Türkiye'de tek partili dönem, 29 Ekim 1923'te cumhuriyetin ilanıyla başladı. Millî Kalkınma Partisi (MKP) kuruluncaya kadar, kısa aralıklar dışında 1923-1945 yılları arasında Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) tek yasal siyasi partiydi. Demokrat Parti (DP) karşısında 1946'daki ilk çok partili seçimleri kazandıktan yaklaşık dört yıl sonra, CHP 1950 seçimlerinin neticesinde iktidarını kaybetti. Tek partili dönemde Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk, çok partili demokrasiye geçiş için CHP'ye karşı muhalefet partilerinin kurulmasını istedi;[3] 1930'da Serbest Cumhuriyet Fırkası (SCF) kuruldu ancak olaylı İzmir mitingi sonrası parti kendi kendini feshedilmeye zorlandı[4] ve kurucusu tarafından lağvedildi.[5]Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası (TCF) 1924'te Kâzım Karabekir tarafından kuruldu, ancak üyelerinin 1925'te Şeyh Said İsyanı'na karıştığı iddiasıyla ve TCF'nin "parti, dini düşünce ve inançlara saygılıdır" maddesi gerekçe gösterilerek yasaklandı. Atatürk'ün cumhurbaşkanlığı süresince 2 kere çok partili bir sistem kurma çabalarına rağmen,[3] bu yalnızca Serbest Cumhuriyet Fırkası'nın 1930'da kapatılması sonrası 15 sene aradan sonra 1945'te gerçekleşti.
Tarihsel sıralamayla, Sovyet Rusya (1917) ve Mussolini İtalyası (1922) sonrası Avrupa'da tek parti sistemine geçen ülke Türkiye oldu.[6] Türkiye'yi 10 sene sonra, Hitler tarafından Almanya'da çok partili sistemin kaldırılmasıyla kurulan Nazi Almanyası (1933) ve Franco İspanyası (1939) takip etti. Avrupa'da demokrasinin azaldığı bu dönemde 1940 yılının sonunda sadece İngiltere, İsveç, İrlanda, Finlandiya ve İsviçre'de demokrasi bulunuyordu.[6]
Kurtuluş Savaşı dönemi: 1919-1923
İstiklal Harbi sırasında ilki, (23 Nisan 1920 toplantısı için) 19 Mart 1920'de; ikincisi ise 1923'te yapılan iki seçim vardır. Servet esası kalkmış ve seçmen yaşı 18'e inmişti. 1927, 1931, 1935, 1939, 1943, 1946 ve 1950 seçimlerinin ilk dördü İntihab-ı Mebusan Kanununa göredir. 5 Aralık 1934'te 2598 sayılı kanunla kadınlara da seçme ve seçilme hakkı verildi. Seçmen yaşı 22 oldu.
1942 tarihli Mebus Seçimi Kanunu da, iki dereceli sistemi kabul ediyordu. İlk defa 1946 tarihinde, Milletvekili Seçimi Kanunu ile tek dereceli sistem getirilmiştir.
Devlet kuran parti: CHP
Mustafa Kemal, işgallere karşı Samsun'a çıkarak Anadolu'da kurtuluş ümidi ararken, Erzurum'a, oradan da Sivas'a geçerek kongreler topladı. Ulusun kurtuluş ve bağımsızlık mücadelesinde Anadolu'nun çeşitli yörelerinde kurulmuş olan dernekler 4 Eylül 1919 tarihli Sivas Kongresi'nde Anadolu ve Rumeli Müdâfaa-i Hukuk Cemiyeti adı altında birleşerek ülkenin geleceğini tartışmış ve ayrıca CHP'nin kuruluşuna uzanan ilk kurultay olarak kayıtlara geçmiştir. Ancak daha ilk kurultayda, sonraki dönemlere de damgasını vuracak muhalif hareketler de başlamıştı.
İlk kurultayını Sivas'ta yapan Cumhuriyet Halk Partisi, Atatürk tarafından "Halk Fırkası" adıyla 9 Eylül 1923'te kuruldu. 20 Kasım 1923'te ise Anadolu ve Rumeli Müdâfaa-i Hukuk Cemiyeti, Halk Fırkası'nın bünyesine katıldı.
1924'te Halk Fırkası'na muhalefet edilmesi için Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kuruldu. 1930'da ise Atatürk'ün teşvikiyle Serbest Cumhuriyet Fırkası kuruldu. Ancak ikisi de, Türkiye tarihine acı hatıralarla geçen iki ayaklanmanın gerçekleşmesi nedeniyle kısa sürede kapanmak zorunda kaldı.
CHP, bu dönemde yine genç cumhuriyetin büyümesi için atılan adımlarda başrolü oynuyordu. 15 Ekim 1927'de başlayan 2. kurultay, 20 Ekim'e kadar sürdü ve tarihe geçti.
Cumhuriyetin ilanı, milletin yönetilme şeklinin belirlenmiş olduğu, Atatürk'ün siyasi devrimlerinden bir tanesidir. Türkiye Büyük Millet Meclisinde (TBMM) 25 Ekim 1923'te ortaya çıkan kabine bunalımı sonucunda, bu yönetim şeklinin kusurları daha net ortaya çıkmış ve 29 Ekim'de Anayasanın ilgili maddeleri değiştirilerek, ülkenin yönetim şekli cumhuriyet olarak belirlenmiştir.
Saltanatın kaldırılmasının ve Lozan Antlaşması'nın ardından TBMM'de en çok tartışılan konulardan biri, yeni devletin niteliği sorunuydu. Hükûmetinin dayandığı prensipler demokratikti ama bir taraftan da adı "Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti" idi. Bazı yabancı ülkeler, Lozan Antlaşması'nı imzalamak ve onaylamak için yeni devlet rejiminin daha açık bir şekilde belirlenmesini istiyorlardı.
Mustafa Kemal Paşa 28 Ekim gecesi İsmet İnönü'yle, devletin niteliğinin cumhuriyet olduğunu saptayan bir yasa tasarısı hazırladı. 29 Ekim 1923 günü;
"Hakimiyet kayıtsız ve şartsız milletindir. İdare usulü halkın mukadderatını bizzat ve bilfiil idare etmesi esasına dayanır. Türkiye Devletinin hükûmet şekli Cumhuriyettir"
esasına dayalı olarak Cumhuriyet ilan edildi ve yeni Türk Devleti'nin adı artık Türkiye Cumhuriyeti idi.
Atatürk dönemi: 1923-1938
Atatürk Devrimleri
Atatürk İlkeleri olarak bilinen ilkeler doğrultusunda, 1922 ve 1938 yılları arasında hayata geçirilen bir dizi yasal değişiklik yapılmıştır. Bu devrimlerin amacı, Atatürk tarafından; "Türkiye'yi gelişmiş devletler seviyesine çıkartmak" olarak beyan edilmiştir.
Tarihçi Toktamış Ateş, Türk Devrim Tarihi adlı eserinde şunları yazıyor:
"Kemalist Devrim'in özü, felsefe olarak Tanrı egemenliğine dayanan bir monarşiden, halk egemenliğine dayanan bir cumhuriyete geçilmesi; iç siyaset amacı olarak monarşik iktidarın 'kaderci kulları' yerine çağdaş bir cumhuriyetin 'onurlu vatandaşlarını' oluşturmak; dış siyaset amacı olarak da 'tam bağımsızlıktan kesinlikle ödün vermeden', karşılıklı çıkar temeline dayanan eşitlikçi ilişkiler kurmaktı. Tüm Kemalist devrimler aslında bu amaçlara yöneliktir."
Atatürk Devrimlerinin karakteristik özellikleri şöyle sıralanabilir:
Devrimler; bir bağımsızlık egemenlik mücadelesidir.
Türk milletinin çağdaşlaşmasını sağlayan kökten, sosyal bir değişimdir.
İlerleme ve gelişmeyi hedefleyen dinamik bir harekettir.
Millî birlik ve beraberliğe önem verir.
Ayrıca bu devrimler demokratik rejime yönelmiş ve onun savunucusu olmuştur.
İç siyaset
Türkiye'deki tek parti yönetiminin, bugünkü anlayış ve tanım çerçevesinde bir demokrasi olmadığı çok açıktır, tek partili cumhuriyet insan haklarına saygı ve özgürlük kriterleri açısından çok eleştiriye maruz kalmıştır.
Kurtuluş Savaşı döneminden cumhuriyetin ilanına kadar TBMM aynı zamanda hükûmet görevi de yapmıştır. Cumhuriyet Halk Fırkası kurulana değin Anadolu ve Rumeli Müdâfaa-i Hukuk Cemiyeti Meclisteki tek parti olarak bulunmuştur. Mustafa Kemal Türk Devleti'nin aynı zamanda ilk başbakanıdır. Cumhuriyetin ilanına kadar Mustafa Fevzi Çakmak, Hüseyin Rauf Orbay ve Ali Fethi Okyar da Başbakan olarak görev yapmışlardır. Ali Fethi Okyar hem Meclis Hükûmeti hem de Cumhuriyet Hükûmeti Başbakanlığı yapan tek isimdir.
Ali Fethi Okyar, 15 Ağustos 1921'de İstanbul Milletvekilliğine seçilerek TBMM 1. Dönem'e katıldı. 10 Ekim 1921 - 4 Ekim 1922 arasında Dahiliye Vekilliği yaptı. TBMM 2. Dönemde yeniden İstanbul Milletvekili seçildi. 14 Ağustos 1923'ten cumhuriyetin ilanına kadar İcra Vekilleri Heyeti Reisliği ve Dahiliye Vekilliği yaptı. Cumhuriyetin ilk Meclisinin 1 Kasım 1923'teki toplantısında TBMM Başkanı oldu.
İsmet İnönü, cumhuriyetin ilanı ile sonuçlanan süreçte, Mustafa Kemal'le yakın siyasal işbirliği içindeydi. İlk Cumhuriyet hükûmetini kurdu (30 Ekim); aynı zamanda Halk Fırkası (sonradan Cumhuriyet Halk Partisi-CHP) genel başkan vekilliğini üstlendi. Böylece hükûmet ve parti üzerinde otorite kurma olanağı elde etti. Muhalefet partisi olarak kurulan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası (TCF) karşısında istediği yetkileri elde edemediği için 8 Kasım 1924'te başvekillikten istifa etti
Atatürk döneminde çok partili hayata geçiş çalışmaları olmuşsa da pek başarı sağlanamamış ve kurulan siyasi partilerin ömrü kısa olmuştur.
Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası, Ali Fuat Cebesoy, Kâzım Karabekir, Refet Bele, Rauf Orbay ve Adnan Adıvar’ın öncülüğünde 17 Kasım 1924’te kurulan Türkiye Cumhuriyeti'nin 2. siyasi partisidir. 5 Haziran 1925’te kapatılmıştır. Haziran 1926'da İzmir Suikastı sonrasında bazı paşalar tutuklanır ve idam hükmüyle yargılanır. Fakat Kazım Karabekir'in de içinde bulunduğu bu paşalar İsmet İnönü'nün müdahalesi ile idamdan kurtulmuştur.
Serbest Cumhuriyet Fırkası Atatürk'ün istek ve onayıyla, dönemin Paris Büyükelçisi Fethi Okyar'ın başkanlığında Cumhuriyet Halk Fırkası'na karşı biriken hoşnutsuzluk ve tepkileri dağıtmak, hükûmeti sarsmayacak bir muhalefet partisi oluşturmak amacıyla kuruldu.
Yeni Türk Devleti’nin uluslararası alanda meşruiyet kazanması Lozan Konferansı ile gerçekleşmiştir. Devlet bağımsızlığına sınırlama getirecek milletlerarası bağlardan uzak kalmayı, barışçı bir politika ile komşularıyla dostluk ilişkilerini geliştirmeyi tercih etmiştir. Kendi içinde kalkınma hareketleri gerçekleştiren Türkiye Cumhuriyeti hem iç hem de dış ilişkilerinde barış ve huzura ihtiyaç duymuştur.
1923-1932 yılları arasında Türk Dış Politikası Lozan Konferansı’nda sonuçlandırılamamış konuların ulusal çıkarlar doğrultusunda çözümlenmesine çalışılmıştır. Bu konular İngiltere ile Musul Sorunu, Fransa ile Kapitülasyonlar ve diğer sorunlar, Yunanistan ile Mübadele olarak sıralanabilir.
İngiltere ile ilişkiler
İngiltere ile ilişkiler Musul Sorunu'na rağmen 1932 yılında Türkiye’nin Milletler Cemiyeti’ne katılması, 1934 yılında İtalya’nın Balkan politikalarına karşı oluşturulan Balkan Antantı ve Montrö Boğazlar Sözleşmesi görüşmeleri esnasında İngiltere’nin Türkiye’nin yanında yer alması ile daha ılımlı bir hale gelmiştir.
İsmet İnönü, Atatürk'ün ölümü üzerine 11 Kasım 1938'de cumhurbaşkanlığına seçildi. Etkin siyasal yaşamdan çekildikten bir yıl sonra cumhurbaşkanı seçilebilmesi, büyük ölçüde cumhuriyetle özdeşleşmiş olmasıyla ilgiliydi. Cumhurbaşkanlığının yanı sıra CHP genel başkanlığına da getirildiğinden yönetim üzerinde geniş otorite sahibi oldu. CHP'nin 26 Aralık 1938'de toplanan I. Olağanüstü Kurultay'ında partinin "değişmez genel başkan"ı seçildi. Ayrıca kendisine "Millî Şef" sıfatı verildi.
Cumhurbaşkanı seçilmesinden hemen sonra başlayan II. Dünya Savaşı (1939-1945) döneminde İnönü ülkeyi savaştan uzak tutmaya çalıştı. Savaş yıllarındaki ekonomik ve toplumsal sıkıntılar ise, dönemin unutulmayan mirası olarak kaldı. Gene bu dönemde Hasan Âli Yücel'in öncülüğündeki Köy Enstitüleri kuruldu ve geliştirildi.
II. Dünya Savaşı'nın hemen ardından, gerek uluslararası siyasetteki gelişmeler, gerekse ülke içindeki yeni oluşumlar rejimin genel niteliğinde önemli değişiklikleri gündeme getirdi.
II. Dünya Savaşı süresince Türkiye'nin savaşa girmeme eğilimi sebebiyle türlü politika değişikliklerine gidilmiş ve ülke içinde savaşın sosyoekonomik etkileri görülmüştür.[7]Mihver ve Müttefik devletlerin isteklerine rağmen Türkiye, fiilen savaşa katılmaksızın 23 Şubat 1945'te resmen savaş ilanı ile yetinmiştir.[7][8][9][10] Savaşta Yunanistan'a yardım, Türkiye'ye sığınan mültecilerin bakımı, ordunun silah altında tutulması, dış ticaretin ciddi zarar görmesi sebebiyle yokluk ve pahalılık görüldü.[11][12] Bu da Varlık Vergisi, ekmeğin karneyle dağıtılması gibi uygulamalara yol açtı.[13][14][15] Savaşın etkisiyle 1938'den 1945'e ithalat yaklaşık 1.000.000 ton; ihracat ise 1.800.000 ton azaldı.[16] Ülkedeki nüfus artışına rağmen tarım üretiminin 1938'den 1945'e 3.000.000 ton azalması,[17] daha fazla ekonomik tedbire yol açtı; kısmi olarak vatandaşların elindeki tarım, hayvan ve orman ürünlerine el konuldu.[18] Dönemin başbakanı Şükrü Saraçoğlu, 11 Kasım 1942'de yaptığı konuşmada gerekçenin orduyu ve ülkeyi emniyet altına almak olduğunu belirtti.[18] Ülkedeki yokluğa paralel olarak karaborsacılık faaliyetleri arttı; hükûmetin tepkisi ise idama varacak kadar ağır cezalar vermek oldu.[19] Yetersiz beslenmeye bağlı salgın hastalıklar görüldü.[20]
Bu dönemde Türk basınında savaşın gidişatına göre ideolojik benimsemeler görüldü, örneğin 1942'de Saraçoğlu'nun varlık vergisiyle ilgili basından destek istemesi üzerinde gazetelerde ve dergilerde gayrimüslimleri hırsızlıkla, dolandırıcılıkla itham eden haberler yapıldı; karikatürler çizildi.[13] Varlık vergisinin gündemde olduğu günlerde dönemin Cumhurbaşkanı İsmet İnönü "Üç beş yüzü geçmeyen bu insanların vatana karşı aşikâr olan zararlarını gidermenin yolu elbette vardır. Ticaretin ve ekonomik çalışmaların serbestliğini bahane ederek milleti soymak hakkını hiç kimseye hiçbir topluluğa tanımamalıyız." dedi.[13] Aynı dönemde kapatılan gazeteler de görüldü; 1942 yılı içinde beş farklı gazete 1 ilâ 60 gün arasında değişen süre zarfında kapatıldı.[21] 1945 yılında ise Sovyet Rusya'nın Türk-Sovyet Saldırmazlık Paktı'nı tek taraflı olarak feshetmesi[22] ülke gündeminde yer edindi ve Sovyet Rusya ile dostluğu savunan Tan gazetesi tepki çekti; sonuç olarak 4 Aralık 1945'te üniversite öğrencileri tarafından birkaç kitabeviyle birlikte Tan gazetesi baskına uğradı.[23][24]