Türkiye'de linç, Millî Mücadele'nin sonlarında ve Cumhuriyetin ilk dönemlerinde başlayıp günümüze dek ülke çapında zaman zaman karşılaşılan yargısız infaz olaylarıdır. Batı Anadolu'nun Yunan işgalinden kurtarılması sırasında linç kurbanları çoğunlukla Millî Mücadele karşıtları olsa da, yüzyılın ortalarına doğru, özellikle 1970'li yıllar ve 12 Eylül İhtilali arasındaki dönemde, linçlerin hedef aldığı kesimler azınlıklar, Aleviler ve komünistler, daha küçük bir ölçekte de ülkücüler idi; 2000'lerde ise PKK isyanının bir parçası olarak Türk milliyetçileri tarafından PKK sempatizanlığı ile suçlanan Kürtlere ve Kürt milliyetçileri tarafından Türklere yöneltildi. 2005 yılında ülke genelindeki linç olayları artış gösterdi ve özellikle 2013'teki Gezi Parkı olayları ile 2014'teki Kobani Olayları gibi toplumsal eylemler sırasında linç örnekleri sıklıkla görüldü.
Linçler çoğunlukla siyasi ve ayrımcı sebeplerden kaynaklanıyordu, ikinci en yaygın sebep kurbanın - çoğunlukla çocuklara yönelik - tecavüz, tecavüz girişimi veya diğer herhangi bir tür cinsel istismar ile suçlanmasıydı. Cinsel suçlar dışındaki mala ve şahsa karşı işlenen suçları işlemiş veya işlemekle suçlanan kişilerin linçleri ise, tek bir kategori olarak göz önüne alındığında üçüncü en yaygın sebep oluyordu. Son yıllarda, siyasi linçler sayı olarak bir artış göstermesine rağmen, cinsel suçlar ile suçlanan kişilere yönelik linçler çok daha hızlı bir şekilde artış göstermektedir.
İngilizce'den Türkçeye geçen bir sözcük olan linç (İngilizce: Lynch) kelimesi, Amerikan Devrimi sırasında ortaya çıktı ve özellikle Amerikan İç Savaşı'ndan sonra Ku Klux Klan gibi ırkçı grupların siyahilere karşı uyguladığı şiddeti tanımlamak için kullanılıp yerleşti. Terimin kaynağı olarak genellikle ikisi de 1780'lerde Virginia'da yaşamış olan iki farklı Amerikan gösterilir: Charles Lynch (1736-1796) ve William Lynch (1742-1820). William Lynch'in çok daha sonraya kadar bu terimi kullanmadığı bilinirken kendisi terimi 1782'de kullandığı için terimin kaynağının Charles Lynch olması daha olasıdır.[1]
Linç kelimesi, Ali Püsküllüoğlu'nun 1991'de yayınladığı Türkçe Sözlük kitabında şöyle tanımlanır: Halktan bir topluluğun, bir suçluyu ya da kendilerine göre suç olan davranışta bulunmuş birini yumruk, taş, sopa gibi araçlarla döve döve öldürmesi."[2]Türk Dil Kurumu ise aynı kelimeyi şu şekilde tanımlar: "Birden çok kimsenin kendilerine göre suç olan bir davranışından ötürü birini, yasa dışı ve yargılamasız olarak öldürmesi."[3]
Tarihçe
Millî Mücadele
Millî Mücadele'nin son yılında, özellikle de İzmir örneğinde olduğu gibi yeni kurtarılan şehirlerde, işgal güçlerini desteklemekle suçlanan azınlıklara ve Millî Mücadele'ye karşı olduğu bilinen Türklere karşı bir linç dalgası gerçekleşti. Bunun en belirgin örneklerinden biri olan Bergama'da, şehirde Yunan ordusu tarafından 100.000[4] Türk sivilin yerinden edilmesi ve Kuvâ-yi Milliye birlikleri tarafından kente yapılan baskından sonra intikam olarak gerçekleştirilen Menemen Katliamı gibi olaylar nedeniyle halk arasında Yunan karşıtı duygular ve intikam arzusu yaygındı; bu sebeple 1922'de Türk birlikleri kenti kurtardığında kentte Yunan işgalcilerini sıcak karşılamış olan birçok sivil, hem sivil halk hem de düzensiz birlikler tarafından linç edilerek öldürüldü.[5]
Gerçekleştirdiği linçlerle halk arasında şöhrete sahip olan bir isim ise Sakallı Nurettin Paşa olarak da bilinen Nureddin İbrahim Konyar'dı. İşgal kuvvetlerini metheden ve Millî Mücadeleyi kötüleyen gazeteci Süreyya'nın linç edilmesi gibi birçok olayın yanı sıra, kendisi tarafından teşvik edilen linçlerden en çok dikkat çekenleri Hrisostomos Kalafatis ve Ali Kemal'in linçleriydi. 9 Eylül 1922'de İzmir'in Kurtuluşu sırasında Nurettin Paşa, İzmir'e giren Birinci Ordu'nun başındaydı.[6] Şehre girmesinden sonra, işgal boyunca verdiği vaazlarda "Ne kadar Türk kanı döküp içerseniz o kadar sevaba girmiş olacaksınız" gibi sözler sarf etmiş olan Rum din adamı Hrisostomos Kalafatis'in vatana ihanet nedeniyle tutuklanmasını emretti. Kalafatis, Nurettin Paşa'nın makamına çağrılmasını takiben Türk mahallelerinin ortasından geçirildi ve Nurettin Paşa, Müslümanları onun "işini halletmeye" davet etti. Kalafatis bunun ardından linç edilerek öldürüldü.[7]
Damat Ferit Paşa hükûmetlerinde kısa bir süre Maarif ve Dâhiliye Nazırlığı yapan, bu esnada Millî Mücadele aleyhine sert tutumlar gösteren ve Mustafa Kemal Atatürk'ü "çete reisi, haydut" olarak nitelendiren gazeteci Ali Kemal, Kurtuluş Savaşı'nın kazanılmasının ardından tutuklanıp yargılanmak üzere Ankara'ya gönderilmek istendi.[8] 4 Kasım 1922 günü, Teşkilat-ı Mahsusa mensubu birkaç kişi Ali Kemal'i Tokatlıyan Oteli'nde gittiği berber dükkânından kaçırarak İstiklal Mahkemesi'ne çıkarılmak üzere Ankara'ya götüreceklerini bildirdi.[9] Ancak Ali Kemal, o sırada İzmit'te bölge kumandanı olan Nurettin Paşa'ya teslim edildi. 6 Kasım 1922'de, Nurettin Paşa'nın teşviki ile, kendisiyle görüştükten sonra dışarı çıkarken kumandanlık karargahı önünde toplanan ahali tarafından linç edildi. Kafası çekiçlerle ve taşlarla kırılarak öldürüldü, sırtından bıçaklandı ve yere yatırıldı.[10] Parmağındaki yüzük ve altın saati çalındıktan sonra kıyafetleri çıkarıldı ve çıplak vücudu ayaklarına ip bağlanarak sokaklarda dolaştırıldı.[9] Bunun ardından cesedi bir köprüye asıldı.[11]
Nureddin’e nasıl olduğunu sordum. Kemâl-ı fahr ile yüksek perdeden, göğsünü kabartarak hikâye etti : «İzmit’e getirdiler. Aldım. İstintak ettim. Hakaret ettim sonra da asker ve ahaliden bir kalabalık toplamalarını emirerlerime emrettim. Topladılar. Beklesinler, Ali Kemâl’i çıkartacağım, hemen üstüne üşüşsünler, sopa ile, taşla, yumruk ile gebertsinler, dedim. Öyle yaptılar. Sonra da oraya'astım.» dedi. Oh... Bu bir cinayet idi. Hem de bunu bir ordu kumandanı yapıyordu. Bir kumandanın Türk askerliğine böyle bir leke sürmesini bir türlü çekemedim. Bu iş bana pek acı geldi.
1923'te Cumhuriyetin ilan edilmesi ile 1946'daki ilk çok partili seçimler arasındaki dönemde ülkede gerçekleşen linç olayları çoğunlukla milliyetçi ve antikomünist sebepler ile gerçekleşti. Nihal Atsız'ın Orhun dergisinde ve Cevat Rıfat Atilhan'ın ise Milli İnkılap dergisinde yayınladığı antisemitist yazılar, halkı Yahudilere karşı şiddet uygulamaya ve linçlemeye teşvik etti.[13][14] İlk olaylar 21 Haziran 1934'te Çanakkale’de başladı. Çanakkale'de Yahudiler'e yapılan ekonomik boykotun dozu kaçınca fiziki saldırılara dönüştü; Linç, yağma, dayak, ırza geçme, imzasız tehdit mektupları gönderme olayları gerçekleşti. Kırklareli'nin valisi bu sırada tatildeydi, bunun şehirde oluşturduğu otorite boşluğunun da bir sonucu olarak Çanakkale'de olanların Kırklareli'de de tekrar etti. Kırklareli'den kaçan Yahudiler'in bir kısmı Edirne'ye varınca olayı öğrenen Edirneli Yahudiler mallarını geride bırakıp İstanbul'a kaçtı.[15] Olaylar hızlı bir şekilde tırmandı ve sonuç olarak Edirne, Tekirdağ, Kırklareli, Çanakkale, Uzunköprü, Silivri, Babaeski, Lüleburgaz, Çorlu ve Lapseki'de Yahudilere ait dükkân ve evler yağmalandı, linç edildi[16] ve kadınlara tecavüz edildi.[13][17] Bir jandarma onbaşı, Yahudileri himaye ederken yağmacı grup tarafından linçlenerek öldürüldü.[18]1934 Trakya Olayları veya Furtuna olarak bilinen olayların bir sonucu olarak yaklaşık 15 bin Trakya Yahudisi bulundukları şehirleri terk etti.[13]
Kaynakça
^Quinion, Michael (20 Aralık 2008). "Lynch". World Wide Words. 16 Nisan 2003 tarihinde kaynağından arşivlendi.
^Hasan İzzettin Dinamo: Kutsal isyan: Millî Kurtuluş savaşı'nın gerçek hikâyesi, Cilt 2, Tekin yayınevi, 1986, sayfa 275 18 Eylül 2016 tarihinde Wayback Machine sitesinde arşivlendi..