük Ekim Sosyalist Devrimi'yle iktidara gelen Bolşevikler Polonya'nın bağımsızlığını kabul etti. Lenin ulusların kendi kaderlerini tayin hakkına saygı göstererek Polonya'nın bağımsızlığını onayladı. Ancak Polonya Rusya'da çıkan iç savaştan istifade edip toprak kazanabilmek için saldırıya geçti. Bağımsızlığını Sovyet hükûmeti sayesinde kazanmasına rağmen Polonya Ukrayna ve Belarus topraklarına saldırıya geçti. Böylece SSCB-Polonya Savaşı (1919-1921) başladı. Batılı devletlerce desteklenen Polonya, Kızıl Ordu'yu yendi ve 1921'de Riga Antlaşması'yla doğu sınırını da çizdi.
Polonya sanayi açısından çoğu Avrupa ülkesine göre daha geriydi. Bu nedenle yalnızca savaş yaralarını sarmakla kalmayıp yeni bir yönetim oluşturmak, eskiden üç parçaya ayrılmış olan ülkede birliği sağlamak ve bir sanayileşme programı uygulamak zorundaydı. 20 yıl sürecek bağımsızlık döneminde oldukça önemli adımlar atıldı.
Polonya, SSCB ile Almanya arasındaki anlaşmazlıkların dışında kalacağını umuyordu. Fransa, Romanya ve İngiltere ile savunma antlaşmaları yaparak olası bir savaştan uzak kalmaya çalıştı. Almanya ile de saldırmazlık paktı imzaladı. Savaş başlamadan önce Almanya ile SSCB 23 Ağustos 1939'da kendi aralarında bir saldırmazlık paktı imzaladılar. Alman birlikleri savaş ilan etmeden 1 Eylül 1939'da Polonya'yı istila etti.[5]SSCB de doğu illerine girdi. Polonya toprakları ikiye bölünerek Almanya ve SSCB'ye bağlandı. Bunun üzerine Paris'te bir Polonya sürgün hükûmeti kuruldu. Polonyalılar Fransızlarla beraber Almanlara karşı savaştılar. Sürgün hükûmeti daha sonra Londra'ya taşındı. Alman işgali altındaki Polonya'da çok sayıda Yahudi'nin yaşadığı gettolar kapatıldı. Polonya'da 1941'den itibaren büyük bir Yahudi soykırımı yaşanmaya başlandı. Chelmno, Auschwitz ve Treblinka toplama kamplarında 3 milyon Yahudi öldürüldü. Alman orduları Polonya üzerinden SSCB'ye saldırıya geçti. Bunun üzerine SSCB, Polonya sürgün hükûmetini tanıdı ve Polonyalı savaş tutsaklarından bir ordu kurulmasını onayladı. Polonya'nın işgaliyle başlayan ülke çapındaki direniş hareketi savaş yılları boyunca giderek gelişti, 19 Nisan 1943'te Varşova Gettosu Ayaklanması başladı. 1 Ağustos - 2 Ekim 1944 Varşova ayaklanması başladı. İki ay süren çarpışmalar kentin yıkılması ve halkın toplama kamplarına sürülmesiyle sonuçlandı. Ayaklanma bastırıldıktan sonra Ocak 1945'te Kızıl Ordu Varşova'ya girdi. Mart 1945'te Alman işgali sona erdirildi.
II. Dünya Savaşı'ndan sonra Polonya Ulusal Birlik Hükûmeti, ABD ve İngiltere tarafından tanındı. SSCB ile de doğu sınırları konusunda anlaşmaya varıldı. Böylece Polonya bağımsız bir devlet olarak yeniden Avrupa haritasında yerini aldı. Ne var ki, yüzölçümü 1939 öncesine göre küçülmüştü; eski topraklarını Almanya'dan geri almasına karşılık, daha fazlasını SSCB'ye bırakmak zorunda kalmıştı.
Ulusal Birlik Hükûmeti'nin kurulmuş olmasına karşın, hepsi de savaş sırasında bağımsızlık mücadelesi vermiş çeşitli partiler arasında anlaşmazlık çıktı. Sonunda komünist Boleslaw Bierut cumhurbaşkanı oldu.
Ülkede toprak reformu yapıldı ve büyük sanayi işletmeleri kamulaştırıldı. Hızla sanayileşme amacıyla planlar yapıldı ve ülke kaynakları bu amaca yönelik olarak kullanılmaya başlandı. Ama kilise, öğrenciler ve aydınlar özgürlüklerin kısıtlanmasından, mal kıtlığından ve gelirlerin yetersizliğinden şikayetçiydiler. 1956'da Poznan'da başlayan genel grev bastırıldı. 1968'de aydınların ve öğrencilerin protestosu tüm üniversite kentlerine yayıldı. 1970'lerde ülke çapında işçi direnişleri başladı. Bu arada 1978'de Polonyalı Karol Vojtyla, II. Johannes Paulas adıyla papa seçildi. Yeni papanın 1979'da Polonya'yı ziyareti sırasındaki karşılama törenleri yönetim karşıtı gösterilere dönüştü. 1980'de Lech Walesa'nın önderliğinde Dayanışma Sendikası kuruldu ve kısa sürede bir muhalefet odağı durumuna geldi. 1981'de General Wojciech Jaruzelski başkanlığında yeni bir hükûmet kuruldu. Aynı yılın Aralık ayında sıkıyönetim ilan edildi ve Dayanışma Sendikası kapatıldı. 1983'te sıkıyönetim kaldırıldı, 1985'te seçimler yapıldı. Jaruzelski yönetimi, SSCB'de ve öteki sosyalist ülkelerde yürürlüğe giren reformların da etkisiyle ülkede ekonomik ve toplumsal alanda önemli değişimlere yöneldi. Ama 1988'de yeni bir grev dalgası patlak verdi. Hükûmet ve Dayanışma önderlerinin aldığı ortak kararlar doğrultusunda Haziran 1989'da serbest seçimler yapıldı. 30 Ocak 1990'da komünist rejim yıkılarak demokratik sisteme geçildi.
Ülkenin 770 km (480 mi) batısında Pomeranya Körfezi boyunca Baltık denizi kıyılarından doğuda Gdańsk Körfezi'ne kadar uzanan bir kıyı şeridi vardır.[6] Sahil şeridinde bol miktarda kumullar veya kıyı sırtları vardır. Sahil şeridi, Rusya ile paylaşılan Hel Yarımadası ve Vistül Lagünü olmak üzere kıyı okları ve lagünlerince girintilidir.[9] Baltık Denizi'ndeki en büyük Polonya adası, Wolin Ulusal Parkındaki Wolin'dir.[10] Polonya ayrıca Szczecin lagününü ve Usedom adasını Almanya ile paylaşır.[11]
Yönetim şekli cumhuriyettir. Cumhuriyetin ilan ediliş tarihi 11 Kasım 1918'dir. Cumhurbaşkanı Andrzej Duda, 6 Ağustos 2015'te göreve gelmiştir.
10 Nisan 2010'da Polonya Cumhurbaşkanı Lech Kaczyński ve beraberindeki heyeti taşıyan Tu-154M tipi uçak aşırı sisli havada iniş yapmaya çalışırken düşmüş ve kurtulan olmamıştır. Polonya BaşbakanıDonald Tusk, Devlet Başkanı Lech Kaczynski'yi taşıyan uçağın Rusya'da düşmesinin, "Polonya'nın savaş sonrası tarihinin en trajik olayı olduğunu" söylemiştir.
Düşen uçaktaki Polonya heyetinde Kaczynkski ile eşi Maria'nın yanı sıra Genelkurmay Başkanı Franciszek Gagor, Merkez Bankası Başkanı Slawir Skrzypek, Dışişleri Bakan Yardımcısı Andrej Kremer, Polonya'nın sürgündeki son Devlet Başkanı Ryszard Kaczorowski, Ulusal Güvenlik Bölümü Başkanı Aleksander Szczyglo, Devlet Başkan Yardımcıları Pawel Wypch ile Mariusz Handzlik, Parlamento Başkan Yardımcısı Jerzego Szmajdzinski gibi üst düzey devlet görevlileri yer alıyordu.
Sözleri J. Wybicki tarafından yazılıp M. Oginski tarafından bestelenmiş olan "Dabrowski'nin Mazurkası", "Jeszcze Polska nie zginela" (Polonya Daha Ölmedi) marşı, Polonya'nın ulusal marşıdır. Ulusal simgesi Beyaz Kartal'dır. Ulusal rengi kırmızı ve beyazdır. Polonya'nın bir sloganı "Polonya Aile Cumhuriyeti"dir.
1990'ların başından beri istikrarlı bir ekonomik liberalizasyon politikası izleyen Polonya, geçiş süreci ekonomileri arasında bir başarı örneği olarak öne çıkmaktadır.
Devletin sahibi olduğu küçük ve orta ölçekli işletmelerin özelleştirilmesi, yeni firma'ların kuruluşunu düzenleyen liberal bir yasanın kabul edilmesi özel sektörün gelişimini teşvik etse de, süregelen yolsuzluklara ilaveten yasal ve bürokratik engellerin bulunması özel sektörün daha da gelişmesini baltalamaktadır.
Tarım sektörü, işçi fazlası, verimsiz küçük tarlalar ve yatırım eksikliği nedeniyle gelişememektedir.
Kömür, çelik, demiryolları ve enerji gibi "hassas sektörlerin" yeniden yapılandırılması ve özelleştirilmesi süreci başlatılsa da bu süreç yavaş işlemektedir.
Sağlık, eğitim, emeklilik sistemi ve devlet yönetiminde yapılan reformlar devlet bütçesine beklenenden daha fazla yük getirmiştir.
Kamu maliyesinin gelişimi kamu iktisadi teşekküllerinden kaynaklanan kayıpların azaltılmasına, kayıt dışı ekonominin kayıt altına alınmasına ve vergi reformu gerçekleştirilmesine bağlı gözükmektedir. Polonya Hükûmeti, 2004 yılında kamu harcamalarını 2007 yılına kadar yaklaşık olarak 17 milyar Amerikan doları azaltmaya yönelik bir ekonomik paket yürürlüğe koymuştur.
Polonya 2004 yılı Mayıs ayında Avrupa Birliği'ne (AB) üye olmuştur. 2004 yılında Polonya'nın Avrupa Birliği ülkelerine olan ihracatında yaşanan artış ülkenin büyümesine katkıda bulunmuştur. Polonya 2006 yılına kadar AB fonlarından yaklaşık olarak 13.5 milyar ABD Doları katkı sağlayacaktır.
Polonya ekonomisi ve Gayri Safi Yurtiçi Hasıla (GSYİH) halen nominal standartlar açısından Avrupa Birliği'nde altıncı en büyüğü ve satın alma gücü paritesi açısından beşinci en büyüğüdür. Aynı zamanda Birlik içinde en hızlı büyüyenlerden biridir.[17] İstihdam edilen nüfusun yaklaşık %60'ı ekonominin üçüncül hizmet sektörü'nde, %30'u sanayi ve imalat sektöründe ve geri kalan %10'u tarım sektöründedir.[18] Polonya AB'nin tek pazar üyesi olmasına rağmen, ülke Euro'yu yasal ödeme aracı olarak benimsemedi ve kendi para birimini– Polonya zlotisi (zł, PLN) korur.
Güçlü bir iç pazarı, düşük özel borcu, düşük işsizlik oranı, esnek para birimi ve tek bir ihracat sektörüne bağımlı olmayan Polonya, 2008 durgunluğu'ndan kurtulan tek Avrupa ekonomisidir.[21] Ülke, dünyadaki mal ve hizmet 20. en büyük ihracatçı'dır ve en başarılı ihracatı makine, mobilya, gıda ürünleri, giyim, ayakkabı, kozmetik ve video oyunlarını içerir.[22][23][24] Mal ve hizmet ihracatı, 2020 itibarıyla GSYİH'nın yaklaşık %56'sı değerindedir.[25] Polonya'nın en büyük ticaret ortakları Almanya, Çek Cumhuriyeti, Birleşik Krallık, Fransa ve İtalya'dır.[26][27] Eylül 2018'de işsizlik oranı, Avrupa Birliği'ndeki en düşük oranlardan biri olan %5,7 olarak tahmin edildi.[28] 2019'da Polonya, 26 yaşın altındaki işçileri gelir vergisi'nden muaf tutan bir yasa çıkardı.[29]
Sanayi ve Enerji
Polonya yeraltı kaynakları zengin bir ülkedir. Yukarı ve Aşağı Silezya'da taşkömürü çıkartılır. Güneydoğuda kükürt, Katowice'de çinko ve kurşun yatakları vardır. Ayrıca linyit, kayatuzu, doğal gaz ve bakır elde edilir. Petrol ve demir gereksinimini büyük ölçüde dış ülkelerden sağlayan Polonya gelişkin bir sanayi ülkesidir.
Demir-çelik, makine, ulaşım araçları, kimyasal maddeler, pamuklu dokuma, kâğıt, metal ürünler ve elektrikli ev aygıtları üretilir.
Ormanlardan elde edilen yumuşak odunlu kereste dış ülkelere ihraç edilir.
Gdansk'ta gemi yapım ve onarım tesisleri vardır.
Tarım
Topraklarının yarıya yakını ekime elverişli olan Polonya'da patates, şekerpancarı, çavdar, buğday, arpa üretilir; domuz ve sığır yetiştirilir.
Balıkçılık da ülke ekonomisine büyük katkı sağlar.
Ulaşım
Polonya'da sanayi bölgelerine ve limanlara ulaşan demiryolları özellikle yük taşımacılığında önemlidir.
Varşova, karayolu ağının merkezidir.
Oder Irmağı'ndan suyolu taşımacılığında yararlanılır. Başlıca limanları Szczecin, Świnoujście, Gdynia ve Gdansk'tır. Uluslararası hava seferleri Varşova Havalimanı'ndan yapılır.
Polonya Avrupa'nın en dindar ülkesidir. Katolik olduğunu söyleyenler %70'e, düzenli olarak kiliseye gittiğini beyan edenler %80'e ulaşmaktadır. Dini inancı olanlar arasından 4 grup saptanabilir niteliktedir.
Polonyalıların %15'i çok dindar olup, her gün ibadet ederler.
% 35-55'i, Tanrı'ya inanırlar ve dua ederler ancak kiliselere sıklıkla gitmezler.
% 20-25'i, Tanrı'ya inanıp kiliseye çok ender giderler. Kiliseyi eleştirirler.
% 20-30'u, Tanrı'ya inanırlar ancak ibadet etmezler.
Polonya Meclisi (Sejm) başkan kürsüsünün arkasında Haç vardır. Anayasa'da ilgili her bölümde Katolikliğe atıf vardır. Bu anlamda, Katoliklik devletin resmî dini olarak kabul edilmektedir de denebilir. Kilise; devlet, siyaset ve toplum hayatında gerektiğinde kullandığı ciddi bir nüfuza sahiptir. Bazı katolik papaz ve din grupları, siyasete açıkça girmekte ve bugünkü koalisyon iktidarının bazı partilerini desteklemektedir. Bugün Polonya'da hiçbir kişi ya da resmî veya özel kurumun, Katolikliği açıkça reddetmesi ya da eleştirmesinin düşünülmesi imkânsızdır. Kilise ile açıkça ters düşen bir partinin siyasi yaşamda yer sahibi olması neredeyse imkânsızdır. Papa II. Jean Paul'e incitici eleştiriler yönelten bir gazeteci, mahkeme tarafından suçlu bulunmuştur. Resmî kurumların devlet ile kilise ilişkisini, 1989 yılı yasaları düzenlemektedir. Söz konusu yasalar, inanç özgürlüğünü garanti altına almakta, Roma Katolik Kilisesi'nin radyo ve televizyon programları yapmasına, ayrıca okul, hastane ve tarihi değeri olan binaları işletmesine izin vermektedir. Lublin Katolik Üniversitesi ve Varşova İlahiyat Akademisi dışında birçok üniversite ve eğitim kurumunda ilahiyat bölümleri vardır. 28 Temmuz 1993 yılında hükûmet, Başpiskoposluk ile aralarındaki karşılıklı ilişkileri düzenleyen bir Konkordato imzalamış, söz konusu anlaşma üzerinde 5 yıl görüşmeler yapıldıktan sonra Parlamento tarafından yasallaştırılmıştır. Varşova Başpiskoposu, aynı zamanda Polonya Başpiskoposu'dur ki, 1981'den bu yana bu görevi KardinalJózef Glemp üstlenmektedir. Dini başkent Gniezno'dur ve bu kentin piskoposu doğrudan, başpiskopos ûnvanı alır. 1978 yılının Ekim ayında, Krakow Piskoposu kardinal Karol Wojtyła (Karol Voytıua), II. Jean Paul (ikinci Jan Pol) adı ile 'Papa' seçilmiştir. Wojtyła, yani II. Jean Paul 2005 yılında yaşlılık nedeniyle ölmüştür.
Polonya'da 5.000 kadar MüslümanTatar yaşamaktadır. 1989 yılından itibaren, yeni Müslüman göçmenler ülkeye yerleşmiştir.
Polonya mutfağı birden çok kültürden etkilenmiş farklı tatları bir araya getirerek kendine has bir yemek kültürü oluşturmuştur. Özellikle patates bu kültürde geniş bir yer kaplıyor. Bazen baharatlı bazen de tatlı yapılan bir mantı çeşidi olan Pierogi ve değişik çorbalarından biri olan Zurek Polonya'ya kültürüne özgü yemeklerdir.[31]