Anadolu Selçukluları, Anadolu'daki Türkmen beylerini aşiretleriyle birlikte Bizans ve Kilikya sınırlarına yerleştirmişlerdi. Böylece Anadolu Selçukluları hem devletin sınırlarını güvence altına alıyor, hem de Türkmen beylerini denetim altında tutuyorlardı. Ama 1243'teki Kösedağ Savaşı'nda Moğollara yenilen Anadolu Selçuklu Devleti'nin Türkmenler üzerindeki denetimi zayıfladı. Bu savaşın ardından, Moğolların bir kolu olan İlhanlılar Anadolu'da denetimi ele geçirdiler. Bu süreçte uç beylikleri, önce İlhanlılara bağlı, sonra bağımsız devletlere dönüştüler. Bu beyliklerden biri olan Osmanlı Beyliği, zamanla bütün öbür beyliklerin topraklarını ele geçirdi ve bir imparatorluğa dönüştü.
Anadolu beyliklerinin kurucuları aşiretlerdi. Anadolu Selçukluları bu aşiretleri özellikle Bizans sınırına yerleştirmişler ve bu toprakları aşiret beylerine ikta (tımar) olarak vermişlerdi. İkta sisteminde, Türkmen beyleri kendilerine verilen toprağın karşılığında Anadolu Selçuklu sultanına savaş zamanlarında asker gönderiyordu. Toprağın mülkiyeti sultana aitti, beylerin ise bu toprağı işleme hakkına sahipti. Bu beyler sonradan bağımsızlıklarını ilan ettiklerinde Anadolu Selçuklu devlet yapısını kendilerine örnek aldılar.
Anadolu beyliklerinde devlet yönetimi hanedanın elindeydi. Bu hanedanın en yaşlı ya da etkili kişisine ulu bey denirdi. Ulu bey devlet merkezinde oturur, vilayetlerin yönetimini ise çocuklarına ya da kardeşlerine bırakırdı. Devlet işleri, bir kurul ya da kurum olan divanda görüşülür ve karara bağlanırdı. Vilayetlerin yönetiminden ise valiler sorumluydu; ayrıca hukuk işlerini kadılar ve askerlik ile güvenlik işlerini subaşılar yürütürdü. Devletin parası (sikke) ulu bey adına basılırdı.
Anadolu beyliklerinde ordu, Ulu beyin atlı ve yaya hassa birlikleri, ikta verilmiş beylerin yetiştirdiği askerler ve çeri denen aşiret atlılarından oluşurdu. Savaş sırasında ordu üç kola ayrılırdı. Merkez kuvvetlere ulu bey, sağ ve sol kollara da oğulları ya da kardeşleri komuta ederdi. Ok, yay, kılıç, kargı, hançer, balta, gürz ve mancınık orduda kullanılan başlıca silahlardı.
Ekonomik ve toplumsal yaşam
Üç çeşit toprak vardır. Bunlara ikta, vakıf ve mülk denirdi. Devlet bazı toprakların gelirini hizmetlerine karşılık belirli bir kişiye ya da bir vakfa bırakırdı. Köylüler bu toprakları işler, vergisini de toprağı işletme hakkına sahip olan kişiye ya da vakfa verirlerdi. Köylüler ekip biçmekle yükümlü olduğu toprakları bırakıp başka yere gidemezlerdi. Kent ve kasabalarda mülk sahibi olanlar köylülere oranla daha özgürdüler. Her zanaat dalı ayrı bir Ahi birliğine bağlanarak kendi içinde örgütlenmişti.
Ekonominin temeli tarıma dayalıydı. Toprak ve iklim koşullarına bağlı olarak tahıl, meyve ve pamuk gibi ürenler yetiştiriliyordu. Hayvancılık da hayli yaygındı. Anadolu'da dokunan kilim ve halılar dış pazarda alıcı buluyordu. Kütahya, Amasya ve Bayburt çevresinden çıkarılan gümüşün büyük bölümü de dışarıya satılıyordu. Anadolu beyliklerinde ticarete de gelişmişti. Karadeniz kıyısındaki Sinop, Trabzon ve Samsun, Ege'deki Foça, İzmir, Selçuk ve Balat ile Akdeniz'deki Antalya ve Yumurtalık, iç ve dış ticaretin en önemli liman kentleriydi. Kayseri ve Konya, kervan yollarının kavşak noktasında bulunan Sivas önemli ticaret merkezleriydi.
Bilim
Anadolu beylikleri döneminde özellikle Konya, Kayseri ve Kastamonu birer bilim ve sanat merkeziydi. Bilimler arasında en çok tıp gelişmişti. Hacı Paşa bu dönemin en ünlü tıp bilginlerinden biriydi.
Sınırlı kaynaklarına ve dönemlerinin siyasi iklimine rağmen, Anadolu beylikleri döneminde sanat gelişti ve muhtemelen Osmanlı sanatının temelini oluşturdu. Anadolu beyliklerinin sanat üslubu, Selçuklular ile Osmanlılar arasında bir geçiş döneminin üslubu olarak kabul edilebilse de, yeni akımlar da kazanılmıştır. Özellikle gezgin geleneksel zanaatkarlar ve mimarlar, bu yeni akımların ve yerelleşen üslupların Anadolu'daki çeşitli beyliklere yayılmasına yardımcı olmuş, bu da özellikle mimaride yenilikçi ve özgün çalışmaların ortaya çıkmasına neden olmuştur.
Selçukluların ahşap ve taş oymacılığı, kil çinileri ve benzeri süsleme sanatları, yeni mekân arayışlarının da etkisiyle kullanılmaya devam edilmiş ve bunun diğer sanatlara da yansımaları olmuştur.
Osmanlılar zamanında doruğuna ulaşan büyük mekânlı yapıların ilk örnekleri de bu dönemde ortaya çıktı. Karamanoğullarının yaptırdığı Karaman'daki Hatuniye Medresesi ile Niğde'deki Ak Medrese önemli yapılardır. Germiyanoğulları da Afyonkarahisar'da Kubbeli Cami ve Kütahya'daki Vacidiye (Demirkapı) Medresesi'ni yaptırdılar. Beyşehir'deki Eşrefoğlu Süleyman Bey Camisi ve Medresesi Eşrefoğullarından kalmıştır. Eğirdir'deki Dündar Bey Medresesi, Hamidoğullarından kalan en önemli yapılardan biridir. Safranbolu'daki Gazi Süleyman Paşa Camisi Candaroğulları mimarisinin önemli örneğini oluşturur. Birgi'deki Aydınoğlu Mehmed Bey Camisi ve Medresesi, Ulucami (1312) ile Selçuk'ta salt mermerden yapılmış İsa Bey Camisi (1375) ve İmareti, Balat'taki İlyas Bey Camii (Milet) (1404) Aydınoğulları beylerince yaptırılmıştır. Manisa'daki Ulucami Saruhanoğullarından ve Kayseri'deki Hatuniye Medresesi Dulkadiroğlularından günümüze ulaşmış en önemli mimarlık örneklerindendir.
Yukarıdaki bahsedilen Balat'ta İlyas Bey Camii, Selçuk'ta İsa Bey Camii, Birgi'de Ulucami, Selçuklu mimarisinin devamı olmalarına rağmen, iç ve dış mekanlardaki süslemelerin artması, avlu ve minarelerin farklı yerleşimi ile büyük farklılıklar gösterir.
Karaman beyliği de Ermenek'te Ulucami (1302), Karaman'da Hatuniye Medresesi (1382), Niğde'de Akmedrese Medresesi (1409) gibi dış çevreyi de dikkate alan ve içine alan yeni bir üsluba saygı duyan önemli mimari eserler de bırakmıştır.
İç mekânı tek bir büyük kubbe altında birleştirerek anıtsal bir mimari yapı oluşturmayı amaçlayan Osmanlı mimarisinin şekillenmesine işaret eden Anadolu beylik mimarisinin ilk örneklerinden biri Saruhan beyliği tarafından yaptırılan Manisa'daki Ulucami'dir (1374).
Beyliklerin bilime daha fazla önem verdiklerine işaret eden medrese inşaatlarındaki artış da dikkate değerdir.