Türk Kurtuluş Savaşı, I. Dünya Savaşı'ndan yenik çıkan Osmanlı Devleti'nin İtilaf Devletleri'nce işgali sonucunda Mîsâk-ı Millî sınırları içinde ülke bütünlüğünü korumak için girişilen çok cepheli siyasi ve askeri mücadeledir. 1919-1922 yılları arasında gerçekleşmiş ve 11 Ekim 1922'de imzalanan Mudanya Mütarekesi ile fiilen, 24 Temmuz 1923'te imzalanan Lozan Antlaşması ile resmen sona ermiştir.
Türkiye Cumhuriyeti'nin temel nitelikleri, Lozan Antlaşması'nda da yer almıştır. Buna göre, ülkesi ve ulusuyla bölünmez bir bütün oluşturan Türkiye'de yaşayan ve Türk devletine vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkes eşit ve aynı haklara sahip Türk ulusunu oluşturmaktadır[kaynak belirtilmeli].
Saltanatın kaldırılmasının ve Lozan Antlaşması'nın ardından TBMM'de en çok tartışılan konulardan biri olan yeni devletin niteliği sorunu Mustafa Kemal Paşa'nın 28 Ekim gecesi İsmet İnönü'yle, devletin niteliğinin cumhuriyet olduğunu saptayan bir yasa tasarısı hazırlaması ile son buldu. 29 Ekim 1923 günü,
"Hakimiyet kayıtsız ve şartsız milletindir. İdare usulü halkın mukadderatını bizzat ve bilfiil idare etmesi esasına dayanır. Türkiye Devletinin hükûmet şekli Cumhuriyettir"
esasına dayalı olarak Cumhuriyet ilan edildi ve yeni Türk Devleti'nin adı artık Türkiye Cumhuriyeti idi.[1] Bu karar ise halka ilk kez 30 Ekim 1923 tarihli Anadolu'da Yeni Gün gazetesinde "Büyük Millet Meclisi Şekl-i Hükümetimizi Tespit Eden Teşkilat-ı Esasiye Tadilatını Kabul ve Türkiye Cumhuriyetini İlan Eylemiştir” manşetiyle duyuruldu.[2]
Atatürk, 24 Nisan 1920 ve 13 Ağustos 1923 tarihlerinde TBMM Başkanlığına seçildi. Bu başkanlık görevi, devlet-hükûmet başkanlığı düzeyindeydi. 29 Ekim 1923 tarihinde Cumhuriyet ilan edildi ve Atatürk ilk cumhurbaşkanı seçildi. Anayasa gereğince dört yılda bir cumhurbaşkanlığı seçimleri yenilendi. 1927, 1931, 1935 yıllarında TBMMAtatürk'ü yeniden cumhurbaşkanlığına seçti.
Atatürk sık sık yurt gezilerine çıkarak devlet çalışmalarını yerinde denetledi. İlgililere aksayan yönlerle ilgili talimatlar verdi. Yurt dışına hiçbir resmî ziyaret için çıkmamakla birlikte, Cumhurbaşkanı sıfatıyla Türkiye'yi ziyaret eden yabancı ülke devlet başkanlarını, başbakanlarını, bakanlarını ve komutanlarını ağırladı.
Mustafa Kemal Atatürk: 1923-1938
Atatürk dönemi iç politikası devrimleri ve yapılan yenilikleri kapsar.
Atatürk Halk Fırkası adıyla bir parti kurmak niyetini ve siyasi fırkaların gerekliliğini 7 Şubat 1923’te Balıkesir Paşa Camii’nde halka hitaben yaptığı, halkçılık temeline dayalı bir fırkanın kurulması üzerinde durduğu konuşmada
'Halk Fırkası dediğimiz zaman bunun içinde bir kısım değil, bütün millet dahildir... Halk Fırkası halkımıza terbiye-i siyasiye vermek için bir mektep olacaktır' diyerek belli etmiştir.
9 Eylül 1923’te Mustafa Kemal Atatürk tarafından kurulmuş olan Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk yasal siyasi partisidir. Başlangıçta adı "Halk Fırkası" olan parti 1924 yılındaki kurultayda adını "Cumhuriyet Halk Fırkası" olarak değiştirdi. 1927 yılında "Cumhuriyetçilik", "Halkçılık", "Milliyetçilik" ve "Laiklik" ilkelerini tüzüğüne ekledi. 1935 yılındaki kurultayda daha önceki dört ilkeye "Devletçilik" ve '"Devrimcilik" ilkeleri de eklenerek ilkeler altıya çıkarıldı ve partinin adı "Cumhuriyet Halk Partisi" oldu.
Atatürk Devrimleri veya diğer adıyla Atatürk İnkılapları, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu ve ilk cumhurbaşkanı olan Mustafa Kemal Atatürk tarafından öncülük edilen, günümüzde Atatürk İlkeleri olarak bilinen ilkeler doğrultusunda, 1922 ile 1937 yılları arasında hayata geçirilen bir dizi yasal, hukuki, dini, kültürel, sosyal ve ekonomik değişikliklerdir. Bu devrimlerin amacı, Atatürk tarafından; "Türkiye'yi gelişmiş ülkelerin seviyesine çıkartmak" olarak beyan edilmiştir.
Cumhuriyetin ilanı, milletin yönetilme şeklinin belirlenmiş olduğu, Atatürk'ün siyasi devrimlerinden bir tanesidir. 23 Nisan 1920'de TBMM'nin açılışı ile millî egemenliğe dayalı yeni bir devlet kurulmuştu. Ancak Türk Kurtuluş Savaşı devam ederken, millî birlik ve beraberliğin bozulmaması için rejimin adı konulmamıştı. Türkiye Büyük Millet Meclisinde (TBMM) 25 Ekim 1923'te ortaya çıkan kabine bunalımı sonucunda, bu yönetim şeklinin kusurları daha net ortaya çıkmış ve 29 Ekim'de Anayasanın ilgili maddeleri değiştirilerek, ülkenin yönetim şekli cumhuriyet olarak belirlenmiştir.
Cumhuriyet’in ilanı Atatürk ve silah arkadaşları arasında görüş ayrılıklarına, dolayısıyla tepkilere yol açmıştı. Bu ayrılıklar Cumhuriyet Halk Fırkası (CHF)’na karşı ilk muhalefet hareketini doğurdu. Bu gelişmeden sonra Millî Mücadele döneminde M. Kemal Paşa’nın yakınında yer alan ve onu destekleyen Kazım Karabekir, Ali Fuat Cebesoy, Refet Bele, Rauf Orbay ve Adnan Adıvar gibi önemli komutan ve şahsiyetler Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası adıyla yeni bir parti kurdular.
Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası, Şeyh Said İsyanı sonrasında, programındaki fırkamız itikad-ı diniyeye ve fıkriyeye hürmetkardır maddesinden dolayı isyandan sorumlu tutularak 5 Haziran 1925’te kapatıldı.
1923-1929 yılları arasında Teşvik-i Sanayi Politikası uygulanmışsa da dünyada yaşanan ekonomik kriz nedeniyle beklenen ölçüde yararlı olamamıştır. Bunun sonucunda 1932 yılında hükûmet devletin üretime yönelen temel yatırımları gerçekleştirmesini üstlenmesine karar vermiştir.[3]
1930'lu yıllar dünya tarihi açısından son derece önemliydi. Avrupa'da faşizm yayılmakla birlikte Türkiye'nin doğu komşusu SSCB'de de sosyalist idare anlayışı totaliter ve merkeziyetçi bir şekilde yayılmaktaydı. Dünyada ekonomik buhran halklar üzerinde etkisini artırarak sürdürmekteydi. Türkiye iktisadi buhranı atlatabilmek ve hızla kalkınabilmek maksadıyla devletçilik uygulamasına geçmişti.
1934 yılında I. Beş Yıllık Sanayileşme Planı devreye sokuldu. En büyük ağırlık dokuma sektörüne verilmekteydi. Fabrikaların büyük bir kısmı Sovyet kredisi ve teknolojisi ile kuruluyordu. Demiryolları yapımına önem verilmekteydi.[3]
İsmet İnönü: 1938-1950
Atatürk'ün ölümü üzerine 11 Kasım 1938'de cumhurbaşkanlığına seçilen İnönü Cumhurbaşkanlığının yanı sıra CHP genel başkanlığına da getirildiğinden yönetim üzerinde geniş otorite sahibi oldu.
26 Aralık 1938’de toplanan CHP Üçüncü Büyük Kurultayı'nda İsmet Paşa değişmez genel başkan ve Millî Şef ilan edilmesiyle yaklaşık 12 yıl sürecek olan millî şeflik dönemi başlamış oluyordu.
II. Dünya Savaşı (1939-1945) döneminde İnönü ülkeyi savaştan uzak tutmaya çalıştı. Savaş yıllarındaki ekonomik ve toplumsal sıkıntılar ise, dönemin unutulmayan mirası olarak kaldı. Gene bu dönemde Hasan Âli Yücel'in öncülüğündeki Köy Enstitüleri kuruldu ve geliştirildi.
Savaş nedeniyle çok sayıda gencin askere alınması ve temel ürünlerle ilgili olarak devlet stoklarının geniş tutulması nedeniyle iç piyasada büyük darlık yaşanmış ve ürünlerin fiyatları olağanüstü artmıştır. Aynı dönemde hükûmet stokçu, karaborsacı ve fırsatçılarla yoğun bir şekilde mücadele etmişse de, toplumun geniş kesmi tatmin edilememiştir.[4]
1950 genel seçimlerinden sonra CHP iktidarı Demokrat Parti'ye (DP) bırakırken, İsmet İnönü ana muhalefet partisi genel başkanı olarak siyasal rolünü sürdürdü. On yıllık muhalefet dönemi sonunda 27 Mayıs sonrası yeni anayasa kabulü ile 15 Ekim 1961 genel seçimlerinden CHP birinci parti olarak çıkınca, İnönü yeniden hükûmeti kurmakla görevlendirildi. Bu dönemde CHP-AP, CHP-YTP-CKMP ve CHP-Bağımsızlar koalisyon hükûmetlerine başkanlık etti.
Amerikalı general Douglas MacArthur'la 1931 senesinde yaptığı bir konuşmada Atatürk şöyle demektedir:
“
Versay Antlaşması, I. Dünya Savaşı'nı hazırlayan nedenlerin hiçbirini ortadan kaldırmamış, tersine dünün başlıca rakipleri arasındaki uçurumu daha da derinleştirmiştir. Galip devletler yenilenlere barış koşullarını zorla kabul ettirirken bu ülkelerin etnik, jeopolitik ve ekonomik özelliklerini dikkate almamışlar, yalnız düşmanlık duygularının üzerinde durmuşlardır. Böylelikle de bugün içinde yaşadığımız barış, ateşkesten öteye gidememiştir. Bence dün olduğu gibi yarın da Avrupa'nın kaderi Almanya'nın tutumuna bağlı kalacaktır.
„
II. Dünya Savaşı 20. yüzyılın iki topyekûn savaşından ikincisidir. Altı yıl boyunca, dünyanın çeşitli bölgelerinde süren kesintisiz savaşlarla süre giden II. Dünya Savaşı, Alman ordularının Polonya'ya saldırdığı 1 Eylül 1939'da başlamış kabul edilir. Ne var ki, birbirinden kopuk görünseler de bu tarihten önceki çatışmalar ve I. Dünya Savaşı sonrası yapılan ancak mağlup devletleri memnun etmemiş olan antlaşmaların geçersiz kılınması, savaşta birincil rol oynayan tarafların stratejik hedefleri arasında yer aldığından, savaşın başlangıcı tarihsel olarak daha geriye gitmektedir.
İnsan kaynakları yönünden ağır sonuçları yaşanan bir Kurtuluş Savaşı'nın hemen ardından yeni bir savaşa girmemek konusunda kesin olarak kararlı olan Türk yönetimi, sonuna kadar denge politikasını sürdürebilmiştir.
Kaçınılmaz görünen Avrupa savaşı dışında kalabilmeyi sağlamak üzere, İngiltere ve Fransa'yla 19 Ekim 1939'da Ankara'da bir ittifak anlaşması imzalandı.
Alman ordularının Balkanlar'ı istilasının hemen ardından Alman hükûmeti Türkiye'ye bir saldırmazlık anlaşması önermiştir. Hitler, devrin Türk cumhurbaşkanı İsmet İnönü'ye gönderdiği kişisel mektubunda, Alman ordularının Türk sınırlarına 85 km'den daha fazla yaklaşmayacağı güvencesini kişisel olarak verdiğini belirtmektedir.
18 Haziran 1941'de imzalanan saldırmazlık anlaşması Türkiye'nin Almanya ile olan ilişkileri yönünden bir kilometre taşı oldu. Ne var ki 10 Ağustos 1941'de Rusya ve İngiltere, ortak notayı Türk hükûmetine ilettiler.
Bu notada, Türkiye'nin toprak bütünlüğüne saygılı olunacağı ancak, Montrö Boğazlar Sözleşmesi gereği Türkiye'nin boğazları savaş gemilerine kapalı tutma taahhüdüne sadık kalmasının gereği belirtilmiştir.
İzleyen yıllar, Müttefikler'in Türkiye'nin kendi cephelerinde savaşa girmesi konusunda baskılarının giderek arttığı yıllar olmuştur.
2 Ağustos 1944 tarihine kadar Türk yönetimi bu baskılara direnmiş, savaşın kaderinin belli olduğu tespitiyle Müttefikler ile anlaşmaya yönelmiştir. Almanya ile ve hemen ardından Japonya ile tüm diplomatik ve ekonomik ilişkilerini kesme kararı alan Türk yönetimi, Müttefik liderleri Şubat 1945'te toplanan Yalta Konferansı'nda, yeni kurulacak Birleşmiş Milletler'e yalnızca 1 Mart 1945 tarihine kadar Almanya'ya savaş açmış ülkelerin katılmasını içeren bir karar almaları üzerine, 23 Şubat 1945'te Almanya'ya savaş ilan etmiştir.
Almanya'nın yenilmiş olmasından ötürü Türk Silahlı Kuvvetleri'nin bir çatışmaya girmesini gerektiren bir durum ortaya çıkmamış ve savaş kararı uygulamaya konulmamıştır.
II. Dünya Savaşı'nın bitmesiyle basında ve mecliste çok partili siyasal sistemi savunan bir anlayış oluştu. Buna CHP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı İsmet İnönü de yaptığı konuşmalarla destek verdi. Bunu takip eden gelişmelerde, meclisteki bütçe görüşmeleri sırasında, CHP içinde başını Adnan Menderes, Feridun Fikri Düşünsel, Yusuf Hikmet Bayur, Emin Sazak gibi bazı milletvekillerinin çektiği bir muhalefet oluştu. 11 Haziran'da kabul edilen Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu, parti içindeki muhalefetin güçlenmesine yol açtı. Bu yasanın görüşüldüğü sırada Celal Bayar, Adnan Menderes, Fuad Köprülü ve Refik Koraltan, Parti Meclis Grubu'na Dörtlü Takrir olarak bilinen bir önerge verdiler. Ülke ve parti yönetiminde liberal düzenlemeler yapılmasını isteyen bu önerge, 12 Haziran'da reddedildi. Bu gelişmelerden sonra Menderes, Köprülü ve Koraltan partiden geçici olarak ihraç edildi. Bayar ise önce vekillikten sonra partiden istifa etti.
7 Ocak 1946'da Dörtlü Takrir'e imza atanlar tarafından Demokrat Parti, kuruldu. Parti genel başkanlığına Bayar getirildi. DP, ekonomi ve siyasette liberal düzenlemeleri savunuyordu. DP'nin kuruluşu iktidar tarafından önceleri hoş karşılandı. Ama partinin gelişmesi, tavrın değişikliğine ve baskıların yoğunlaşmasına yol açtı. İktidar muhalefeti ihtilalcilikle suçlarken, muhalefet ise iktidarı tek parti özlemcisi olarak niteledi. Muhalefetin yasalarda ve seçim sisteminde değişiklik isteğinin iktidar tarafından kabul edilmemesi, çatışmaları artırdı.
Demokrat Parti birinci iktidar döneminde (1950-54) liberalleşmede önemli adımlar attı. Yabancı yatırımlar desteklendi. Ezanın Arapça okunması ve radyoda dini program yapılması yasağı kaldırıldı ve okullara din dersi kondu. 1950 yılında Kore'ye asker gönderilmesinden sonra 1952'de NATO'ya girildi.
DP'nin üçüncü ve son iktidar dönemi (1957-60), iktidar ile muhalefetin yer yer sokağa taşan sert çatışmaları ile sürdü. 23. Hükûmet döneminde Menderes Kıbrıs konusunda imzaladıkları ortaklık anlaşmasına garantörlük maddesini yerleştirerek uluslararası başarıya imza atmıştır
Muhalefetin etkinliklerinin soruşturulması için DP tarafından TBMM içinde Tahkikat Komisyonu kuruldu. Komisyon, CHP lideri İsmet İnönü'nün TBMM'deki konuşmasını yasakladı.
Türkiye Cumhuriyeti, 1950 yılında başlayan Kore Savaşı'na fiilen katılmış ve 1950'den 1953'e kadar tugay büyüklüğünde bir kuvvetle Kuzey Kore'ye karşı savaşmıştı. Kunu-ri Muharebesi'ndeki başarılarıyla dikkat çeken Türk Tugayı, başta Koreliler olmak üzere bütün dünyanın takdirini kazanmıştır.
II. Dünya Savaşı'nın bitip Soğuk Savaş'ın başlamasıyla Türkiye, uluslararası ortamda kendini yalnız buldu. II. Dünya Savaşı'nda tarafsız kalarak bütünlüğünü Almanya'ya karşı korumuş ancak savaş sonrasında Sovyetler'in Doğu Anadolu Bölgesi'nde toprak ve Boğazlar'da üs ve ortak savunma talepleriyle karşılaşmıştı. Böylece Sovyet tehdidine karşı müttefik arayan Türkiye Batı Bloku'na ve Amerika'ya yaklaşmaya başladı.
Türkiye, NATO'ya girişini hızlandırmak için başlayan Kore Savaşı'na birlikler göndermiştir. Özellikle sol kesimler tarafından "Türk gencinin kanının Amerika'ya satılması" şeklinde eleştirilen bu davranış, Türkiye ile Batı Bloku arasındaki yakınlaştırmayı hızlandırmış ve 18 Şubat 1952'de Türkiye bir NATO üyesi olmuştur.
27 Mayıs Darbesi,[5] 27 Mayıs 1960'ta yapılan ve Türkiye Cumhuriyeti tarihinde gerçekleşmiş ilk askerî darbedir.[6] Ayrıca 27 Mayıs Askerî Müdahalesi[7] ya da 27 Mayıs İhtilâli[8] olarak da anılır. Darbe emir komuta zinciri içinde yapılmamıştır; 37 düşük rütbeli subayın planları ile icra edilmiştir. Kritik mevziler bu subayların ellerindeki asker ve silahlarla önce ordudaki komuta kademesinin etkisiz hâle getirilmesi ile ele geçirilmiştir. Sonra cumhurbaşkanı ve hükûmet üyeleri tutuklanarak, hükûmet; 235 general ve 3500 civarında subay (daha çok albay, yarbay, binbaşı) emekliye sevk edilerek, ordu; 1402 üniversite öğretim görevlisi görevden alınarak ve bazı üniversiteler kapatılıp el konularak, üniversiteler; 520 hakim ve yargıç görevden alınarak, yargı kontrol altına alınmıştır.[9][10]
Darbeden sonra darbeyi planlayan ve icra eden 37 düşük rütbeli subay ve emekli Orgeneral Cemal Gürsel'in oluşturduğu Millî Birlik Komitesi ülke yönetimini üstlendi.
3. Ordu Komutanı Orgeneral Ragıp Gümüşpala'nın, eğer darbenin lideri kendisinden daha kıdemli değilse ordusuyla Ankara'ya yürüyüp isyancıları yakalayacağını söylemesi üzerine darbeden haberi olmayan emekli Orgeneral Cemal Gürsel Millî Birlik Komitesi'nin başına getirildi.[13] Bu darbenin daha sonraki yıllarda meydana gelen askerî darbelerden farkı,[14]Türk Silahlı Kuvvetleri emir komuta zinciri içinde yapılmamış olmasıydı;[15] nitekim dönemin Genelkurmay başkanı da yönetime el koyan askerî güçler tarafından tutuklanmıştı.
Askeri en fazla rahatsız eden gelişmelerden biri DP’nin, 1932’de Atatürk tarafından çıkartılan ezanın Türkçe okunması kanunu'nu değiştirmesiyle ilintiliydi. Cumhurbaşkanı ile Başbakan arasında bile tartışmalara neden olan bu konu, Menderes’in istifaya yanaşma resti ile sona ermiş ve ezan uzun bir aradan sonra yeniden Arapça okutulmaya başlanmıştı. Bu değişiklik ve Menderes’in
“
Sizler isterseniz hilafeti bile getirirsiniz!
„
açıklaması genç subayların ve aydın kesimin tepkisini çeken uygulamalardan sadece biriydi.
Yüksek Adalet Divanı'nca yargılananlardan 15 kişi idama, 31 kişi ömür boyu hapse, 418 kişi değişik hapis cezalarına çarptırılırken 123 kişi de aklandı. Millî Birlik Komitesi'nin onayıyla Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan 16 Eylül 1961, Adnan Menderes ise 17 Eylül 1961'de Yassıada'da idam edildi.Celal Bayar ve Refik Koraltan ile 11 kişinin idam cezası ömür boyu hapse çevrildi. DP, 29 Eylül 1960'ta kapatıldı.
TİP, 1965 seçimlerinde, 54 ilde, %3 oy alarak TBMM'ye 15 milletvekili göndermiştir. Çetin Altan'ın da aralarında olduğu bu milletvekilleri muhalefet görevini üstlenmişlerdir.
1968’de Sovyetler Birliği'nin Çekoslovakya’yı işgali partiyi ikiye bölmüştür.12 Mart 1971 muhtırası sonrasında 21 Temmuz'da TİP kapatıldı. Liderleri tutuklandı.
11 Şubat 1961'de Demokrat Parti'nin devamı olarak kurulan Adalet Partisi 15 Ekim 1961 seçimlerine girerek %34,8 oy topladı. 450 kişilik mecliste 158 milletvekilini, Senatoda ise 150 senatörün 70'ini aldı. Cumhuriyet Halk Partisi-Adalet Partisi koalisyonu kuruldu.
Demokrat Parti'nin devamı olduğunu söyleyen Adalet Partisi'nin 27 Mayıs'tan hemen sonra yapılan bu seçimde aldığı %34.82'lik oy oranı Türk halkının ihtilalle ilgili düşünceleri açısından önemlidir.Tıpkı 1980 sonrasında Kenan Evren tarafından kurdurulan ve açıktan oy istenen MDP ye oy vermemekle gösterdiği tutum gibi.
1961-1965 arası kurulan üç İnönü Hükûmeti'nin de Çalışma Bakanı olan Bülent EcevitOrtanın Solu politikasını benimsemişti özellilikle Çalışma Bakanlığı döneminde işçilerle çok iyi ilişkiler kurmuştu. Bakanlığı döneminde 1963'te Grev, Lokavt ve Toplu Sözleşme Yasası'nın çıkarılmasını sağladı.[16]
1970'li yıllar
12 Mart Muhtırası
Amacı, Ecevit'e göre, CHP içinde egemen olan "ortanın solu" politikasına son vermek ve partinin iktidar olmasını önlemek olan Türk Silahlı Kuvvetleri'nin 12 Mart 1971'deki müdahalesi İnönü'nün parti genel sekreteri Bülent Ecevit'le anlaşmazlığa düşmesine ve Ecevit'e genel başkanlığa giden yolun açılmasına olanak vermiştir. Ecevit'le yoğun bir mücadeleye giren İnönü, Mayıs 1972'de toplanan V. Olağanüstü Kurultay'da, politikasının partisince onaylanmaması durumunda istifa edeceğini açıkladı. Kurultayda parti meclisi Ecevit'in yanında yer alınca da 8 Mayıs 1972'de CHP genel başkanlığından ayrıldı. Türk siyasal yaşamında parti içi mücadele sonucunda değişen ilk genel başkan olan İnönü 4 Kasım 1972'de CHP üyeliğinden, 14 Kasım 1972'de de milletvekilliğinden istifa etti. Başvurusu üzerine tabii senatör olarak Cumhuriyet Senatosu'nda görev aldı.
1960'ların ortalarından itibaren Türkiye'de başlayan öğrenci hareketlerinin en önemli önderlerinden ve Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu (THKO)'nun kurucu ve yöneticilerinden Deniz Gezmiş, 6 Mayıs 1972'de idam edilmiştir.
"...Yaptıklarımızın haklı olduğuna inanıyorum. Halen de bu inancı taşıyorum. Türkiye'nin bağımsızlığından başka bir şey istemedim ve bu sebeple Amerikan emperyalizmine ve işbirlikçilerine karşı mücadele verdik. Bundan dolayı ölümden korkmuyoruz. Onu ancak işbirlikçiler düşünsün ve ancak onlar kendi canının telaşına düşsün. Ve ben 24 yaşındayken kendimi Türkiye'nin bağımsızlığına armağan etmekten onur duyuyorum."[17]
Ecevitli CHP: "Milliyetçi solculuk"
30 Haziran 1972'de toplanan CHP 21.Olağan Kurultayı partideki büyük iktidar değişimine sahne oldu, CHP Tüzüğünün 35 maddesi birden değiştirildi. Kurultay, Genel Başkanlıktan istifa eden İsmet İnönü'nün CHP Kurultayına son katılımına sahne oldu. Bülent Ecevit, 1085 delegeden 1032'sinin oyunu alarak tekrar Genel Başkanlığa seçildi.
14 Ekim 1973 tarihinde yapılan seçimlerde Ecevit'in başkanlığındaki CHP en fazla oyu almasına rağmen çoğunluğu kazanamadı. 26 Ocak 1974 tarihinde Millî Selamet Partisi ile kurduğu koalisyon hükûmetinde ilk defa başbakanlık görevini aldı. Sadece 10 ay süren bu koalisyon hükûmetinin tarihe geçen en önemli olayı Kıbrıs Harekâtı olmuştur. Türk müdahalesi sonucu Yunanistan'daki cunta idaresi ve KıbrısNikos Sampson Hükûmeti de yıkılmıştır. 26 Ocak 1974-17 Kasım 1974 tarihleri arasında görevde bulunan Bülent Ecevit tarafından kurulan CHP ve MSP koalisyon hükûmeti 37. Cumhuriyet Hükûmeti, I. Ecevit Hükûmeti olarak anılmaktadır.
Milliyetçi Cephe hükûmetleri
I. Ecevit Hükûmeti'nin dağılması üzerine Süleyman Demirel'in başbakan olarak görev yaptığı AP-MSP-MHP-CGP partilerinden oluşan ve daha sonra I. Milliyetçi Cephe Hükûmeti olarak adlandırılacak olan koalisyon hükûmeti kuruldu.
II. Ecevit Hükûmeti
1979 yılında yapılan ara seçimlerde başarısızlığa uğrayan Ecevit görevden çekildi ve Süleyman Demirel 25 Kasım 1979 tarihinde MSP ve MHP'nin desteğiyle bir azınlık hükûmeti kurdu. 12 Eylül 1980 tarihinde Genelkurmay Başkanı Kenan Evren'in komutasındaki silahlı kuvvetler ülkenin yönetimine el koydu.
20 Temmuz 1974 sabahı Türk Ordusunun Kara, Deniz ve Hava Kuvvetleri Kıbrıs'a havadan indirme ve denizden çıkarma yapmaya başladı.
Türk kuvvetleri 22 Temmuz'da Girne'yi ele geçirdi. Türk paraşütçüleri Kıbrıs'ın başkenti Lefkoşa'nın Türk kesimine indi. Yunan birliklerinin adada garantör olarak bulunan Türk birliğine saldırması ise, çarpışmaların Ada geneline yayılmasına neden oldu. 22 Temmuz akşamı Türkiye, BM Güvenlik Konseyi'nin ateşkes kararını kabul etti. Türk müdahalesi sonucu Yunanistan'daki cunta idaresi ve Kıbrıs Nikos Sampson Hükûmeti de yıkılmıştır.
8 Ağustos'ta II. Cenevre Konferansı sırasında yapılmakta olduğu sırada Rum Millî Muhafız Alayı ve EOKA-B işgal ettikleri yerleri tahliye etmedikleri gibi ellerindeki esirleri de serbest bırakmamışlardır. Bunun üzerine Türkiye 14 Ağustos'ta başlayıp 16 Ağustos'ta sona eren üç günlük II. harekâtı gerçekleştirdi.
25-26 Ağustos 1974 tarihinde Kıbrıs'a gelen BM Genel Sekreteri toplumlar arasında ikili görüşmelerin başlatılmasını istemiş, mutabakat gereği nüfus mübadelesi yapılmış ve iki bölgeli ve iki toplumlu bir federal yapı için uygun ortam sağlanmış oldu. 13 Şubat 1975 günü Kıbrıs Türk Federe Devleti'nin ilanı Doktor Fazıl Küçük tarafından açıklanarak gerçekleşti. Ancak hedeflenen federal yapı gerçekleşmediğinden 15 Kasım 1983 tarihinde KKTC'nin ilanı gerçekleşti.
Yıllarca süren toplumlararası görüşmelerden bugüne değin herhangi bir sonuç çıkmamıştır. En son BM Kıbrıs Çözüm Planı ile iki toplum arasında yeniden birleşme imkânı da referandum'da Türklerin "evet"ine karşı Rumların "hayır" demesi sonucu gerçekleşmemiştir.
Süleyman Demirel, 1979 yılında Başbakanlık Müsteşarlığı'na getirdiği Turgut Özal'a, yeni bir ekonomik istikrar programı hazırlama görevi vermiş ve program kısa sürede hazırlanmıştır; bir başka deyişle IMF tarafından hazırlanmış olan program, 24 Ocak 1980'de kamuoyuna açıklanmıştır.
IMF'nin daha önce yaptıramadığı isteklerini içeren program; Türkiye'yi tek taraflı olarak yabancı sermayeye açmıştır.
Kararlar uygulanmaya başlanmasından dört yıl sonra, bu politikaların burjuvazinin küçük bir kesimi dışında tüm toplum kesimlerinin çok önemli kayıplarına neden olduğu görülmüştür. Bu politikaların ortaya atıldığı dönemde destekçisi olan büyük holdinglerin önemli bir kesimi desteklerini geri çekmiştir.[18]
Müdahale sonucu Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Süleyman Demirel'in başbakan olduğu hükûmetin faaliyetine son verildi, parlamento üyelerinin dokunulmazlığı kaldırıldı, ülkenin her yerinde sıkıyönetim ilan edildi, yurt dışına çıkışlar yasaklandı. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren devlet başkanı oldu. Yasama yetkisini kullanmak üzere Kenan Evren başkanlığında kuvvet komutanları ve Jandarma Genel Komutanı'ndan oluşan Millî Güvenlik Konseyi kuruldu. Siyasi partiler lağvedildi, parti liderleri önce askerî üslerde gözetim altında tutuldu, sonra serbest bırakıldı, bir süre sonra ise bazıları yargılandı. 12 Mart 1971 Muhtırası sonrasında değiştirilen 1961 Anayasası uygulamadan kaldırıldı ve Türkiye siyasetinin yeniden tasarlandığı bir askerî dönem başladı. Anayasa hazırlandı, 7 Kasım 1982 günü halkoyuna sunuldu, %91,37 oy oranı ile 1982 Anayasası ve Kenan Evren'in cumhurbaşkanlığı kabul edildi.
Darbe sonrası; resmî rakamlara göre 650.000 kişi gözaltına alındı, 230.000 kişi askerî mahkemelerce yargılandı, cezaevlerinde ise işkence sonucu 171 kişi olmak üzere yaklaşık 300 kişi öldü, 48 kişi (24 adli suçlu, 15 sol, 8 sağ, 1 ASALA militanı) idam edildi, 1.683.000 kişi ise fişlendi.
Siyasi yasaklar ve Özallı yıllar
7 Kasım 1982'de anayasa halkoyuna sunuldu ve %91.3 oyla anayasa kabul edildi. Aynı oylamayla MGK ve Devlet Başkanı Kenan Evren de 7. Cumhurbaşkanlığına seçildi. Seçimlerin 6 Kasım 1983'te yapılacağı açıklandı ve 1983 ortalarında siyasi faaliyetler serbest bırakıldı ancak MGK işleri sıkı tutuyordu. Parti kurulurken MGK'ye kurucuları veto etme yetkisi verildi.
6 Kasım 1983 seçimleri sonucunda ANAP tek başına iktidara geldi ve 12 Eylül 1980 Askerî Darbesi'nden sonra, IMF politikalarını uygulamak amacıyla Bülend Ulusu Hükûmeti'nde ekonomiden sorumlu Başbakan yardımcılığı görevine getirilen, göreve getirildikten 22 ay sonra, 14 Temmuz 1982 yılında istifa eden ve 20 Mayıs 1983'te Anavatan Partisi'ni kuran Turgut Özal yeni hükûmeti kurdu. (ANAP %45,14: 212, HP %30,46: 117, MDP %23,27: 71)
6 Kasım 1983'teki seçimlerde 400 kişiden oluşan parlamentoda 211 milletvekili çıkararak iktidar ve 45. Dönem Başbakanı olan Özal 1984 yerel seçimlerinde tekrar iktidar oldu. 25 Mart 1984'te yapılan yerel seçimlere SODEP de katıldı ve ANAP'ın ardından %23.4 oy alarak ikinci parti oldu.
13 Nisan 1984'te toplanan SODEP 1. Küçük Kurultayı'nda Genel Başkan Erdal İnönü solda tek çatının şart olduğunu söyledi ve 26 Eylül 1985'te Gürkan ve İnönü SODEP-HP birleşme protokolünü imzaladılar. Yeni partinin adını Sosyaldemokrat Halkçı Parti olarak açıkladılar. HP kurultay toplanarak partinin adı SHP olarak değiştirildi. Ardından toplanan SODEP kurultayında parti feshedildi ve SHP'ye katıldı. 30 Mayıs 1986'da SHP 1.Kurultay toplandı ve Erdal İnönü genel başkan seçildi.
14 Kasım 1985'te Rahşan Ecevit tarafından kurulan DSP, eski Halkçı Parti'den ayrılıp bağımsız kalmış ya da SHP'den görüş ayrılıkları nedeniyle ayrılmış kimi milletvekillerinin katılmasıyla TBMM'de grup oluşturdu.
İlk ayaklanma 1921 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisine karşı bağımsız Zaza-Alevi devleti kurma amacıyla [kaynak belirtilmeli]girişilen Koçgiri aşireti tarafından başlatılan Dersim aşiretlerinin de desteklediği Tunceli yöresinde gerçekleşen Koçgiri İsyanı ayaklanmasıdır. Koçgiri ayaklanmasını Zaza-Alevilerden; Haydar ve Alişan Beyler ile Gülağaoğullarından Mehmed İzzet, Naki, Hasan Askeri, Kazım ve Alişir yönetmiştir. İsyan, Nurettin Paşa ve Topal Osman yönetimindeki [Giresun] muhafız alayı tarafından kısa sürede bastırılmış ve isyandan netice alınamamıştır. İsyana katılıp yakalananlara idam cezası verilmiş ancak daha sonra Dersim aşiretlerinin araya girmesiyle Mustafa Kemal Paşa cezaları kaldırmıştır.
1930'larda meydana gelen Dersim İsyanı, yapılan bir askerî harekâttan sonra 13 Kasım 1937'de sona erdi. Ayaklanmanın lideri Seyit Rıza ile 6 kişi idam edildi. Çok sayıda ayaklanmacı değişik hapis cezalarına çarptırıldı. Durulmayan olaylar üzerine 1938'de yeni bir ayaklanma çıktı ve başlatılan ikinci askerî harekât sonunda Eylül 1938'de ayaklanma tamamen bastırıldı.
TBMM'de yapılan görüşmelerde, bu gelişmelerin başta Fransa ve Fransa'nın mandası altındaki Suriye tarafından kışkırtıldığı ileri sürüldü. Başbakan İsmet İnönü ise, Tunceli ilinde iki yıldır izlenen reform programının amacının bölgenin uygar bir hâle getirilmesi olduğunu belirterek, programa karşı bölgede direniş olduğunu belirtmiştir.
Türk Kurtuluş Savaşı sırasında dahi yaşanan isyanlar Cumhuriyetin ilanından sonra da devam etmiş ve etmektedir.
1970'lerin başında örgütlenmeye başlayan, 1984'te dağ kadrolarını oluşturarak paramiliter yapıya bürünen, Kürdistan İşçi Partisi, KADEK ve Kongra-Gel isimlerini kullanmış olan, kendisine Türkiye'nin güneydoğusu, Irak'ın kuzeyi, Suriye'nin kuzeydoğusu ve İran'ın kuzeybatısını kapsayan bölgede bir devlet kurmayı amaçlayan ve bu amaçla söz konusu toprakların Türkiye Cumhuriyeti sınırları dahilinde kalan kısmına sahip olabilmek için Türk Silahlı Kuvvetleri ve sivillere karşı silahlı eylem yapan örgüt, 15 Şubat 1999'da Abdullah Öcalan'ın Kenya'da uluslararası bir operasyonla yakalanması ile büyük oranda çökertilmiş ve etkinliği yok denecek noktaya getirilmiştir. Bugün ise ad değiştirip siyasallaşarak meşrulaşma çabasına girmiştir.
Hüsamettin Cindoruk 1987 yılında siyasi yasakların kalkması üzerine Süleyman Demirel'in genel başkanlığa geçmesi amacıyla istifa etmiştir ve bununla beraber Süleyman Demirel genel başkanlığa seçilmiştir.
1987 genel seçimlerinde, ANAP %36,31 oyla 292 milletvekili çıkarmış ve Özal tekrar çoğunluğu sağlayarak 46. Dönem Başbakanı olmuştur. 1987 seçimlerinde DSP iki milyonu aşkın (%8,54) oy almasına rağmen barajın altında kalması nedeniyle milletvekili çıkaramadı. %24,74 oy alan SHP ve %19,1 oyla DYP, 1987'de meclise giren partilerdir.
26 Mart 1989 yerel seçimlerinde SHP; İstanbul, Ankara ve İzmir belediye başkanlıklarıyla 39 ilin belediye başkanlığını kazanmıştı ayrıca il genel meclisi seçimlerinde %28.8 oy almayı başarmıştı. SHP ve DYP ANAP iktidarının meşrutiyetini kaybettiğini halkın desteğini yitirdiğini ve bu nedenle genel seçimlerin yenilenmesi gerektiğini savunmaya başladılar. Turgut Özal 9 Kasım 1989'da Kenan Evren'den boşalan cumhurbaşkanlığına SHP ve DYP'nin muhalefetine rağmen seçildi. Turgut Özal'ın Cumhurbaşkanı seçilmesini protesto eden Hatay milletvekili Murat Sökmenoğlu milletvekilliğinden istifa ederek sine-i millete döndü.
20 Ekim 1991 seçimlerinde DYP en çok oyu alan parti oldu. DYP %27 oy oranı ile 178, ANAP %21 ile 115, SHP %20,75 ile 88, RP %16,9 ile 62 ve DSP %10,75 ile 7 milletvekili elde etti.
Seçimlere HEP ile birlikte katılan SHP seçimlerden sonra TBMM açılışında Kürt kökenli milletvekillerinin Kürtçe yemin etmeye kalkışması ortalığı karıştırdı. 21 Mart 1992 Nevruz Bayramı'nda çıkan olaylar sonucunda da SHP içindeki HEP kökenliler partiden istifa ettiler.
Demirel DYP-SHP koalisyon hükûmetini 20 Kasım 1991'de kurdu. SHP Genel Başkanı Erdal İnönü Başbakan Yardımcılığı görevini almıştı.
12 Eylül döneminde çıkartılmış olan kapatılan siyasi partilerin aynı adla tekrar açılmasını engelleyen yasa Haziran 1992'de kaldırıldı. SHP içindeki muhalefet hareketinin önde gelen ismi Deniz Baykal ve diğer CHP kökenliler CHP'yi tekrar açma kararı aldılar. 9 Eylül 1992'de CHP tekrar açıldı. SHP'den ayrılan bir grup milletvekili CHP'ye geçti.
17 Nisan 1993'te Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın vefat etmesi üzerine 16 Mayıs 1993'te Süleyman Demirel Cumhurbaşkanlığına seçilmiştir. Genel Başkanlığa, Millî Eğitim Bakanı Köksal Toptan, İçişleri Bakanı İsmet Sezgin ve Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı Tansu Çiller adaylıklarını koydular ancak ilk turda yeterli oyu alamamasına karşın Tansu Çiller'in yüksek oy alması diğer adayların adaylıktan çekilmelerine sebep olmuş ve 13 Haziran 1993'te Genel Başkanlığa Tansu Çiller seçilmiştir. 14 Haziran'da, Süleyman Demirel de 50. hükûmeti kurma görevini Tansu Çiller'e vermiştir.
26 Mart 1994 yerel seçimlerine ayrı ayrı giren SHP, DSP ve CHP'nin; solun toplam oy oranı %25 olabilmişti. Bir önceki seçimde kazanılan büyük kentler Refah Partisi'ne teslim edilmişti. CHP bu seçimlerde sadece %4.7 oranında oy alabildi. Sosyal Demokrat oylar gitgide eriyordu ve birleşme çalışmaları başladı. 18 Şubat 1995'te toplanan ortak kurultayda 1003 delege birleşmenin CHP, 635 delege de SHP çatısı altında olması yönünde oy kullandı. Bunun üzerine SHP feshedilerek CHP'ye katılım kararı alındı. Hikmet Çetin oybirliğiyle CHP'nin 5. Genel Başkanı seçildi. Birleşme sürecinde partiden istifa eden CHP Genel Sekreteri Ertuğrul Günay yerine Adnan Keskin getirildi. 25 Şubat'ta yapılan seçimde Adnan Keskin Genel Sekreter oldu.
9 Eylül 1995'teki kurultayda ise Deniz Baykal genel başkanlığa geldi. 30 Ekim'de DYP ve CHP bir koalisyon hükûmeti kurdu. CHP Genel Başkanı Deniz Baykal Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı olarak yer aldı. TBMM seçimlerin 24 Aralık 1995'te yenilenmesi kararı aldı. CHP bu seçimde kıl payı %10 barajını aşarak TBMM'ye girdi. Seçimlerin galibi ise Necmettin Erbakan'ın başında bulunduğu Refah Partisi olmuştu. RP %21.3:158, DYP %19,18:135, ANAP %19,65:132, DSP %14,64:76, CHP %10,71:49.
12 Eylül Darbesi sonucu ortaya çıkan siyasetin etkisiyle 1980 ve 1990'larda radikal sağcı gruplar güçlenmiş ve bunun sonucu olarak Refah Partisi 1995'teki genel seçimlerinde siyasette güçlü duruma gelmiştir. 1996 seçimlerinin ardından kurulan DYP-ANAPhükûmeti kısa sürede dağılmıştır. Bunun üzerine TBMM'de birinci parti durumunda olan RP ile DYP arasında kurulan 54. Hükûmet, 8 Temmuz 1996'da TBMM'de yapılan oylamada güvenoyu almayı başarmıştır.
8 Şubat 1997 günü yapılan MGK Toplantısı'nda köktendinci faaliyetlere ilişkin bir MİT raporu ele alınmıştır. Bu rapordan yola çıkarak alınan kararlar için bir çeşit "sivil muhtıra" yorumu yapıldı. Türk siyaset tarihine 28 Şubat Kararları olarak geçen kararlar Türk siyasi tarihinde önemli değişikliklere neden oldu.
Başbakan Necmettin Erbakan'ın 'havada yakıt ikmali' olarak tanımladığı başbakanlık görevini hükûmet ortağı DYP genel başkanı Tansu Çiller'e vermek amacıyla 18 Haziran 1997'de istifasını Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'e sundu. Ancak Demirel, hükûmet ortaklarının arasındaki protokolü dikkate almayarak hükûmeti kurma görevini ANAP genel başkanı Mesut Yılmaz'a verdi. 12 Temmuz'da Mesut Yılmaz başkanlığında ANAP-DSP-DTP arasında kurulan 55. hükûmetTBMM'den güvenoyu aldı.
MGK'nun 28 Şubat kararlarının ardından özellikle 18 Nisan 1999 seçimlerine kadar süren zaman diliminde 14 Ağustos 1997'de 8 yıllık kesintisiz eğitim kanunu TBMM’de kabul edildi. Bu kanunla İmam Hatip Liseleri dahil Meslek Liselerini ortaokul bölümleri kapatıldı.
1998'in Kasım ayında eski Refah Partisi mensubu İstanbul Büyükşehir belediye başkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın belediye başkanlığı düşürüldü.
28 Şubat süreci sırasında TSK içinde dönemin Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı yerine iki ismin, dönemin Genelkurmay 2. Başkanı Çevik Bir ile Genelkurmay Genel Sekreteri Tümgeneral Erol Özkasnak'ın, adları daha çok ön plana çıktı. 2001 yılında bir televizyon programına katılan döneminin Genelkurmay Genel Sekreteri emekli Tümgeneral Erol Özkasnak, 28 Şubat sürecini "postmodern bir darbe" olarak tanımlayan bazı yazarları haklı bulduğunu söyledi.
2000'li yıllar
2000 cumhurbaşkanlığı seçimi
2000 Türkiye cumhurbaşkanlığı seçimiTürkiye'nin 10. cumhurbaşkanını seçmek üzere TBMM'de düzenlenen seçim sürecidir. Seçim sonucunda TBMM'de grubu bulunan 5 partinin üzerinde mutabakat sağladığı emekli Anayasa Mahkemesi Başkanı Ahmet Necdet Sezer 3. tur sonunda gereken oy sayısının (276) üzerine çıkarak Türkiye'nin 10. Cumhurbaşkanı seçilmiştir. İlk iki turda gereken 2/3 (367) çoğunluğa hiçbir aday ulaşamamıştır. Sezer Cumhurbaşkanlığı görevini 16 Mayıs 2000 tarihinde Süleyman Demirel'den devralmıştır.
Adalet ve Kalkınma Partisi ve Recep Tayyip Erdoğan
12 Aralık 1997 tarihinde Recep Tayyip Erdoğan, Siirt'te yaptığı konuşma gerekçe gösterilerek mahkeme tarafından 21 Nisan 1998 tarihinde Türk Ceza Kanunu'nun 603456868/15154 maddesi gereğince "halkı din ve ırk farkı gözeterek kin ve düşmanlığa açıkça tahrik etmek" suçundan 1 yıl hapis ve 860 milyon TL para cezasına çarptırıldı. Daha sonra sanığın mahkemedeki ve duruşmadaki iyi hâli göz önüne alınarak cezası 10 ay hapis ve 177 milyon TL para cezasına indirildi. Erdoğan Diyarbakır DGM kararına temyiz başvurusu yaptı, ancak Yargıtay 8. Ceza Dairesi 24 Eylül 1998 günü Erdoğan’ın cezasını onadı. Böylece 26 Mart günü Pınarhisar Cezaevi’ne giren Erdoğan 24 Temmuz 1999 günü tahliye oldu.[19][20]
Fazilet Partisi'nin Anayasa Mahkemesince kapatılmasının ardından “gelenekçi” olarak adlandırılan Milli Görüşçü kanat 2001 yılında Saadet Partisi'ni kurarken “değişimci” ve “ılımlı” olduğu öne sürülen “yenilikçi” kanat ise yine 2001 yılında Recep Tayyip Erdoğan liderliğinde AK Parti’yi kurmuştu.
2002 seçimlerinde %34 oyla iktidara gelen AK Parti’nin genel başkanı Erdoğan, siyasi yasağı nedeniyle seçimlere giremedi ve milletvekili seçilemedi. Bu nedenle seçim sonrası kurulan 58. Hükûmet, Abdullah Gül’ün başkanlığında kuruldu. Bu hükûmet, Erdoğan’ın siyasi yasağının kaldırılması için TBMM’ye yasa teklifi sunuldu. Yasa oy çokluğuyla kabul edildi ancak dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer tarafından “öznel, somut ve kişisel” olduğu gerekçesiyle veto edildi. Yasa teklifi değiştirilmeden ikinci kez meclise sunuldu. Tekrar kabul edilen yasa bu kez Sezer tarafından onaylandı. Böylece Erdoğan’ın milletvekili seçilmesinin önündeki hukuki engel ortadan kalkmış oldu.
16 Mayıs 2000 tarihinde Cumhurbaşkanı seçilen Ahmet Necdet Sezer'in görev süresinin 16 Mayıs 2007 tarihinde dolacak olması nedeni ile yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimi Başbakan Erdoğan'ın muhtemel adaylığına başta CHP olmak üzere diğer siyasi partiler karşı çıkmışlardır.
CHP Erdoğan da dahil olmak üzere 3 ana makamın Millî Görüş adı verilen siyasi İslam akımının temsilcileri tarafından doldurulacağı ve bunun ülkede gerilime neden olacağı, Cumhurbaşkanı'nın tarafsız olması ve toplumsal uzlaşma ile seçilmesi, bu makamın sahibinin Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş felsefesi ve kurallarını içine sindirebilmiş olası gerekçeleri ile başta Erdoğan olmak üzere bu görüşe sahip kişilerin devletin temel nitelikleri ile ters düşeceği fikrini savunarak karşı çıkmıştır.
Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinin başlaması ile AK Parti Dışişleri Bakanı Abdullah Gül'ü aday göstermiştir. CHP seçimlerin açılış oturumunda gerekli sayının 367 olması gerektiği, Meclis İçtüzük ihlali yapıldığı gerekçesi ile Anayasa Mahkemesi'ne seçimlerin iptali ve seçim sürecinin durdurulması için müracaat etmiş; Anayasa Mahkemesi aldığı karar ile oturum yeter sayısının 367 olması gerektiği kararını almış ve bunun neticesinde "Türkiye Tarihi'nde görülmemiş bir kararla" TBMM Cumhurbaşkanını seçemediği için erken genel seçime gitmek zorunda kalmıştır.
2007 seçimlerinde, AK Parti %47 ile TBMM'de sandalye çoğunluğunu elde etmiş ve seçim akabinde Başbakan Erdoğan toplumsal uzlaşı içinde olacakları beyanatını vermiştir. TBMM'nin açılması ve Başkanlık seçimlerini takiben Cumhurbaşkanlığı seçim süreci başlamış, AK Parti Abdullah Gül'ün adaylığının devam ettiğini kamuoyuna deklare etmiştir. Bunun üzerine CHP ülkenin erken seçime Abdullah Gül'ün adaylığı sebebi ile gidildiği, AK Parti'nin Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde uzlaşma karşıtı tutumlarının devam ettiği gerekçesi ile oturumlara katılmayacaklarını ve Gül seçildiği takdirde görev süresi boyunca Cumhurbaşkanının hiçbir davetine katılmayacaklarını, ancak Gül'ün seçimini sonucunu da meşruiyet konusu yapmayacaklarını beyan etmiştir.
MHP ise ilk oturuma katılacaklarını ancak kendi adaylarını göstereceklerini seçimden önce ve sonrasında beyan ederek, Kayseri milletvekili Sabahattin Çakmakoğlu'nu Cumhurbaşkanı adayı göstermişlerdir.
DSP ise Erdoğan'ın uzlaşma yanlısı olmayan tutumuna tavır koymak ve Cumhurbaşkanlığının uzlaşı ile seçilen; her kesimi temsil edebilme yeteneğine sahip birisinin olması gerekliliği düşüncesi ile bireysel başvuru yaparak aday olan Eskişehir milletvekili Tayfun İçli'nin adaylığının desteklenmesi kararını almıştır.
2011 seçimlerinde, AK Parti %49,83 ile TBMM'ye 327 milletvekili ile girmiştir. Oy oranı artışına karşın meclise giren milletvekili bir önceki seçime göre azalmıştır. AK Parti hükûmeti 3. kez iktidara gelmiştir. CHP %25,98 oy almıştır.
Adaylar için kırk yaşını doldurmuş ve yükseköğrenim yapmış Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) üyeleri veya bu niteliklere ve milletvekili seçilme yeterliğine sahip Türk vatandaşı olma şartı arandı.
Cumhurbaşkanlığına TBMM üyeleri içinden veya Meclis dışından aday gösterilebilmesi en az yirmi milletvekilinin yazılı teklifiyle mümkün oldu. Her bir milletvekili ancak bir aday için teklifte bulunabildi.
2011 genel seçimlerinde, aldıkları geçerli oylar toplamı birlikte hesaplandığında, yüzde onu geçen siyasi partiler ortak aday gösterebildi. Her bir siyasi parti ancak bir aday için teklifte bulunabildi.
30 Haziran 2014 tarihinde ise, Halkların Demokratik Partisi (HDP) tarafından düzenlenen basın toplantısı ile partinin cumhurbaşkanı adayının HDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş olduğu açıklandı.
7 Haziran 2015 tarihinde yapılan genel seçimlerde AK Parti %40,87 ile 1. oldu ve 258 milletvekili kazandı. AK Parti 13 seneden sonra ilk defa tek başına hükûmet kurabilme gücünü kaybetti. Oyu %8,96 oranında, milletvekili sayısı ise 69 sandalye azaldı.
Koalisyon görüşmeleri
Haziran 2015 Türkiye Genel Seçimleri'nde hiçbir partinin salt çoğunluğu bulunmaması üzerine koalisyon hükûmeti kurulması gerekiyordu. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ise görüşmelerin yapılması için görevi sandıktan birinci parti olarak AK Parti Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu'na verdi. Ahmet Davutoğlu ilk görüşmeyi CHP ile gerçekleştirdi.[21] İlk olarak heyetler arası yapılan görüşme olumlu geçti daha sonra liderler arasında yapılan ikinci görüşme sonrası Başbakan Ahmet Davutoğlu CHP ile koalisyon görüşmelerinin olumsuz geçtiğini basın açıklamasında bildirdi. Daha sonra MHP ile de görüşen Davutoğlu buradan da olumsuz ayrılarak görevi Cumhurbaşkanı'na iade etti. Cumhurbaşkanı Erdoğan hükûmet kurma yetkisini CHP'ye vermeyerek erken seçim kararı aldı.
“Kobane'yi Beraber Savunduk, Beraber İnşa Ediyoruz” sloganıyla İstanbul, İzmir, Ankara, Adana ve diğer illerden Şanlıurfa’nın Suruç İlçesi’ne giden Sosyalist Gençlik Dernekleri Federasyonu üyesi 200 genç açıklama yaptığı sırada canlı bomba saldırısına uğradı. Kobani’ye gitmek için hazırlık yapan genç- ler sabah saat 09.00 sıralarında Amara Kültür Merkezi’nin bahçesinde toplu kahvaltı yaptı. Suruç’un karşısında bulunan Kobani kentine gitmek üzere, sadece özel izinle geçiş yapılan Mürşitpınar Sınır Kapısı’na doğru yürüyüşe geçmeyi planlayan grup bunun öncesinde basın açıklaması yaptı. İşte tam bu sırada, açıklama devam ederken saat 11.50’de patlama oldu. Kameraların kaydettiği patlamanın şiddetiyle parçalanan insanların uzuvları ve cesetleri havaya savruldu. Can pazarının yaşandığı patlamanın şiddetiyle çevredeki ev ve işyerlerinin camları da kırıldı.[22]
Seçim Hükûmeti ve Kasım 2015 erken genel seçimleri
Koalisyon görüşmelerinin olumsuz geçmesi ve Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun görevi iade etmesinin ardından 24 Ağustos 2015 tarihinde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Meclis Başkanı İsmet Yılmaz bir araya gelerek erken seçim kararını açıkladı.[23]YSK, karar öncesinde, erken seçim kararı alınması hâlinde yasadaki 90 günlük süreyi 30 gün kısaltma yetkisinin bulunduğuna karar vererek karar alınması durumunda seçimlerin 1 Kasım'da yapılmasının mümkün olduğunu duyurmuştu.[24] Hemen aynı gün Resmî Gazete'nin mükerrer sayısında yayımlanan[25] kararın ertesi günü, YSK seçim tarihini 1 Kasım 2015 olarak açıkladı.[26]
Seçime kadar gidecek bir hükûmet kurmak üzere Başbakan Ahmet Davutoğlu'nu tekrar görevlendirdi. Anayasa uyarınca TBMM Başkanlığı, partilerin milletvekili sayılarına göre seçim hükûmetindeki kontenjanlarını hesapladı. Buna göre, başbakanlık ve anayasaya göre bağımsız olması gereken 3 bakan haricinde AKP'ye 11, CHP'ye 5, MHP ve HDP'ye üçer bakanlık düştü.[27] CHP ve MHP bakanlıkları reddedeceklerini, HDP ise kabul edeceğini duyurdu. Buna karşın, bakanlık teklifi alanlardan MHP' li Tuğrul Türkeş parti kararının aksine bakanlığı kabul etti, HDP'li Levent Tüzel ise parti kararının aksine kabul etmedi. 31 Ağustos 2015 tarihinde başbakan yardımcılarının görev dağılımı belli oldu.[28]
1 Kasım tarihindeki seçimlerde AKP kaybettiği tüm oyları geri kazanarak %49.5 oy oranıyla yeniden tek başına iktidar oldu.
15-16 Temmuz 2016 tarihleri arasında saat 21.30 sularında Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesinde kendilerini Yurtta Sulh Konseyi olarak tanımlayan bir grup asker tarafından askerî darbe teşebbüsü gerçekleştirilmiştir.[29][30]
15-16 Temmuz sabahı Türk Silahlı Kuvvetleri ve Emniyet Genel Müdürlüğü personelinin gerçekleştirdiği operasyonlar sonucunda darbe girişimi bastırıldı ve askerler silahları ile birlikte teslim oldu. Olaylar sonucunda 104'ü darbe yanlısı asker olmak üzere 300'den fazla kişi öldü, 1.491 kişi yaralandı, farklı rütbelerden 8.036 asker gözaltına alındı. Yargı ve sivil siyaset mensupları dâhil olmak üzere toplam gözaltı sayısı 10 bini buldu. Bunun yanı sıra askerî, idari ve adli kurumlarda birçok kişi görevden alındı.[31][32]
2014 cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Recep Tayyip Erdoğan'ın Türkiye cumhurbaşkanı olmasıyla birlikte başkanlık sistemine geçiş tartışmaları hız kazandı ve hem Haziran 2015 genel seçimlerinde hem de Kasım 2015 genel seçimlerinde AK Parti'nin en önemli seçim politikalarından biri oldu. Mayıs 2016'da başbakanlığı ortadan kaldıracak anayasal değişiklik konusunda Erdoğan'la anlaşmazlıklar yaşayan Ahmet Davutoğlu görevden istifa ettirilerek yerine en önemli gündeminin Anayasa değişikliği olduğunu söyleyen Binali Yıldırım geldi. Geçmişte birçok kez başkanlık sistemine karşı olduğunu dile getiren Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Devlet Bahçeli, 15 Temmuz 2016 tarihindeki askerî darbe girişimi sonrasında fikrini değiştirerek Ekim 2016'da değişiklik teklifini Meclise getirmesi için Hükûmete çağrı yaptı ve süreçte iş birliği içinde olabileceklerini duyurdu. 16 Kasım günü AK Parti, getirmeyi istediği sistemin adının başkanlık sistemi değil, cumhurbaşkanlığı sistemi adıyla anılacağını duyurdu.[34] Bir aylık görüşmelerin ardından aralık ayında teklif üzerinde anlaşmaya varan iki parti, böylece önerinin referanduma sunulması için gerekli olan Meclis onayı sürecini başlattı. Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi olarak adlandırılan sistem, dünyada tam bir benzeri olmasa da bir tür başkanlık sistemi olarak tasarılaştı.
30 Aralık tarihinde tamamlanan Anayasa Komisyonu çalışmaları sonucunda 21 değişiklikten üçü tekliften çıkarıldı ve 18 madde onaylanmak üzere Meclise sunuldu.[35]
20 Ocak 2017 günü tasarının tümü üzerine yapılan son oylamada, beşte üç oranı olan 330'u aşarak 339 oy toplayan Anayasa değişikliği teklifi Meclisten geçerek referandum kararı verildi.[36] Ana muhalefetteki Cumhuriyet Halk Partisi, oylamalar sırasında gizli oy kullanılması gerekirken açık oy kullanılması gibi çeşitli usulsüzlükler yaşandığını belirtti. Gerek 9 günlük Anayasa Komisyonu çalışmaları gerek de Meclisteki görüşmelerin gece gündüz devam edilerek hızlı davranılması, toplumda yeterli tartışılma zamanı olamaması da eleştiri konusu oldu. Ayrıca birbiriyle ilgisiz maddeler bir arada tasarılaşırken gerekli birçok yasanın tasarlanıp yürürlüğe konması ihtiyacı ise "uyum yasaları" kapsamında ileri tarihe bırakıldı.
Tasarı; yürürlükteki parlamenter sistemin kaldırılarak yerine cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi adıyla bir tür başkanlık sistemi getirilmesini, başbakanlık makamının kaldırılmasını, hükûmetin yetkilerinin cumhurbaşkanına geçmesini, meclisteki vekil sayısının 550'den 600'e çıkarılmasını, Hâkimler ve Savcılar Kurulunun (HSK) yapısında değişiklikler yapılmasını, seçilme yaşının 18'e inmesini, cumhurbaşkanının bundan sonra seçildiği partiyle ilişiğini kesmek zorunda olmamasını, savaş durumu olmadıkça disiplin mahkemeleri dışında askerî mahkeme kurulmasına son verilmesini, meclisin bakanları ve hükûmeti denetleme yetkisinin kaldırılmasını, kanun hükmünde kararname (KHK) çıkarma yetkisinin Bakanlar Kurulundan alınmasını ve cumhurbaşkanına bu yetkinin verilmesini içeriyordu.[37][38]
2023 yılında Türkiye cumhurbaşkanını seçmek için yapılan seçimdir. Recep Tayyip Erdoğan 14 Mayıs'taki ilk turda gerekli olan %50'lik barajı aşamadığı için ikinci tura kalan seçimlerde 28 Mayıs'taki ikinci turda Recep Tayyip Erdoğan %52.18 oy alarak yeniden cumhurbaşkanı seçilmiştir.
14 Mayıs 2023 tarihinde yapılan genel seçimlerde, AK Parti %35,62 oy oranıyla 1. parti olarak çıkmasına rağmen 27 sandalye kaybetmiş, %25,35 oy oranına sahip olan CHP bir önceki seçime göre oy oranını %2,70 artırarak 23 sandalye kazanmış ve yeni kurulan Yeniden Refah Partisi de %2,80 oy oranıyla 5 sandalye kazanmıştır. Bu seçimin sonucunda Cumhur İttifakı, azınlık hükûmeti kurmuştur.
^Gülmez, Nurettin (2005). "Yeni Gün'de Cumhuriyet". XXI (62). Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi. ss. 613-666. 28 Şubat 2022 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 28 Şubat 2022.
^Jacob M. Landau, Radical Politics in Modern Turkey, BRILL, 1974. ISBN 9-0040-4016-1 "The 1960 Military Intervention and the 1961 Constitution" bölümü.