Lidya (Lidce: 𐤮𐤱𐤠𐤭𐤣𐤠 Śfarda, Grekçe: ΛυδίαLȳdíā), Anadolu'da Tunç Çağı'nın sonlarından başlayarak MÖ 6. yüzyıla kadar hüküm süren Lidya medeniyetinin merkezini oluşturan tarihî bölge. Esas olarak Gediz Nehri ve Küçük Menderes vadilerini kapsayan, günümüzde yaklaşık olarak Manisa ve Uşak illerine denk gelen bölgedir. Lidya medeniyetinin tarih sahnesinden çekilmesinden sonra da Roma İmparatorluğu dönemine kadar bu isimle anılmıştır. Kuzeyinde Misya, güneyinde Karya, doğusunda Frigya, batısında ise İyonya bölgeleri bulunmaktadır.
Tarihçe
Köken ve ilk yıllar
Herodot MÖ 7. yüzyıl öncesinde Lidya Krallığı'nın iki ayrı hanedanlık tarafından yönetildiğini bildirir. Bu hanedanlıklardan ilki olan Heraklesoğulları, Herakles tarafından kurulmuştur. Yine Herodot, MÖ 1185'ten 680'e kadar 22 nesil, yani 505 yıl boyunca hüküm süren Heraklesoğullarından bahseder. MÖ 12. yüzyılın başlarında başa geçen bu hanedanın gerçekten tam Hitit ve Miken krallıklarının yıkıldığı politik olarak istikrarsız bir döneme rastladığı görülür. Heraklesoğulları krallarından birkaçının adı bilinse de bunlarla ilgili hikâyeler oldukça gerçek dışıdır ve soyağaçları ya da kronolojileri oluşturulamamaktadır.
Bir sonraki yönetim değişikliği de Yunan mitolojisinde yer alır. Heraklesoğullarına mensup son kralın adı kaynaklarda Kandaulis, Mirsilos ya da daha az olarak Sadyattis olarak geçer. Herodot'a göre Kandaulis karısını o kadar çok sevmektedir ki koruması Gigis'ten onun güzelliğini takdir etmesi için karısını çıplakken izlemesini ister. Gigis ilk başta bu öneriye karşı çıkmasına rağmen ısrarlarına dayanamaz ve kralın yatak odasına saklanır. Gigis'in odasındaki varlığını fark eden kralın karısı ona bir kesin uyarı vererek ya kendisinin öleceğini ya da kocasını öldürüp onun yerine tahta geçip bu durumdan kurtulabileceğini söyler. Gigis, Kral Kandaulis'i öldürmeyi tercih edip tahta geçer ve böylelikle yaklaşık beş kuşak sonra hanedanlığın bu yüzden cezalandırılacağı bir suç işlenmiş olur.
Mermnadlar idaresi
Antik kaynaklar, krallığın Mermnadlar sülalesinden önce hüküm süren sülaleleri hakkında fazla bilgi vermezler. Elde edilen bilgilerin çoğunluğu Mermnadlar sülalesinin ilk kralı Gigis'in hüküm sürdüğü yıllar ve haleflerinin dönemlerine aittir. Gigis tarafından kurulan hanedanlık Mermnadlar adıyla bilinir. Hanedanlığın egemen olduğu dönemde tahta geçen beş kral topraklarını genişletme politikası izler ve bunda başarılı olur. Lidya artık yerel bir Anadolu krallığı olmaktan çıkarak dönemin en önemli ve büyük imparatorlukları arasına girer.
Arkeolojik kaynaklar Lidya bölgesindeki en erken kalıntıların Neolitik'ten kaldığını gösterir. Daha gelişmiş kültürlerin varlığı ise MÖ 3. ve 2. bin yıllarında Tunç Çağı'nda çıkar. Bu buluntular Sardis kentinde ve Marmara Denizi'nin güney kıyısındaki Eski Balıkhane, Ahlatlı Tepecik ve kıyı boyunca dikkati çeken diğer birkaç yerleşimde görülmektedir.
Batı Anadolu'nun diğer kesimlerinde olduğu gibi, Lidya bölgesi de Santorini'de MÖ 2. binyılda meydana gelen yanardağ patlaması sonucu volkanik külle kaplanmıştır. Herodot, Lidya'da meydana gelen açlık sonucunda Lidyalıların İtalya'ya göç ettiklerinden ve bu halkın Etrüsklerin atası olduğundan bahseder. Volkan patlaması ve İtalya'ya yapılan göç arasında bir bağlantı olduğu düşünülmektedir.
MÖ 7. yüzyılın ilk yarısı krallığın önemli bir devlet olarak ortaya çıktığı ve yoğun dış ilişkilerin olduğu bir dönemdir. Antik yazar Gaius Plinius Secundus, Lidya'nın İyonya'nın ötesine yayıldığını, doğusunda Frigia, kuzeyinde Propontis ile komşu olduğunu ve güneyinde ise Karya'nın bulunduğundan söz eder.
Strabon, Gigis zamanında Lidya'nın kontrolünün Biga Yarımadası'na kadar uzandığından ve yöredeki Gigis isimli bir burnun varlığından bahsetmektedir. Lidya Krallığı'nın ilgisi sadece kuzeyde değildir. Batı Anadolu'da yer alan İyonya bölgesindeki Yunan kentlerine olan ilgi Gigis zamanında başlar. Gigis döneminde Milet, Smirni, Kolofon ve Magnesia'ya saldırılar düzenlenmiştir. Bu kral zamanında Mısır ve Asur devletleriyle müttefik olunur. Gigis'in halefleri olan Ardis ve Alyattis, Yunan kentlerine saldırılara devam ederler. Alyattis'in büyük oğlu Kroisos zamanında Lidler, Likya ve Kilikya dışında, Kızılırmak'ın batısında kalan bütün bölgeleri egemenlikleri altına alabilmeyi başarmışlardır.
Lidlerin doğuya yayılımları aynı zamanda göçebe Kimmerlerin MÖ 8. yüzyılın sonları ile 7. yüzyılın başlarında Anadolu'ya girip büyük bir yıkıma yol açmaları ile bağlantılıdır. MÖ 665 yılına doğru ise Kimmerler Sardis'e ulaşmayı başarır. Göçebe kabilelerin bu baskısı altında kalan Gigis, Asur Kralı Asurbanipal'a bir elçi yollayarak yardımını ister. Böylelikle, daha önce Asur'a haraç yollayarak ve kızlarını krala cariye olarak sunan Asurlulardan Kimmerlere karşı yardım uman TaballıMugallu ve HilakkuluSandasarme adlı diğer iki Anadolulu krala katılmış olur. Fakat Gigis haraç veya kızını cariye olarak yollamak yerine Asur'a hediyeler ve selamlarını yollar. Böylelikle, Lidya üzerindeki herhangi bir Asur egemenliğini reddetmiş olur. Asur tabletlerinde belirtildiğine göre, Lidya ülkesi o zamanlar Asur etki alanının dışında kalıyordu. Yine aynı tabletlerde Lidlerin Asurlara yakın diğer Anadolu halklarından çok daha farklı bir dili konuştukları, Lidya kralının ismini bile daha önce hiç duymadıklarını hatta bu dili konuşan bir çevirmen bulamadıklarından yakınılmaktadır. Kimmerler sürekli geliştirdikleri ataklar sonucunda Lidya'yı ele geçirirler ve Gigis'i öldürürler. Oğlu Ardis, Asur otoritesini kabul etmek zorunda kalır. Buna rağmen Kimmer saldırıları devam eder ve sonunda Sardis kentinin akropolis dışında kalan bölümünü ele geçirirler. Arkeolojik kazılarda ortaya çıkan bazı verilerin bu kuşatmaya ait olduğu düşünülse de tam olarak kanıtlanamadığı için bu izlerin tarihsel olarak bilinmeyen bir savaşa ait oldukları kabul edilmektedir.
Alyattis'in, Lidlerin Orta Anadolu'ya yayılmalarında etkin rol oynadığı kral olduğu tahmin edilmektedir. Herodot'a göre, yalnızca Lidya'dan değil Anadolu'nun bütününü büyük bir seferin sonunda Kimmerlerin elinden kurtaran Alyattis'tir. Alyattis yönetimindeki Lidya'nın doğuya yayılımı, onları İran topraklarında gitgide daha da yükselen bir güç oluşturmaya başlayan Medler ile karşı karşıya getirir. Böylelikle Orta Anadolu'da gerçekleşecek olan uzun süreli bir savaş başlar. MÖ 28 Mayıs 585 tarihinde gerçekleşen güneş tutulması, savaşı sona erdirir. Kızılırmak, Lidya ve Med imparatorlukları arasındaki sınırları belirleyici nehir olur.
Bu bölgede yürütülen diğer askerî seferler konusunda ayrıntılı bilgi yoksa da MÖ 6. yüzyılın ilk yarısında Lidlerin, Frig ve diğer komşu Anadolu krallıklarını alt ederek Gordion gibi önemli merkezlerde askerî garnizonlar kurdukları bilinmektedir.
Pers, Helenistik ve Roma dönemleri
Medlerin MÖ yaklaşık 550 yılında, Pers Kralı II. Kiros tarafından bölgeden çıkarılmaları Lidler için doğu sınırlarında yeni bir tehlikenin doğmasına neden olur. Bunun üzerine Kroisos, Persler saldırmadan onların üzerine gidip aynı zamanda da topraklarını Kızılırmak'ın ötesinde de genişletmek ister. Fakat bunu yapmadan önce Yunanistan'ın önde gelen kâhinlerine bu konuda danışma kararı alır. Yunan söylencesine göre kâhinlerden eğer Perslere saldırırsa büyük bir imparatorluğu yıkacağı yanıtını alır. Bu yanıt üzerine cesaretlenen Kroisos Perslerle karşılaşmak için hazırlıklara koyulur. Kerkenes'te karşı karşıya gelen iki ordu birbirlerine üstünlük sağlayamaz. Kroisos'un orduları sayıca fazla olmasına rağmen geriye dönüş kararı alınır. Kroisos askerlerini evlerine yollayarak Sardis'e döner ve Perslere karşı bir sonraki sene düzenleyeceği sefer için Mısır ve Sparta'da kendisine müttefik aramaya başlar. Ancak, geri çekilmeyen II. Kiros Lidya ordusunu beklenmedik ve çok hızlı bir şekilde izleyerek kendi kent duvarlarının önünde ani saldırıya geçer. Lidya ordusu tamamıyla bozguna uğramadan zor da olsa şehir duvarları içerisine sığınır. Kent iki hafta süren kuşatmadan sonra düşer ve Kroisos esir alınır. Lidya Krallığı, Ahameniş İmparatorluğu'nun bir eyaleti halini alarak egemenliğini bütünüyle kaybeder.
MÖ 546 yılında gerçekleşen Pers hâkimiyeti bağımsız Lidya devletinin sonunu getirmiştir. Son kral Kroisos büyük zenginliği ve gücü ile Kârûn olarak tanınmıştır. Gigis'in soyundan gelen ve Alyattis'in oğlu olan Kroisos tahtında, Miletli filozof Thales ve Atinalı devlet adamı Solon gibi önemli ve ünlü Yunan konukları ağırlamıştır.
Pers Kralı II. Kiros'un Lidya Krallığı'na son vermesinin ardından Kroisos önce Kiros'un daha sonra da II. Kambises'in danışmanı olmuştur. Pers egemenliğinde Lidya'nın zenginliği devam etmiştir.
Perslerin Anadolu'yu egemenlikleri altında tuttuğu dönem boyunca, Lidya bölgesi imparatorluğun stratejik açıdan çok önemli bir eyaleti haline gelmiş ve bölgenin valisi de bu öneminden satraplık merkezini Sardis'te kurmuştur. Anadolu ve Mezopotamya'dan geçerek Susa'ya ulaşan Kral Yolu'nun ana durağını Lidya oluşturmaktaydı. Burası aynı zamanda Pers ordularının batıya, özellikle Trakya ve Yunanistan'a karşı düzenlediği askerî seferlerin de başlangıç noktasıydı. MÖ 499'da gerçekleşen İyon Ayaklanması sırasında kentin yakılması, MÖ 490 ve 480 yıllarında Yunanistan'a seferler düzenlenmesi ile sonuçlanan ve I. Serhas'ın MÖ 480 yılında Atina akropolisini yakması için bir bahane olmuştu. Pers egemenliğine rağmen Lidler zenginliklerinden pek bir şey kaybetmemişlerdi. Kroisos'un torunu olduğu düşünülen Pithios, büyük kral Serhas'tan sonra dünyanın en zengin insanıydı. Serhas'a savaş karşılığında yaklaşık 50 bin kilogram kadar gümüş ve 33 bin 541 kilogram kadar da altın sikke vermişti. Güre ve çevresine dağılmış o döneme ait Lidya tümülüs mezarlarında bulunan ve şu anda Uşak Arkeoloji Müzesinde sergilenen altın ve gümüş vazolar ile çok sayıda diğer lüks nesneler bu zenginliği yansıtmaktadırlar.
İskender'in MÖ 334 yılında Sardis'i ele geçirmesiyle Pers egemenliği sona erer. Kentin son valisi hiçbir direnişte bulunmadan kenti, İskender'e teslim eder. İskender Lidlere özgürlüklerini iade ederek eski kanunları devam ettirmelerine izin verir.
Helenistik Dönem'de de Lidya stratejik önemini korumaya devam eder. Ancak çok büyük bir imparatorluğun ve sistemin küçük bir parçası halindedir. Lidya ve Pers dönemlerindeki ekonomik ve politik gücünün arkasında yatan en büyük neden olan altın ve gümüş kaynakları artık azalmaya başlamıştır. Strabon zamanında, Sart Çayı ve diğer nehirler yüzyıllardır ürettikleri elektronu artık üretemez hale gelmişlerdir. Lidya, MÖ 280 yılında Suriye ve Mezopotamya topraklarını yöneten Seleukos İmparatorluğu'na katılır. MÖ 214 yılında, Seleukos Kralı III. Antiohos'un amcası Ahaios ayaklanarak Sardis'e sığınır. Bunun üzerine Antiohos kente bir sefer düzenleyerek aşağı şehri ele geçirir ve yıkıma uğratır. İki yıl süren kuşatmadan sonra bile kenti tam olarak ele geçiremez. Giritli iki askerin Ahaios'a ihanet etmesi sonucunda gelişen olaylarda kent düşer. Bu olay Yunan tarihçi Polibios tarafından ayrıntılı bir şekilde aktarılır. Savaştan sonraki gelişmeler aynı zamanda Sardis'teki Kibele Tapınağ'ında bulunan mektup ve belgelerde anlatılmaktadır.
Antiohos'un bölgede kısa süren egemenliği Romalılar ve onların Pergamonlu müttefikleri tarafından MÖ 189 yılında, Magnesia Muharebesi ile sona erer ve Lidya Pergamon Krallığı'na verilir. Pergamon Kralı III. Attalos'un vasiyeti üzerine tüm bölge Romalıların Anadolu'daki yeni bir eyaleti haline dönüştürülen Asya eyaleti altında yer alır. Roma İmparatorluğu'nun yönetiminde Sardis en geniş sınırlarını ulaşır ve yine bu dönemde günümüzde örenyerinde görünen birçok anıtsal yapının inşası tamamlanır. MS 17 yılında büyük bir deprem sonucunda yıkılan kent Roma imparatorluk bütçesinden ayrılan para ile yeniden inşa edilir.
Diocletianus devrinde imparatorluğun yeniden yapılanmasıyla Lidya tekrar başkenti Sardis olan ayrı bir eyalet haline gelir. MÖ 4. ve 5. yüzyıllar görece zengin dönemlerdir ve Sardis'te belli başlı kamu binalarının inşa edildiği görülür. Ne var ki bunu takip eden dönemde Batı Anadolu'nun tümünde yaşanan ekonomik çöküş Lidya'yı da etkisi altına alır ve zamanla kentin ve çevresindeki yerleşimlerin MÖ 7. yüzyıl civarında terk edilmesine neden olur.
Coğrafya
Lidya, Batı Anadolu'daki yerli antik krallıkların en önemlilerindendir. Bu krallık tarihteki yerini zengin maden yatakları, verimli toprakları ve Kroisos gibi ünlü kralları ile almıştır. Ancak Lidya uygarlığı sadece bu özellikleri ile değil aynı zamanda mimarisi ve sanat eserleri ile de dikkat çekmektedir. Coğrafi konumundan dolayı hem kıyı Ege'deki komşu Yunan kentleriyle, hem de doğudaki komşusu Frigya ile yakın ilişkilerde bulunan Lidya uygarlığı bu iki farklı kültürden de etkilenmiş ve bunu sanat eserlerine yansıtmıştır. Lidya ülkesi, sahip olduğu oldukça büyük tarımsal potansiyelin ve zengin yeraltı kaynaklarının yanı sıra geniş ormanlara ve yaylalara sahipti. Anadolu platosundan Ege kıyısına uzanan ticaret yolları buradan geçmekteydi.
Ege kıyısına yakın ve iç kesimde bulunan Lidya bölgesi, dağlık bir alan ve aralarından nehir akan vadiler içerisinde konumlanmıştır. Gediz ve Küçük Menderes nehirleri Lidya'nın önemli su kaynaklarıdır. Bakırçay ve Büyük Menderes nehirleri Lidya bölgesinin kuzey ve güney sınırlarını oluşturmaktadır.
Lidya'ya komşu bölgeler güneyde Karya, doğuda Frigya, kuzeyde Misya ve batıda onu Ege kıyı şeridinden ayıran İyon ve Aiol kent devletleridir. Krallık sınırlarının en azından bir bölümü son kral Kroisos tarafından Lidya-Frig sınırında Kidrara'ya dikilen yazılı sınır taşı ile kesinleşmişti. Strabon, "bu bölgeden Toroslar'a kadar ulaşan yöreler öylesine iç içe geçmiştir ki artık Frig'i Karya'dan, Misya'yı Lidya'dan ayırmak olası değildir." şeklinde bahsetmektedir. Anadolu'nun bu yöresi kültürel ve etnik açıdan o kadar çeşitlidir ki kültürel sınırlar ile politik sınırlar örtüşmemektedir.
Doğu-batı doğrultulu iki dağ sırası Lidya'nın güney bölümünden geçer. Bunlar güneyde Aydın Dağları ve Bozdağlar'dır. Kuzeyde Simav Dağlarının uzantıları ve onların alçak tepeleri ile yamaçlarındaki nehirler ile kaplıdır. Adı geçen dağ sıralarının arasında Ege kıyıları ile iç kesimler arasındaki iletişimi kolaylaştıran vadiler ve tarıma oldukça uygun alanlar vardır. MÖ 4. yüzyıla kadar bölgenin güney sınırını Aydın Dağlarının oluşturduğu bilinmektedir. Ancak Diodoros ve Strabon sınırın Büyük Menderes tarafından çizildiği görüşündedirler.
Küçük Menderes, Aydın Dağları ile Bozdağların arasından akarak Efes yakınlarında Ege Denizi'ne dökülür. Öte yandan, Gediz Vadisi Bozdağlar uzantısının kuzeyinde yer almakta ve Lidya ülkesi ile onun başkenti Sardis'in çekirdeğini oluşturmaktadır. Daha kuzeyde bulunan ve Pergamon'dan geçen Bakırçay ise olasılıkla Lidya ile Misya arasındaki sınırı oluşturur.
Yaylalar ve verimli ovalara ek olarak Lidya önemli yeraltı kaynaklarına da sahipti. Bunlardan en ünlüsü, Sardis yakınlarından geçen Sart Çayı ve diğer çaylarda bulunan bir altın-gümüş alaşımı elektrondur. Elektron, MÖ 7. ve 6. yüzyıllarda Lidya krallarına zenginlik getirdiği gibi ülkenin en çok anılan özelliğidir. Herodot'un anlattığı hikâyeyi şu şekilde aktarmaktadır:
“
"Kroisos, Delfi Kehanet Merkezi'ne danışmak üzere Sardis'ten Lidya elçilerini gönderdiği zaman, orada bulunan Atinalı Alkmaion onlara yardım için elinden geleni yapmıştı. Kroisos, kendilerine bu kadar yardımda bulunanın kim olduğunu öğrenmiş ve onu Sardis'e davet etmişti. Ödül olarak, üzerinde bir seferde taşıyabileceği kadar altın alabileceğini söylemişti. Alkmaion, bu cömertlikten mümkün olduğunca fazla yararlanabilmek için üzerine çok büyük bir gömlek giymiş, ayaklarına en büyük çizmeleri geçirmiş ve öylece kılavuzların peşinden peşinde hazine dairesine gitmişti. Bir altın tozu kümesinin önünde çömelerek çizmelerinin içerisine alabildiğince doldurmuş, sonra da iple belinden sıktığı gömleğinin içini doldurmuş, bir avuç da ağzına atmış ve hazineden çıkmış. Onun ağır aksak, çizmelerini yerde sürüyerek yürüdüğünü gören Kroisos gülmekten bayılmış, üstündekilerden başka bir o kadar daha vermiş. Böylece Alkmaion ailesi çok zengin olmuş, hara kurup atlar yetiştirmiş ve hatta Olimpiyat Oyunlarında birinci olmuştur.
MÖ 7. ve 6. yüzyıllarda Lidler kıyı şeridindeki bazı Yunan kentlerine saldırmış ve bunlardan savaş ganimeti toplamış olsa da kıyıda kurulu bir Lidya yerleşmesine dair herhangi bir bilgi yoktur. Herodot'un aktardığı diğer bir olay Lidlerin iç bölgelere olan yatkınlıklarını gösterir. Rivayete göre Kral Kroisos İyonya ve Aiolis'i fethinden sonra Yunan adalarına saldırmak üzere hazırlanmaktadır. Bu sırada Sardis'e gelen Bias ya da Pittakos olduğu düşünülen bir Yunan filozofu Kroisos'a adalıların atlı birlikler hazırladığını iletir. Bunu duyan kral çok memnun olur çünkü adalılarla Lidya usulünde savaşacağını ve kesinlikle kazanacağını düşünür. Sonradan filozofun bu hikâyeyi uydurduğu ortaya çıkar. Oysa filozof Yunanların karşılarında nasıl bir düşman beklemesi gerektiğini anlatmaya çalışmakta, böylece Lidlerin deniz savaşındaki deneyimsizliğine değinmektedir. Bunun üzerine Kroisos, adaları fethetme yönündeki hırsını bir kenara bırakır. Bu hikâye gerçek bir olayı yansıtmasa da Lidlerin İç Batı Anadolu'daki egemenliğini ve Ege Denizi'ne yayılmadaki isteksizliğini gösterir.
Hint-Avrupa kökenli olan Lidceyi konuşan Lidyalılar yerli Anadolu halkıdır. Lidyalıların kültürü, yine yerli Anadolu halkları olan komşuları Frigler ve Karyalılar ile benzeştiği gibi diğer komşusu Doğu Yunanları ile de benzerlik göstermektedir.
Antik çağ yazarlarına göre, Karia, Mysia ve Phryglerle akrabadırlar. Hint-Avrupalı bir dilleri olan Lydialılar'ın MÖ 2.Binde Batı Anadolu'da yaşadıklarıbilinmektedir. Diller hakkında yapılan çalışmalar sonucunda Lidyalılar'ın kökeninin Anadolu'da Tunç Çağlarına kadar uzandığı görülmektedir.[1]
MÖ 6. yüzyılın başlarından itibaren Lidlerin de yazılı eserler vermeye başladıkları görülmektedir. Bu dil ve yazının çözümlenmesi Ludca-Aramice, Ludca-Grekçe gibi çift dilde yazılmış kitabeler aracılığı ile gerçekleşir. Hint-Avrupa kökenli bu dil, dil bilgisi özellikleri ve sözcük yapısı ile Eski Anadolu grubunda sınıflandırılır. Yine de pek çok sözcüğün anlamı hala bilinmeyen bu yazı 26 harften oluşmaktadır. Frig ve Likya yazılarına benzerlik gösteren Lidya dilindeki bu benzerlikleri Fenike ve Friglerle ilişkilere değil, o çağda Batı Anadolu'da oluşmaya başlayan yükselen düşünce sistemine bağlamak gerektiği düşünülmektedir.
Lidlerin MÖ 2. binyıl kökenleri hakkındaki araştırmalar henüz bir sonuca ulaşamamıştır. Adları Anadolu kökenli değildir ve "insanlar, halk" anlamına gelen Almanca "leute", Slavca "ljudije" gibi sözcükleri bünyesinde barındıran Hint-Avrupa kökenli eski Anadolu dil gruplarıyla onomastiketimoloji açısından ilişkilendirilebilir. Diğer taraftan dillerindeki Luvice etkisi Demir Çağı'nda şekillenmiş olabilir.
Lidce ile yazılmış belgeler azdır. Bunlar çoğunlukla mezar ve adak taşlarında, seramikler, mühürler ve sikkeler üzerindeki çizimlerde görülmektedir. Lidyalıların yazısı MÖ 3. yüzyıla kadar, Lidce ise MÖ 1. yüzyıla kadar varlığını sürdürmüştür.
Din
Lidya'nın erken tarihi tümüyle efsanelerle örülüdür. Gigis ve Kroisos gibi tarihî karakterler bile fantastik öykülerin parçası hâline gelmiştir. Lidya ile ilgili efsanelerde Tantalos, Pelops, Midas, Arakne ve Omfali gibi karakterlere rastlanır. Yunan mitolojisine göre, Tantalos'un oğlu Pelops Lidyalıdır. Pelops Yunanistan'a kaçar ve orada Olimpia yakınlarındaki Pisa'nın kralı olarak adını bu bölgeye verir. "Peloponez" adı buradan gelir. Pelops'un soyundan gelenler arasında Atreus, Thyestes, Agamemnon ve Menelaos gibi Yunan mitolojisinin önemli karakterleri vardır. Frig Kralı Midas kendisinde bulunan altın yapma özelliğini Sart Çayı'nda yıkanarak nehre aktarmıştır. Lidya kadınları Yunan mitolojisinde sık sık karşımıza çıkar. Arakne adlı Lidyalı kadın kendi dokuduğu kumaşlarla o kadar çok gurur duyar ki tanrıça Athena ile aşık atmaya kalkar. Buna sinirlenen Athena onun dokuduğu bütün kumaşları parçalayıp kadını da bir örümceğe çevirir. Bu efsane Lidya'nın dokumacılıktaki üstünlüğüne işaret eder.
Sanat
MÖ 7. ve 6. yüzyıllardaki Lidya kültürünün köklü bir şekilde Yunan etkisinde, özellikle de Ege kıyısında yaşayan Doğu Yunanlarının etkisi altında kaldığı anlaşılmaktadır. Yunan etkileri temel olarak seramikte, mimaride (taş işçiliği ve pişmiş toprak süslemelerinde), yazı sisteminde ve heykel sanatında belirgindir. Anadolu etkileri olarak yığma toprakla örtülü tümülüs tipi mezarlar, kaya mezarlar ve bazı seramik tiplerini örnek gösterilebilir.
Gigis zamanından itibaren izlenen ticaretin ve refah düzeyinin artışı hem Lidya, hem de İyonya'yı yoğun bir ticaret ağı içerisine yerleştirmiştir. Yunanlar iç bölgedeki ürünleri alıp kendi endüstrilerinin ihtiyacı olan ticaret ürünlerini getirmekteydiler. Yunan yazılı kaynaklarında belirtilen önemli Lidya ürünleri arasında tekstil (kilim, altın iplikle dokunmuş kumaş ve sandikis olarak adlandırılan ince ve şeffaf dokulu elbise), kırmızı boya ve kozmetik maddeler (bakkaris ve brenthiori) yer almaktadır. Kozmetik maddelerin konduğu kap bugün lidion olarak adlandırılmaktadır. Pişmiş topraktan yapılan şişkin gövdeli bu kap Lidyalı seramik ustalarının icat ettiği en ünlü Lidya kap formu olarak bilinmekte ve Anadolu dışına (Yunanistan ve adalar, İtalya, İspanya ve Fransa) ihraç edilen ve yerel olarak üretilen tek Lidya seramik türü olarak dikkati çekmektedir. Lidya seramiğinin genel özelliklerine bakıldığında kap formları olarak daha çok Yunan seramiklerinden ve az olsa da komşu Frig seramiklerinden etkilenildiği görülmektedir. Lidya seramiğine has diğer bir öge de "mermer taklidi bezeme" olarak adlandırılan boyama tekniğidir. Bezemelerde kullanılan temel renkler beyaz, kırmızı-turuncu ve kahverengi-siyah tonlarından oluşmaktadır.
Lidya'nın en ünlü zenginlik kaynağı değerli metaldir. Lidya Krallığı, Sardis yakınlarında kolaylıkla elde edilebilen elektron alaşımının kaynağına sahip bulunmaktaydı. Hayatta olduğu dönem boyunca zenginliği ile ön plana çıkan Gigis'ten sonraki nesillerde elektron para basımı icat edilmiş ve para Lidya ile İyonya arasındaki ticaretin ihtiyaçlarına hizmet etmiştir.
Herodot Lidyalıların ilk parayı basan ve daha sonra da hem altın, hem gümüş para basan halk ve ilk "perakende tüccarlar" olduğundan bahsetmektedir. Sardis kentinde Sart Çayı'nın kuzeyinde 1960'lı yıllarda yapılan kazılar altının arıtıldığı işliğin varlığına işaret etmektedir. MÖ 6. yüzyılda kullanılmış olan bu işlik belki de dünyada bilinen en erken altın arıtma merkezidir.
Lidya Krallığı zamanında yaşayan ve güçlü sur duvarlarıyla korunan insanlar, öldükten sonra sosyal sınıfına göre farklı yerlerde gömülmekteydi. Temel gömü geleneği inhumasyon, diğer bir deyişle ölünün yakılmadan direkt gömülmesidir. Basit taş lahit mezarlardan kaliteli taş işçiliğine sahip oda mezarları ve görkemli tümülüs tipi mezarlara kadar çeşitlilik göstermektedir. Lidya kralları ve kraliyet ailesi mensupları anıtsal, görkemli ve üzeri yığma tepeyle örtülü mezarlar yaptırma ayrıcalığına sahiptiler. Lidya tümülüsleri Frig tümülüslerinden farklılık göstermektedirler. Frig tümülüslerinde mezar odaları ahşaptan yapılırken Lidya'da taştan yapılmaktadır, Lidya'da mezar odaları bir ya da iki odalı ve dromoslu (giriş koridoru) tavansız olabilmektedir. Tümülüslerin tepesinde genellikle fallos şeklinde bir taş işaret bulunmaktadır. Bu tip mezarlar Sardis kentinde, Marmara yakınlarındaki Bintepeler mezarlık alanında ve Uşak sınırındaki Güre'de yer almaktadır. Bintepeler'deki tümülüslerin en büyüğü Herodot tarafından da anlatılmış olan, Kroisos'un babası Alyattis'e ait tümülüstür. Taban çapı 350, yüksekliği ise 60 metre olan mezara Roma döneminde mezar soyguncuları tarafından tüneller açılmıştır.
Sikke basımı
Madenî paranın ne zaman icat edildiği Antik Çağ'da bile tam anlamıyla kesinlik kazanmış bir olgu değildi. Yine de gerek antik kaynaklar, gerekse bulunan ilkel formdaki elektron sikkeler sikkenin icadının Anadolu'nun batısıyla, Lidya Krallığı ve İyonya bölgesi ile ilişkili olduğunu gösterir. Herodot bu konuda şunları aktarmaktadır:
“
Bizim bildiklerimiz içinde ilk olarak altın ve gümüş sikke basan ve kullanan ve ilk olarak ufak tefek ticaret işlerine girişenler bunlardır [Lidlerdir].
„
MÖ 2. yüzyılda yaşayan Polideukis ise sikkenin icadıyla ilgili kişi ve halkları sıralar:
“
Bazıları sikkeyi ilk kez kimin bastığı konusunun araştırılmasını bir heves olarak görebilir: Argoslu Pheidon mu, Frigyalı Midas'ın karısı Kimeli Demodike mi, Atinalı Erihthonios ile Likos mu, Ksenofanes'in iddia ettiği gibi Lidler mi yoksa Agathosthenis'in görüşüne göre Naksoslular mı?
„
Polideukis, kendisinden birkaç yüzyıl önce yaşayan Ksenofanes'in ilk sikkenin Lidler tarafından bastırıldığına dair sözlerini aktarır. Ksenofanes'in MÖ 6. yüzyıl gibi erken bir tarihte yaşadığı göz önüne alınırsa verdiği bilgiyi göz ardı etmemek gerekir. Keza Herodot da ilk kez altın ve gümüş sikke basanların Lidler olduğunu bildirir. İlk örnekler olasılıkla Kral Alyattis zamanında basılır. Sikkeler önceleri yalnızca elektrondan (altın-gümüş alaşımı) basılırken bir süre sonra, Kroisos elektron sikke darbını bırakarak hem altın ve hem de gümüşten, iki ayrı metalden sikkeler bastırır. Herodot, ilk kez altın ve gümüş sikke basanların Lidler olduğunu söylerken olasılılıkla bu olayı anlatmak ister. Her iki yazar da sikkenin ortaya çıkışını ve ilk aşamalarını Lidler ile ilişkili görmektedir.
Krallığın başkenti Sardis'te, Sart Çayı'nın kuzeyindeki kazı alanının kuzeybatı kesiminde MÖ 6. yüzyılın ortalarına tarihlenen arıtma atölyeleri açığa çıkarıldı. Bu atölyelerde elektron ayrıştırılarak saf altın ve saf gümüş elde ediliyor, altının içinde bulunan bakır gibi adi metaller küpelasyon (bir tür fırınlama) yöntemiyle altından ayrıştırılıyordu. Rafineri alanında çok sayıda ocak çukuru (küpel) ve hava üflemede kullanılan pişmiş topraktan körük ağzı bulunmuştur. Elektronda bulunan altın ve gümüşü birbirinden ayırmak için ise sementasyon yöntemi kullanılırdı. Sardis altın atölyeleri yılda birkaç yüz kilo altının ayrıştırılıp sikke basımı için hazır hale getirilmesine imkân verecek kapasitedeydi.
Sikkenin ortaya çıkışı ile ilgili antik kaynakların verdiği bilgiler Lidya ve İyonya'da yapılan kazı çalışmaları ile de doğrulanır. 1904-1905 yıllarında British Museum adına David George Hogarth başkanlığında Artemis Tapınağı'nda yürütülen kazılarda çeşitli çömlek, fildişi heykelcik ve mücevher parçalarıyla beraber yaklaşık 93 adet elektron sikke de bulundu. Eski olanlarının üzerinde herhangi bir işaret ya da resim yoktu, düz bırakılmışlardı. Biraz daha gelişkin örneklerin üzerinde ise artık bazı işaret veya tasvirler yer almaktaydı. Bazılarında aslan başı betimi basılmıştı. Bu tür sikkelere Anadolu'nun batısında oldukça geniş bir alanda rastlanması ve aslanın Lidya Krallığı'nın arması olması, bunların Lidya krallarının ilk sikkeleri olduğunu göstermektedir. Nitekim Herodot, Kroisos'un Delfi'deki Apollon Tapınağı'na som altından 10 talanton (yaklaşık 250 kilogram) ağırlığınca aslan heykelciği armağan ettiğini söyler. Bu da aslanın Lidya Krallığı için taşıdığı önemi ve onun kralî bir sembol olduğunu gösterir.
Lidya Krallığı'nda ilk darphane Mermnadlar sülalesinin ilk kralları döneminde açılmış olmalıdır. Daha çok bakla şeklindeki bu sikkeler, kaynağı Bozdağlarda bulunan ve başkentin içinden geçen Sart Çayı alüvyonlarında doğal halde bulunan elektrondandı. Ancak yapılan son analizler, elektronun içindeki altın miktarının düşürülerek gümüş ilavesiyle basılmış olduklarını ortaya koydu. Sart Çayı'nın alüvyonlarından elde edilen elektrondaki gümüş miktarı %20-30, altın miktarı %70-80 olduğu halde bu elektrondan basılan sikkelerde altın oranı %55, gümüş oranı %45'tir. Ayrıca bu sikkeler %1-2 oranında bakır da içerir. Buradan Lidlerin doğal elektron alaşımına müdahale ederek içerdiği altın miktarını düşürdükleri, buna karşılık gümüş miktarını arttırdıkları anlaşılır.