Anadolu'daki ilk uygarlık izlerine Orta, Doğu ve Güneydoğu Anadolu'daki arkeolojik bulgularda rastlamaktayız. Özellikle yakın zamanda Türkiye'nin Şanlıurfa ilinin sınırlarında bulunan ''Göbeklitepe'' yapısının keşfiyle birlikte Anadolu'nun hem arkeolojik hem de tarihi olarak ne denli önemli bir coğrafi bölge olduğu bir kez daha kanıtlanmıştır. Bunun yanı sıra; bazı eski halkların kökenlerindeki sırlar henüz bilinmemesine karşın, Hatti, Akad, Asur, Luvi ve Hitit uygarlıklarının kalıntıları, halklarının günlük yaşamları ve ticaret hayatları ile ilgili pek çok örnek sunmaktadır.
Hititlerin düşüşünden sonra Anadolu'nun Batı yakasında İyonyalılar, Lidyalılar ve Frigyalılar gibi medeniyetler sahneye çıktı. O dönemde onlar için tek tehdit olarak İran'daki Pers Krallığı görünüyordu. Lidyalıları yıkan Persler döneminde Anadolu'da da liman şehirleri gelişti ve zenginleşti. Zaman zaman isyanlar olsa da bu isyanlar çok büyük tehdit oluşturmadı.
Sonrasında Makedonya kralı Büyük İskender sahneye çıktı. İskender, Ahameniş hükümdarı III. Darius'a karşı kazandığı zaferlerle Anadolu ve İran'ın kontrolünü ele geçirdi. Ölümünden sonra kazandığı topraklar, güvendiği generallerinden birçokları ve ayakta kalmayı başaran Galya, Pergamon, Pontus ve Mısır'daki diğer güçlü hükümdarlar arasında bölüşüldü. Büyük İskender'in payından en fazla dilimi alan Selevkos İmparatorluğu, Romalıların iştahını kabarttı ve Romalılar bölgeyi parça parça ele geçirdiler. Romalılar yerel yönetimlere büyük yetkiler tanıdılar ve askerî güç sağlayarak bölgeyi güçlendirdiler.
Türklerin Anadolu'ya girmesinden sonra Türkler, Haçlılar, Bizanslılar ve Moğollar, bu toprakları ele geçirmek için yoğun bir mücadele vermişlerdir. Haçlı Seferleri düzenlenmiş, çeşitli Moğol istilaları gerçekleşmiş ve Bizans ile Türkler arasında savaşlar yapılmıştır. 1243 yılında Anadolu Selçuklu Devleti ile Moğollar arasında gerçekleşen Kösedağ Muharebesi sonucunda Anadolu, Moğol hakimiyetine girmiştir ve Selçuklu Devleti zayıflayıp yerini Türk beyliklerine bırakmıştır. Bu beylikler arasında, Söğüt ve Bilecik çevresinde kurulu olan Osmanoğulları Beyliği, 13. yüzyılın sonlarına doğru bağımsızlığını ilan etmiştir.
Bu çağ buzul devrin olduğu, insanların henüz üretime geçmedikleri, mağaralarda ve ağaç kovuklarında barındıkları bir dönemdir. Bu dönemin Anadolu'daki izlerini, günümüzde Göbeklitepe, Karain, Beldibi ve Belbaşı mağaralarında bulmak mümkündür.
Asya ve Avrupa'nın stratejik kesişme bölgesinde olmasından dolayı Anadolu, tarih öncesi Prehistorya çağlardan beri pek çok uygarlıklar için beşik olmuştur. Çatalhöyük, Çayönü, Hacılar, Göbeklitepe ve Yumuktepe bu uygarlıklardan bazılarının ilk yerleşim yerleri olmuştur.
Göbeklitepe, Türkiye'nin Şanlıurfa il merkezinin 18 km kuzeydoğusunda, Örencik köyü yakınlarında yer alan dünyanın bilinen en eski kült yapılar topluluğudur. Bu yapıların ortak özelliği, T biçimindeki 10-12 dikilitaşın yuvarlak planda dizilmiş, aralarının ise taş duvarla örülmüş olmasıdır. Bu yapının merkezinde daha yüksek boyda iki dikilitaş karşılıklı olarak yerleştirilmiştir. Bu dikilitaşların çoğu üzerinde insan, el ve kol, çeşitli hayvan ve soyut semboller, kabartılarak veya oyularak betimlenmiştir. Söz konusu motifler yer yer bir süsleme olamayacak kadar yoğun olarak kullanılmıştır. Bu kompozisyonun bir öykü, bir anlatım veya bir mesaj ifade ettiği düşünülmektedir. Hayvan motiflerinde boğa, yaban domuzu, tilki, yılan, yaban ördeği ve akbaba en sık görülen motiflerdir. Bir yerleşim yeri değil, kült merkezi olarak tanımlanmaktadır. Buradaki kült yapıların tarım ve hayvancılığa yakın olan son avcı grupları tarafından inşa edilmiş olduğu anlaşılmaktadır. Diğer anlatımla Göbeklitepe, çevredeki oldukça gelişmiş ve derinlik kazanmış bir inanç sistemine sahip olan avcı-toplayıcı gruplar açısından önemli bir kült merkezidir. Bu durumda, bölgenin en erken kullanımının Çanak Çömleksiz Neolitik Çağ’ın A evresine (MÖ 9.600-7.300), yani günümüzden en az 11.600 yıl öncesine dayandığı ileri sürülmektedir.
Göbeklitepe, 1963 yılında İstanbul Üniversitesi ve Chicago Üniversitesince yürütülen “Güneydoğu Anadolu Tarih Öncesi Araştırmaları Projesi” (Prehistoric Research in Southeastern Anatolia) yüzey araştırmaları sırasında tespit edilmiştir.[1]
Bütün bunlar ve kazılarda ortaya çıkarılan anıtsal mimari, Göbeklitepe'yi eşsiz ve özel yapmaktadır. Bu bağlamda UNESCO tarafından 2011'de Dünya Mirası geçici listesine alındı ve 2018'de kalıcı listeye girdi.
Buradaki kazılarda çıkartılan bazı heykel ve taşlar, Şanlıurfa Arkeoloji ve Mozaik Müzesi'nde sergilenmektedir. Göbeklitepe, popüler kaynaklarda "tarihin sıfır noktası" nitelendirmesiyle de anılır.
Anadolu'da ''tunç''unmetal olarak kullanılması, MÖ 4. binyılda Karaz Kültürü etkisiyle oldu. Bölgeye Akadlar gelene kadar Anadolu, tarih öncesi çağlarını yaşıyordu. Üretim için çeşitli malzemeleri buradan sağlama amacındaki Akad İmparatorluğu, MÖ 2400 yılında Büyük Sargon liderliğinde bölgeyi etkisi altına aldı.[2] Anadolu'nun çok zengin bakır rezervleri olduğu halde tunç için gerekli kalay yeterli miktarda bulunamıyordu.[3] Akadlar, Mezopotamya'daki iklim değişiklikleri ve ticareti olumsuz etkileyen insan gücünün azalması sonucu zayıfladı. Yaklaşık MÖ 2150'de Gutlar, Akkad İmparatorluğu'na son verdi.[4]
Gutları yenen Asurlular, gümüş başta olmak üzere bölgedeki maden kaynaklarına sahip çıktı. Asurluların Kaniş'te bulunan çivi yazısı tabletlerinden, gelişmiş ticaret hayatına sahip oldukları anlaşılıyordu.[2]
Orta Tunç Çağının sonlarına doğru I. Hattuşili önderliğindeki Eski Hitit Krallığı, Hattuşaş'ı ele geçirdi ve başkent yaptı. (M.Ö 17nci YY)
MÖ 14. yüzyılda Hitit İmparatorluğu gücünün zirvesine ulaştı; Orta Anadolu, Suriye'nin kuzeybatısı ve yukarı Mezopotamya'ya kadar yayıldı. Kizzuvatna Krallığı, ticaret yolları açısından önemli bir bölge olan Hatti'yi Suriye'den ayırarak ele geçirdi. İki devlet arasında barış anlaşmaları imzalandı, sınırlar korundu, ta ki Hitit Kralı I. Şuppiluliuma, Kizzuvatna'yı tamamen ele geçirinceye kadar. Her ne kadar Kizzuvatna Uygarlığı bitse de Hititler, Comona ve Kilikya'da onların kültürlerini korumalarına izin vermiştir.[6]
MÖ 1180'den sonra Levant bölgesine deniz kavimlerinin gelmesiyle imparatorluk dağıldı ve bir kısmı MÖ 8. yüzyıla kadar ayakta duracak olan küçük şehir devletleri (Geç Hititler) ortaya çıktı.
Hititlerin parçalanması sırasında Balkanlardan Anadolu'ya gelen Frigyalılar kısa bir süre içinde Anadolulaştılar, büyük oranda Hitit etkisi altında kalsalar da kendilerine özgü bir kültür oluşturdular.[7] Başkentleri Gordion idi. En tanınmış kralları olan Kral Midas hakkında üretilen birçok efsane oldu; "eşek kulak"larıyla ya da "dokunduğu her şeyi altına çevirmesiyle" ünlendi. Asur kaynaklarında Frigyalılardan Muşkiler, Midas'dan da Mita olarak bahsedilir. Asurlular, Midas'ı tehlikeli bir rakip olarak kabul ettiler ve Frigya ile MÖ 709'da barış anlaşması imzaladılar. Ancak bu anlaşmanın Kimmerler için bir anlamı yoktu ve Kimmerler, yaptıkları akınlarla Frigya Krallığı'nı yıkıp Kral Midas'ı da öldürdüler (MÖ 696).[8]
Hint-Avrupa kökenli bir kavim olan ve doğudan Anadolu'ya gelen Lidyalılar, önce Hititlerin daha sonra da Friglerin egemenliği altında yaşadılar. Dilleri, Hitit dili ile benzerlik gösterir.
Lidyalılar, Batı Anadolu bölgesindeki Lidya‘da yaşayan Anadolu insanlarıydı. Dil tarafından tanımlanan ve MÖ 2. binyıla kadar uzanan kökenleri hakkında ortaya atılan sorular, dil tarihçileri ve arkeologlar tarafından tartışılmaya devam ediyor. Lidyalıların başkenti “Sfard” veya Sardis idi.
Lidyalıların parayı bulan ilk uygarlık olduğu iddiaları olmakla birlikte, para kullanımı daha eski medeniyetler olan Sümerler'de ve Antik Mısır'da da vardır. Resmi makamlarca onaylanmış gümüş gibi değerli metallerin ve belirli ölçekteki arpa gibi tahılların kullanımı ilk parasal ögeler sayılabilir.[9] Ancak günümüzdeki anlamına yakın kullanım, Lidyalılara atfedilir. Yunan tarihçi Herodot, Lidyalıların gümüş ve altın madeni parayı ilk defa kullandığını yazar.[10] Başka bir deyişle Lidyalılar, zaten var olan para sisteminin aracı olarak altın ve gümüşü tercih eden ilk uygarlıktır.
Lidyalılar tarihte ilk madeni parayı icat edenlerdir. Lidyalılar tarafından paraya "sikke" deniliyordu. Sikke, eski uygarlıklardan kalmış bir para türüdür. Altın, gümüş, bakır, nikel, tunç ve alüminyum gibi metalalaşımların karışımları ile üretilmiş olup, ilkel çağlarda ticarette kullanılan takas (değiş-tokuş) yöntemi yerine daha kullanışlı bir değişim aracı arayışlarının sonucu olarak ortaya çıkmıştır.
MÖ 546 yılında Ahameniş İmparatorluğu, Lidya Krallığı'nın başkenti Sardes'i ele geçirip Lidya Krallığı'na son vermişlerdir. Böylelikle Anadolu, 200 yıllık Pers egemenliği dönemine girmiştir.
MÖ 550'de, bir yüzyıl zor bela ayakta durmayı başaran Med İmparatorluğu, ani bir Pers isyanıyla yıkıldı. Serveti çok fazla olan Lidya Kralı Krezüs, bu serveti Pers Kralı Büyük Kiros'a saldırmak için kullandı. Bu hareketiyle ülkesinin sonunu getirdi ve Persler, MÖ 546'da Lidya başkenti Sardes'i yerle bir etti. İyonya Krallığı ve Lidya'dan arta kalan şehirler, Pers buyruğuna girmeyi reddettiler, savaşmak için hazırlık yaptılar ve Sparta'dan yardım istediler. Sparta beklenilen yardımı yapmadı, Kiros'a sadece bir elçi göndererek onu uyardı. Sonuç olarak daha fazla direnemediler; Phokaia'dakiler Korsika'ya, Teos'dakiler de Trakya'daki Abdera kentine kaçtılar. Geri kalanlar da Perslere teslim oldu. Kiros'tan sonra tahta geçen I. Darius yönetiminde de imparatorluk genişlemeye devam etti. Genişleyen toprakları etkin idare için I. Darius, satraplık sistemini kurdu.
MÖ 502'de Girit Adası'nda Perslere karşı başlayan İyonya İsyanı'na Milet satrapı Aristagoras, önce Perslere yardım etmek üzere Girit (Nakse) Adası'na hücum etmekle başladı; fakat isyanı bastırmada başarılı olamayınca o da isyancılara katıldı ve hatta daha sonra onlara liderlik de etti. Atinalıların da yardımlarıyla bir süre Anadolu'ya yayılan isyancılar, Efes Savaşı'nda yenildiler. Bu yenilgiyi MÖ 493'te Lade'deki yenilgi takip etti ve Persler isyana son noktayı koydular.[11] Her ne kadar Karya, Pers İmparatorluğu'na bağlı bir satraplık olsa da, oraya atanan Hekatomnus kendine avantaj sağlamayı bildi. Bir taraftan Perslere düzenli haraç verirken diğer taraftan bölgeyi kontrolü altına aldı. Hekatomnus'un oğlu Mosolus başkenti Milas'tan Halikarnas'a taşıdı. Güçlü bir donanma kurdu ve bu gücünü kurnazca bir plan dahilinde Sakız, Kos ve Rodos adalarını Atina'dan ayırmak için kullandı. Daha sonra bu adalar bağımsızlıklarını ilan ettiler. Mosolus planının başarıya ulaştığını göremeden öldü ve ülke yönetimini eşi Artemis devraldı. Büyük İskender'in sahneye çıkışına kadar bir yirmi yıl daha Karya Hekatomnus'un ailesi tarafından yönetildi.[12]
MÖ 336'da Makedonya kralı II. Filip, beklenmedik bir şekilde öldürülünce Makedonya tahtına, o dönem çok meşhur olan ve bayağı genç olan oğlu İskender geçti. Perslerle savaşmaya yetecek büyüklükte bir ordu ve onların güçlü donanmaları karşısında dayanacak bir donanma kurmak için hemen çalışmaya koyuldu. Perslerle ilk olarak Biga Çayı'nın yakınlarındaki Granicus Savaşı'nda karşılaştı ve onları bozguna uğrattı. Zaferin ivmesiyle Batı kıyılarına yöneldi, Lidya ve İyonya'yı sırayla bağımsızlıklarına kavuşturdu. Milet'in de alınması, Makedon donanmasının işini diğer şehirler alınırken kolaylaştırdı. Bu bölgedeki kontrolü sağladıktan sonra İskender, Anadolu içlerine yöneldi; Frigya, Kapadokya ve en son Kilikya'ya kadar ulaştı. Ardından, gerçekleşen İssos ve Gaugamela muharebelerinde Ahameniş İmparatorluğu hükümdarı III. Darius'u perişan etti. Daha sonra Pers Kralı III. Darius'u devirdi ve Ahameniş İmparatorluğu'nu tamamen fethetti. Büyük bir yenilgiye uğrayan III. Darius, Fırat'ın doğusuna kadar sürüldü ve böylece Anadolu'daki Pers hakimiyeti son bulmuş oldu.
Gelinen son noktada Büyük İskender'in imparatorluğu, bilinen dünyanın çok büyük bir bölümünü elinde bulunduruyordu. Büyük İskender, yaptığı bu seferlerle adını tarihe altın harflerle yazdırdı.
Büyük İskender'in İmparatorluğu'nun Parçalanması
İskender, MÖ 326'da Hydaspes Muharabesi'nde önemli bir zafer kazanarak Hindistan'ı işgal etti. Sonrasında, vatan hasreti çeken birliklerinin yoğun talepleri üzerine buradan geri döndü ve MÖ 323'te başkent olarak ilan etmeyi planladığı Babil'de, Arabistan'ın işgalini tasarladığı seferlerini hayata geçiremeden hastalandı ve öldü.
İskender'in ani ölümü, ardında geniş bir imparatorluk ve yönetim boşluğu bıraktı. Tahtın varisi, yarı üvey kardeşi Arrhidaeus, ülkeyi yönetecek bir güce sahip değildi. Toprakları paylaşmak için generalleri arasında savaşlar çıktı. Süvarilerin başındaki Pertikas, ardından Frigya satrapı Antigonus bir süre topraklara egemen oldular.[2] Mısır Valisi Ptolemi ile İskender'in güçlü generalleri, Lysimakhos ve Selevkos, İpsus Savaşı'ndan sonra ortak düşmanları Antigonus'a karşı güç birliğine gittiler. Çekişmeler sonucu İskender'in İmparatorluğu dört parçaya bölündü. Ptolemi Mısır, Levant'ın büyük bir kısmı ve Anadolu'nun güneyini; Lysimakhos Anadolu ve Trakya'yı; Selevkos ise Anadolu'nun geri kalanını aldı ve Selevkos İmparatorluğu'nu kurdu. Bu arada Pontus Kralı I. Mithridatis Ktistes de ülkesinin bağımsızlığını ilan etti.[13]
İmparatorluğun kurucusu I. Selevkos Nikator, babası Antiokus'un adını vererek Antakya şehrini kurdu ve burayı başkent yaptı. Orduya çok önem veren Selevkos, yönetimi kolaylaştırmak için ülkeyi 72 ayrı satraplığa böldü. Eski arkadaşı Lysimakhos'la aralarında anlaşmazlık çıkınca M.Ö 281'de Selevkus ona karşı savaş açtı ve Korupedyon Savaşı'nda Lysimakhos'u yenerek topraklarını ele geçirdi. Ancak gelecekteki Makedon Kralı Ptolemi Keranus tarafından suikastle öldürüldü.[13]
Selevkos'un ölümünden sonra, imparatorluk içerden ve dışarıdan birçok saldırıya maruz kaldı. Selevkos'un oğlu I. Antiokus Galatların saldırılarını savuşturduysa da Pergamon Kralı Eumenes'i yenemedi ve M.Ö 262'de Pergamon'a bağımsızlık vermek zorunda kaldı.[14]
Orta Çağ'da Anadolu'ya çoğunlukla Bizans İmparatorluğu hakim olmuştu. 632 yılında, Muhammed'in ölümünün ardından gerçekleşen MüslümanArap fetihleri Anadolu'ya da sıçramıştır. Halife Ömer döneminde Suriye, Mısır, Irak ve İran gibi önemli bölgeler İslam İmparatorluğu'na dahil olmuş ve bu bölgelerle komşu durumunda olan Anadolu da, bu fetihlerden kültürel ve dini açıdan etkilenmiştir. Daha sonraki yıllarda Anadolu'ya yapılan Müslüman Türk akınları ve burada kurulan devletler, Anadolu'nun İslamlaşma sürecini başlatacaktı. Özellikle Selçuklu Hanedanı döneminde Anadolu, hem kültürel hem de mimari yönden bir İslam diyarı haline gelecekti.
Türkler, çeşitli sebeplerden ötürü ana vatanları olan Orta Asya'dan göç etmek zorunda kalmışlar ve kendilerine yeni bir vatan aramaya başlamışlardır. Bu yüzden Selçuklu Türkleri, çevre bölgelere akınlar düzenlemeye başlamışlardır. Örneğin Anadolu'ya yapılan ilk akınlar, 1015-1018 yılları arasında gerçekleşmiştir. Büyük Selçuklular, 1040 yılındaki Dandanakan Muharebesi ile Gaznelileri mağlup etmiş ve bağımsız olmuşlardır. Selçukluların bağımsız olmasıyla beraber çevre bölgelere yapılan akınlar daha sistemli hale gelmiştir. Nitekim bu akınlar sonucunda Anadolu'nun uygun bir bölge olduğu anlaşılmıştır. Anadolu hakimiyeti için, Büyük Selçuklu Devleti ile Anadolu'yu elinde bulunduran Bizans İmparatorluğu arasındaki ilk savaş, 1048 yılında gerçekleşmiş ve Pasinler Muharebesi olarak bilinen bu savaşla beraber Anadolu hakimiyeti için yapılan ilk savaş, Selçuklu zaferiyle noktalanmıştır.
Büyük Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey'in ölümünün ardından Büyük Selçuklu tahtına Alp Arslan oturmuş ve Anadolu üzerine yapılan akınları hızlandırmıştır. Bu dönemde Bizans İmparatoru olan Romen Diyojen ise, Anadolu toprakları için oluşan bu büyük tehlikeyi bertaraf etmek için yaklaşık 200.000 kişilik ordusuyla başkenti Konstantinopolis'ten ayrılmış ve bugünkü Türkiye'nin Doğu Anadolu Bölgesi'ne doğru ilerlemeye başlamıştır. Sultan Alp Arslan, Bizans'ın büyük bir orduyla Doğu Anadolu'ya geldiğini öğrenince bu orduyu karşılamak için aynı bölgeye bir orduyla ilerlemiştir. Daha sonra iki ordu, 26 Ağustos 1071 tarihinde Muş'un Malazgirt Ovası'nda karşılaşmış ve Malazgirt Meydan Muharebesi, kesin Selçuklu zaferiyle sonuçlanmıştır. Bu zaferle beraber İran, Azerbaycan, Horasan gibi bölgelerde bulunan Türkler, kitleler halinde Anadolu'ya göç etmeye başlamıştır.
Alp Arslan'dan sonra Büyük Selçuklu tahtına geçen oğlu Melikşah, babasının izinden giderek devletin sınırlarını genişlettirdi ve bir imparatorluk durumuna geldi. Melikşah, devlete en parlak günlerini yaşattı. İslam ilmi açısından da zirvede olan bu dönemde, vezir Nizamülmülk tarafından devletin farklı yerlerinde kurulan Nizamiye Medreseleri sayesinde de birçok ilim adamı, filozof ve müderris yetişmiştir. Bu medreselerin merkezi ve en büyüğü, Bağdat'taki Nizamiye Medresesi olup Amul, Basra, Belh, Herat, İsfahan, Musul ve Nişabur'da da benzerleri vardı. Nizamiye Medreseleri'nde esas olarak din, hukuk ve dil öğretimi yapılmıştır. Ancak bunların yanında astronomi, matematik, kimya ve felsefe eğitimleri de mevcuttu. Nizamiye Medreseleri, devlet parasıyla yaptırılmıştır. Bu medreselerde okuyup mezun olan filozof ve ilim adamlarının en meşhuru, daha sonradan Bağdat'a müderris olarak atanan Gazzâli'dir.
1090 yılında Hasan Sabbah adındaki bir din adamının İran'daki Alamut Kalesi'ni ele geçirip Büyük Selçuklu topraklarına suikastler düzenlemesiyle devlet sarsılmıştır. 1092 yılında, sırasıyla vezir Nizamülmülk'ün suikaste uğraması ve Melikşah'ın da zehir aracılığıyla ölmesi, devlette ani bir şok etkisi yarattı. Daha sonraki yıllarda devlet, tekrar eskisi gibi toparlanamadı ve kısa sürede dağıldı. Ancak daha önceden Anadolu'da, Büyük Selçuklu Devleti'ne tabi olmak şartıyla kurulmuş olan Anadolu Selçuklu Sultanlığı, Selçuklu Hanedanlığı'nın izini sürdürmeye devam etti.
Selçuklu Hanedanı'ndan olan Kutalmış oğlu Süleyman Şah, Marmara Bölgesi'ndeki askeri faaliyetleri sonunda İznik'i alıp başkent yaparak 1077 yılında Anadolu Selçuklu Devleti'ni kurmuştur. I. Haçlı Seferi başlarında İznik şehrinin düşmesi üzerine Selçuklular Anadolu içlerine çekilmiş ve sonunda Konya başkent olmak üzere ayakta kalmayı başarmıştır.
13. yüzyıl başlarında Sultan I. Alaeddin Keykubad ile Anadolu'nun en güçlü devleti haline gelen Anadolu Selçuklu, Anadolu üzerindeki hakimiyetini iyice sağlamlaştırdı. Bu dönemde Anadolu'da ortaya çıkan Moğol tehdidinden dolayı birtakım önlemler alan Alaeddin Keykubad, bir dizi fetih gerçekleştirdi. 1230'da, Yassıçemen Muharebesi ile Harezmşahlar Devleti hükümdarı Celaleddin Harezmşah'ı yenilgiye uğrattı ve Harezmşahların yıkılmasına neden oldu. Bu da Anadolu Selçuklu Devleti'ni Moğollar ile sınır komşusu haline getirdi. Sultan Alaeddin, 1237 yılında Kayseri'de zehirlenip aniden ölünce bunu fırsat bilen Moğollar, Anadolu içlerine kadar girdi.
Anadolu Selçuklu Devleti, 1243 yılındaki Kösedağ Muharebesi'nde Moğollara yenilmesiyle beraber İlhanlılara yıllık haraç ödeyen tabi bir devlet haline gelmiş ve bu vesileyle birlikte Anadolu'nun her tarafında kendince bağımsızlıklarını ilan eden çeşitli Türk beylikleri ortaya çıkmıştır. Moğolların Selçuklu'nun devlet yönetimine zaman içinde artan müdahalesi, devleti bir kukla durumuna düşürmüştür. Son Anadolu Selçuklu Sultanı II. Mesud'un 1308 yılındaki ölümüyle birlikte Anadolu Selçuklu Devleti de dağılmıştır.
Hristiyan Haçlılar, Kutsal Topraklar'ı Müslümanlardan almak için belirli aralıklarla birtakım seferler düzenlemişlerdir. Bunlara ''Haçlı Seferleri'' denir. Toplamda 8 tane Haçlı seferi düzenlenmiştir. Bunlardan ilk dördü Anadolu toprakları üzerinde yapılmış, diğerleri ise farklı güzergahlar kullanılarak yapılmıştır.
I. Haçlı Seferi'nde (1096-1099) Haçlılar başarılı olmuş, 1099 yılında Kudüs ele geçirilerek şehirdeki Müslümanlar ve beraberinde Yahudiler kılıçtan geçirilmiştir. Anadolu Selçuklu Sultanı I. Kılıçarslan da seferde müdahale etmiş, bunun sonucunda da başkent İznik düşüp Konya içlerine kadar çekilmiştir. Kudüs'ün yanı sıra Haçlılar; Yafa, Urfa ve Antakya gibi önemli yerleri de ele geçirmiş ve buralarda devletler kurmuşlardır.
Anadolu Selçuklu Devleti'nin 1243 yılındaki Kösedağ Muharebesi'nde Moğollara yenilmesiyle birlikte Anadolu'da ikinci beylikler dönemi başladı ve Anadolu'nun çeşitli bölgelerinde Türk beylikleri kuruldu. Bu beyliklerden birisi olarak ön plana çıkan Osmanoğulları Beyliği, Söğüt ve Domaniç civarında varlıklarını sürdürmekteydi. Beyliğin lideri olan Osman Bey, yaptığı birtakım fetihler sonucunda 13. yüzyılın sonunda, genel kabule göre 1299 yılında bağımsızlığını ilan etti.
13. yüzyılın sonlarından itibaren Batı Anadolu'daki Türk beyliklerinden biri olarak ön plana çıkan ve bağımsızlık kazanan Osmanlılar, 14. yüzyılda Balkan topraklarında gerçekleştiriği fetihlerle büyük bir güç ve devlet haline geldi ve Anadolu'daki diğer Türk beylikleri üzerinde de hakimiyet kurdu. I. Bayezid döneminde, 1402 yılında Timur ile gerçekleştirilen Ankara Muharebesi mağlubiyetinin ardından Yıldırım Bayezid'in Timur'a esir düşmesi ve akabinde ölmesi, devleti sıkıntılı günlere götürdü. Devlet, 11 yıl kadar padişahsız kaldı. En sonunda kardeşlerini teker teker bertaraf edip tahta geçen I. Mehmed sayesinde devlet toparlandı.
1451 yılında Osmanlı tahtına geçen II. Mehmed, ilk iş olarak gözünü İstanbul'a dikti. Yaklaşık iki aydır süren uzun ve yoğun bir kuşatmanın ardından, 29 Mayıs 1453 sabahında Osmanlılar şehri ele geçirdi ve Bizanslılar ile yoğun bir çatışma başladı. Osmanlılar şehri kontrolleri altına aldı. 1058 yıllık Bizans İmparatorluğu yıkıldı, Osmanlılar bir imparatorluk haline geldi.
Anadolu'nun Türkler tarafından fethedilmesi ve Selçuklular İmparatorluğu'nun yükselmesi 11.nci yüzyılda başlar.[15] Bu yavaş yavaş idi.Anadolu'nun tamamen fethi Osmanlı İmparatorluğu' nun İstanbul'u 1453 yılında elde etmesiyle kesinlik kazandı.Burada yaşayanlar pek çok farklı inancı destekliyordu.Musevilik,Hristiyanlık ve İslam.Özellikle İspanya ve Portekiz' den kovulan Yahudi 'ler ve 1492 yılında İspanyol'ların yeniden feth olayından sonra buradan kovulan Yahudi ve Müsliman göçmenler İstanbul'a yerleşti.[16][17][18]