Eski İzmir (Smyrna) kenti, körfezin kuzeydoğusunda yer alan ve yüzölçümü yaklaşık yüz dönüm olan bir yarım adacık üzerinde kurulmuştu. Sonraki yüzyıllar boyunca Meles Çayı'nın ve bugünkü Yamanlar Dağı'ndan gelen sellerin getirdikleri mil ile bugünkü Bornova ovası oluştu ve yarım adacık, bir tepe hâline dönüştü. İzmir'deki ilk yerleşim yeri olarak tespit edilen Bayraklı/Tepekule Höyüğü'nün çevresi 1955 yılından beri yoğun bir gecekondu bölgesidir. Buradaki ilk kazılarda Türk Tarih Kurumu ile Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü'nün (o zamanki adıyla Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü) büyük katkıları olmuştur. Günümüzde bu höyüğün üzerinde TEKEL Genel Müdürlüğü'nün İzmir Şarap ve Bira Fabrikası'na ait numune bağı bulunmaktadır.[1]
Batı Anadolu kıyılarındaki ilk yerleşimler -ki bunlar Truva Savaşı'ndan sonra kurulan Aiol, İyon ve Dor kökenlidir- genelde küçük yarımadalar üzerinde kurulmuştur. Bu yerleşimler, günümüzde, İzmir Çandarlı'daki Pitanes, Foça'daki Phokaia (Fokaia), Bayraklı'daki Smyrna/Smirni (Bayraklı/Tepekule Höyüğü) ve Urla'daki Klazomenai/Kilizman; AydınDidim'deki Milet/Miletos ve MuğlaMilas'taki İasos gibi yerleşimlerdir. Bu yarımada yerleşimleri hem iki limana sahiptiler, hem de kara ve denizden gelecek saldırılara karşı güvence içindeydiler. Elverişsiz havalarda limanlardan biri uygun olmadığı takdirde gemiciler diğer limanı kullanma şansına sahiplerdi. Bayraklı/Tepekule Höyüğü, körfezin kuzeydoğu köşesinde, kuzeyine sarp kayalı Yamanlar Dağı'nı da alarak karadan gelecek saldırılara karşı rahat bir konumdaydı. Güneyi imbata açıktı. Eski İzmir yerleşimi yaklaşık üç bin yıl boyunca bu yarımada üzerinde yer aldı. MÖ 4. yüzyılın ikinci yarısında büyük nüfus artışı yüzünden bugünkü Kadifekale (Pagos) eteklerindeki İzmir Agorası'na taşındı.[1]
Neolitik Çağ ve Tunç Çağı (MÖ 6500-1050)
Eski İzmir (Smyrna) kentinin yerleşimi her ne kadar MÖ 3000 yılından çok daha geriye uzanmakta ise de yapılan son kazılarda henüz MÖ 3000 yıllarına kadar gidilebilmiştir. Kazılarda elde edilen bilgiler ışığında, Erken Tunç Çağında ilk İzmir yerleşikleri evlerini höyüğün en üst düzeyinde denizden 3 ile 5 metre yukarıdaki kayalar üzerine oturtmuşlardır. Bulunan çanak ve çömlekler Troya/Truva dönemi (MÖ 3000-2500) kültürüyle benzerlikler göstermektedir. Birinci yerleşim tabakasının üstünde Orta Tunç Çağı yerleşimi yer alıyordu. Burada bulunan keramik eserler Troya II döneminde (MÖ 2500-2000) ortaya konulan sanatsal eserlerle hemen hemen özdeştirler. Üçüncü yerleşme katı Troya VI dönemi ve Hitit dönemi ile çağdaştır (MÖ 1800-1050). Bu katta elde edilen büyük ve sağlam bir vazo, Afyonkarahisar ve Uşak kentlerinin güneyindeki Beycesultan kazılarında elde edilen kapların türündendir. Ayrıca birçok kap biçimi Orta Anadolu ile olduğu ölçüde Troya VI dönemi kap kacağı ile de benzerlikler taşımaktadır. Bunun yanında Troya VI'da gün ışığına çıkan 'Minyas' tipi vazolar Bayraklı/Tepekule Höyüğünde da ele geçmiş, bir de 4-5 tane Miken/Aka seramik parçasına rastlanmıştır.[2] Açılan sondajlar küçük olduğundan evler hakkında geniş bilgi elde edilememiştir. Tunç Çağı'nda İzmir’de yaşayan yerli halkın dili konusunda herhangi bir fikir elde edilmesi mümkün olmamıştır. Minyas türü keramiğin ele geçmesi birçok Anadolu kentinde olduğu gibi, burada da MÖ 2000'lerde bir Miken/Aka ticaret kolonisinin bulunduğuna ilişkin ipuçları vermektedir.[1]
Ancak 2005 yılında yapılan kazılarda keşfedilmiş olan Bornova ilçesindeki Yeşilova Höyüğü'nden elde edilen bulgularla kentin tarihinin MÖ 6500 yılına kadar uzandığı keşfedilmiştir. Bu höyükteki buluntular İzmir'deki ilk yerleşimin Neolitik Çağda Bornova Ovası'nda başladığını, yerleşim sayısının Kalkolitik ve Tunç Çağlar süresince artarak devam ettiğini göstermiştir.
Demir Çağı
Hitit döneminde (MÖ 1800-1200) Anadolu'da yazı kullanılıyordu ve bundan ötürü o dönemde tarih çağına ulaşılmış bulunuluyordu. Ancak MÖ 1200'lerde Troya VII'nin ve Hititler başkenti Hattuşaş'ın Balkanlar'dan gelen kavimlerce yıkılmasından sonra Orta ve Batı Anadolu yeniden yazısız ve karanlık bir çağa, Demir Çağı'na girdi. Demir Çağı, Anadolu'da yazının yeniden kullanılması ile Frigya Krallığı'nda MÖ 730, geri kalan Orta ve Batı Anadolu'da ise MÖ 650 yıllarına kadar sürmüştür. Kazılarda fazla miktarda çıkarılan keramik ürünlerden anlaşıldığına göre, Demir Çağı boyunca Eski İzmir'de Hellas'tan göç eden, Aioller ve İonlar yaşıyordu. Yarımadada yerli halkın yaşadığına dair herhangi bir bulguya ise rastlanmamıştır. Bayraklı/Tepekule Höyüğü'nün MÖ 1050 yıllarında kurulmaya başlayan yerleşmesinin Hellas kökenli olduğu anlaşılmaktadır.[1]
Kazılarda fazla miktarda çıkarılan keramik ürünlerden anlaşıldığına göre, Demir Çağı boyunca Eski İzmir'de bugünkü Yunanistan bölgesinden göç eden Aioller ve İyonlar yaşıyordu. Yarımadada yerli halkın yaşadığına dair herhangi bir bulguya ise rastlanmamıştır. Bayraklı/Tepekule Höyüğünün MÖ 1050 yıllarında kurulmaya başlayan yerleşmesinin Helen kökenli olduğu anlaşılmaktadır.[1]
Dört yüz yıl devam eden bu ilkel dönem boyunca başlıca beş yerleşme katı saptanmıştır. Bunlar:
1. Aiol yerleşmesi (MÖ 1050-MÖ 1000)
2. Erken, Orta ve Geç Protogeometrik yerleşme (MÖ 1000-MÖ 875)
3. Erken ve Orta Geometrik yerleşme (MÖ 875-MÖ 750)
4. Geç Geometrik yerleşme (MÖ 750-MÖ 675)
5. Subgeometrik yerleşme (MÖ 675-MÖ 650)
Söz konusu beş tabaka denizden 6,40 metre yükseklikte başlamakta ve 9,50 metrede son bularak 3 metre kalınlığında bir tabaka oluşturmaktadır. Kazılarda elde edilen Aiol keramiği Submyken orijinlidir. Protogeometrik ve Geometrik stildeki kap kacak ise genelde Attika vazoculuğunun bir devamı kabul edilmektedir.[1]
Demir Çağı boyunca İzmir evleri, büyüklü küçüklü tek odalı yapılardan oluşmakta idi. Gün yüzüne çıkarılan en eski ev MÖ 925 ile MÖ 900 yıllarına tarihlenmektedir. İyi korunmuş hâlde ortaya çıkarılan bu tek odalı evin (2,45×4 m) duvarları kerpiçten, damı ise sazdan yapılmıştı. Erken Geometrik dönemden itibaren (MÖ 875'ler) bu tek odalı evler at nalı biçimli bir avlunun üç bir yanını çevirmekte idiler. Eski İzmirliler kentlerini MÖ 850'lerde kerpiçten yapılmış kalın bir surla korumaya başladılar. Bu tarihten itibaren Eski İzmir'in bir kent devlet kimliği kazanmış olduğu söylenebilir. Kenti "Basileus" adı verilen bir beyin idare ettiği olasıdır. Göçleri gerçekleştirenler ve kent ileri gelenleri soylu tabakayı oluşturuyordu. Kent duvarları içinde yaşayan nüfus olasılıkla bin kişi civarındaydı. Geç Geometrik ve Subgeometrik seramikle açıklanan dönemde (MÖ 750-650) ise yarımadanın nüfusu daha kalabalık olup belki de 1.500 kişiyi aşıyordu. Kent devlete ait halkın büyük bir bölümü civar köylerde yaşıyordu. Bu köylerde, bu çağdaki Eski İzmir'in tarlaları, zeytin ağaçları, bağları, çömlekçi ve taşçı işlikleri yer alıyordu. Geçimi tarım ve balıkçılıkla sağlanıyordu.[1]
Kentin en önemli kutsal yapısı Athena Tapınağı idi. Bu tapınağın günümüze değin korunan en eski kalıntısı MÖ 725-700 yılları arasına tarihlenmektedir. Daha önceki dört dönemde (MÖ 1050-750), büyük bir olasılıkla yine Tanrıça Athena'ya tapınılıyordu, ancak o tarihlerde kadın tanrıçanın heykeli her hâlde küçük bir niş (naiskos) içinde bulunuyordu. Bilindiği gibi Homeros'un destanı İlyada, Aiol ve İyon lehçelerinin karışık olduğu bir dille yazılmıştır. Bu nedenle dünya tarihinin bu çok önemli destansı yapıtı büyük olasılıkla bu iki lehçenin konuşulduğu sınır bölgesi olan İzmir'de oluşturulmuştur. Nitekim Helenistik dönem İzmirlileri Homeros için 'Homeraion' adlı bir yapı inşa etmişlerdir.[1]
Parlak dönem (MÖ 650-545)
Eski İzmir'in parlak dönemi MÖ 650-545 yılları arasına denk düşer. Yaklaşık yüzyıl süren bu dönem, bütün İyonya uygarlığının en güçlü dönemini oluşturur. Bu dönemde Miletos'un liderliğinde Mısır'da, Suriye ve Lübnan'ın yavuz kenti Batı kıyılarında, Propontis'te (Marmara Bölgesi), Pontus'ta (Karadeniz) koloniler kurulur ve Doğu Helen dünyası kıta Yunanistan'ı ile rekabet ederek birçok alanda ve konuda onun yerini almaya başlamıştır. Bu dönemde İzmir'in tarımcılıkla yetinmeyip Akdeniz ticaretine de ortak olduğu görülmektedir. Bu dönem katlarında bulunan Fenike kökenli eserler, Kıbrıs kökenli heykel ve heykelcikler, Ön Asya ya da Akdeniz orijinli fayans figürcükler bu uluslararası ticaretin günümüze kalmış eserleridir.[1]
Parlak dönemin İzmir'deki önemli belirtilerinden biri MÖ 650 yılından itibaren yazının yaygınlaşmaya başlamasıdır. Kadın tanrıça Athena'ya sunulan armağanların birçoğunda sunu yazıtları bulunmaktadır. Kent halkının sayısı fazla olmasa da bir bölümü okuryazardır. Kazılarda ortaya çıkarılan Athena Tapınağı (MÖ 640-580), Doğu Helen dünyasının en eski mimarlık eseridir. En eski ve en güzel sütun başlıkları şu ana kadar İzmir'de bulunmuştur. Samos, Milet, Efes, Erythrai ve Phokaia'da çıkarılan sütun başlıkları MÖ 6. yüzyılın ikinci yarısından (MÖ 575-550) önce değildir. Helen sanatının en özgün mimarlık ögeleri olan Aiol ve İyon türü başlıklar ile İyon ve Midilli biçimi kimationlar doğuşlarını Eski İzmir'de gün ışığına çıkan ve büyük ölçüde Anadolu Hitit sanatından esinlenmiş olan bu başlıklara borçludurlar.[1]
Helen dünyasının çok odalı ev tipinin en eski örneği Eski İzmir'de bulunmuştur. Gerçekten MÖ 7. yüzyılın ikinci yarısında yapılmış olan iki katlı, beş odalı, ön avlulu çifte "megaron", Helenlerin bugün için bilinen, bir çatı altındaki en eski çok odalı evdir. Ondan önceki Yunan evleri yan yana dizilmiş megaronlardan oluşuyordu. Eski İzmir'in cadde ve sokakları daha 7. yüzyılın ikinci yarısında ızgara planlı idi, caddeler ve sokaklar kuzeyden güneye ve doğudan batıya uzanıyor, evler genellikle güneye bakıyordu. İleride MÖ 5. yüzyılda Hippodamos tipi adını alacak olan bu kent planı özünde Yakındoğu'da çoktan biliniyordu. Bayraklı şehir planı bu tür kent dokusunun Batı dünyasındaki en erken örneğidir. İyon uygarlığının en eski parke döşeli yolu Eski İzmir'de gün ışığına çıkarılmıştır.[1]
Helen dünyasının en eski sivil mimarlık eseri Eski İzmir'de 7. yüzyılın ilk yarısında yapılmış olan güzel taş çeşmedir. Bir zamanlar Yamanlar Dağı üzerinde yükselen Tantalos mezarı, "tholos" biçimli anıtsal mezarların güzel bir temsilcisidir. Tantalos tümülüsünün mezar odası, adı geçen çeşmenin planında idi ve onun gibi "Isopata" tipi adını taşıyan yapı türünde idi. Yani planı dörtgendi ve üstü bindirme tekniğindeki bir tonozla örtülü bulunuyordu. Tantalos mezarı adı ile anılan bu anıtsal eser Eski İzmir'de MÖ 520-580 tarihlerinde yönetimi elinde tutan Basileus'un ya da Tyra'nın mezarı olmalıdır.[1]
Eski İzmir'de, çömlekçi işlikleri, arkeoloji literatüründe "Oryantalizan" ya da "Friz Stili" adı ile anılan seramik türünün güzel örneklerini üretiyor, taşçı ustaları mimarlık eserlerinden başka anıtsal boyda heykeller ve heykelcikler yontuyor ve bütün bu sanat yaratılarının bir bölümü dış pazarlara sürülüyordu.
Bilindiği gibi MÖ 6. yüzyılın ilk yarısında o zamanki antik dünyanın kültür merkezi Batı Anadolu idi. Özellikle Milet'te tarihte ilk defa batıl inançlardan ve her çeşit din etkisinden kurtulmuş, özgür düşünceye dayalı bilimsel araştırmalar başlamıştı. Doğu dünyasının zengin bilgi ve deneyim hazinelerinden yararlanarak ve özellikle özgür düşünce yöntemiyle Thales, Anaksimenes ve Anaksimandros gibi doğa filozofları bugünkü Batı uygarlığının temellerini atmışlardı. Thales dünyada ilk defa bir doğa olayını, MÖ 28 Mayıs 585 tarihinde olagelen güneş tutulmasını oluşundan önce hesaplamıştır. Böylece kültür ve bilim alanında tarihin başlangıcından beri 2.500 yıl boyunca Mezopotamya ve Mısır'ın elinde olan önderlik, Batı Anadolu'ya geçmiştir. Batı Anadolu bu önderliğini İranlıların Anadolu'yu işgal ettikleri 545 yılına değin korumuştur. Ancak İran işgali ile filozoflar, bilim adamları ve sanatçılar Atina'ya göç edince kültür ve ilim alanındaki önderlik Atina'ya geçmiştir.[1]
Milet, Efes, Samos/Sisam gibi İzmir de 6. yüzyılın başlarında büyük olasılıkla düşünce ve bilim alanında önde gelen kentlerden biriydi. Ancak Eski İzmir MÖ 640-545 tarihlerinde döneminin en ileri kültür merkezlerinden biri olduğu hâlde, daha sonraları önemini yitirdiği için, çalışmalarda eski hızını kaybetmişti. Eski İzmir'in edebiyat, şiir, tarih, felsefe ve bilim konularında ne düzeyde olduğu hakkında yeterli bilgi mevcut değildir. Mimarlık konusunda ise önemli bir merkezdi.[1]
Herodot, Eski İzmir'i Lidya kralı Alyattes'in aldığından bahseder. Kazılarda da bu olay MÖ 500 sıralarına tarihlenir. Kent ve Athena Tapınağı tahrip olsa da İzmirliler MÖ 590 yıllarında tapınağı tekrar inşa ederler. Daha sonra Persler tarafından 6. yüzyılın ortalarında ele geçirilen kent, bu olayla birlikte parlak devrini tamamlamıştır. Bu tarihten sonra Athena Tapınağı'na hediye edilmiş hiçbir armağan bulunamaması da bu tahribatın önemli göstergelerinden birisidir.[1]
Gerileme dönemi (MÖ 500-300)
Athena Tapınağı MÖ 545 tarihlerinde terk edilmişse de yerleşim sürmüş, ancak bundan sonra iki yüz yıl kadar bir süre eski İzmir önemini ve işlevini yitirmiştir.[1]
MÖ 5. yüzyıl boyunca küçük ancak zengin bir yerleşmenin yer aldığı Bayraklı/Tepekule Höyüğü MÖ 5. yüzyılın sonunda ve özellikle 4. yüzyıl süresince yoğun bir iskâna sahne olmuştur. Bu dönemde, ortalarında büyük avlular olan biri beş, biri sekiz ve diğeri on beş odalı olmak üzere üç ev gün ışığına çıkarılmıştır. Bunların, kenti idare eden ve muhtemelen dönemlerindeki Pers etkisine uyarak yakın civardaki Larisa'da olduğu gibi, birer tiran olan beylere ait olmaları akla yakın gelmektedir. Nitekim Yamanlar Dağı'nda hâlâ kısmen korunmuş olan ve önemli kişilerin mezarları olması gereken düzgün krepisli birkaç 4. yüzyıl tümülüsü bu düşünceyi desteklemektedir.[1]
Söz konusu merkezi avlulu büyük üç evden başka birçoğu megarondan bozma dörtgen planlı küçük evler bulunmuştur. Bayraklı/Tepekule Höyüğünün bütün üst düzeyinin 4. yüzyıl boyunca evlerle kaplı olduğu söylenebilir. Öyle anlaşılıyor ki Anadolu'daki Pers işgali 4. yüzyılda gücünü yitirmiş ve İyon kentlerinin büyümesine neden olmuştur. Meydana gelen nüfus patlaması ile yüz dönümlük Bayraklı/Tepekule Höyüğü, İzmirlilere küçük gelmeye başladığından, MÖ 300 tarihlerinde Kadifekale (Pagos) eteklerinde yeni bir İzmir kenti kurulmuştur.[1]
Helenistik dönem ve Roma İmparatorluğu dönemi (MÖ 333-MS 395)
Büyük İskender'in günümüzde İskenderun'da yer alan İssos'ta Pers Kralı III. Darius'u yenmesinden (MÖ 333) ve arkasından bütün doğuyu ele geçirmesinden sonra Helen dünyası büyük bir refah çağına erişti. Kentler nüfus patlamalarına sahne oldu. Helenistik Dönem'de İskenderiye, Rodos, Bergama ve Efes kentlerinden her biri yüz binin üstündeki bir nüfusa eriştiler. Küçük bir tepeciğin üzerinde kurulmuş olan eski İzmir kentinin duvarlarının içinde yalnız birkaç bin kişi yaşayabiliyordu. Bu nedenle en geç MÖ 300 sıralarında Kadifekale'nin eteklerinde, yeni ve büyük bir kent kuruldu.[1]
Tarihçi Strabon, Smyrna'nın kendi zamanında yani MÖ 1. yüzyıla geçiş sırasında en güzel İyon kenti olduğunu belirtmektedir. O dönemde kentin küçük bir bölümü Kadifekale'nin (Pagos) üzerindeydi. Büyük bölümü ise düz arazi üzerinde bulunan liman çevresine toplanmıştı. Ana tanrıçanın tapınağı ile "gymnasion" da bu hat üzerinde yer alıyordu. Caddeler düzdü ve tamamı büyük taşlarla düzgün bir biçimde kaplanmıştı. Aristides, kentin doğu-batı yönünde uzanan iki ana yolunun (Kutsal yol ve Altın yol) bulunduğunu ve bu yollarla kentin, denizden gelen esinti ile serinlediğini anlatmaktadır. Strabon İzmir'de Homereion olarak adlandırılan bir stoanın (belki de bir perystil ev) varlığından söz eder. Bu evin içinde Homeros'un bir heykeli bulunuyordu.[1]
Roma Çağı'nda İzmir'de inşa edilen yapılar arasında, Kadifekale'nin kuzeybatı eteğindeki antik tiyatro ve batıdaki stadyumun her ikisinden de pek az iz kalmıştır. Diğer taraftan İzmir/Smyrna Agorası oldukça iyi korunmuş olup bugün kısaca Agora olarak bilinmektedir. Agora'nın ölçüsü 120×80 metre uzunluğundadır ve geniş bir avlusu vardı. Doğusunda ve batısında birer stoası vardı. Her iki yapı 17,5 m olup ikişer katlıydı. Ayrıca 28 m uzunlukta bir bazilika da mevcuttu. MÖ 2. yüzyılda Romalıların egemenliğine giren İzmir ikinci kez altın dönemini yaşamaya başlar. MÖ 88 yılında Pontus Kralı VI. Mithridatis'in eline geçtiyse de iki yıl sonra Romalılar şehri geri almıştır.[1]
İncil'de sözü edilen Yedi Kiliseden bir tanesinin bulunduğu İzmir, Hristiyanlığın gelişmesinde önemli bir rol oynar. İzmir'in ilk başpiskoposu olan Aziz Polikarp havari ve İncil yazarı Yuhanna'nın ilk müritlerinden biridir. Yaklaşık 70 yılında Anadolu'da doğmuş, inancından ötürü 23 Şubat 155'te İzmir akropolü üzerinde bulunan stadyumda Romalılar tarafından yakılarak öldürülür. 395 yılında Roma İmparatorluğu ikiye bölününce İzmir, çağdaş dönemde "Bizans İmparatorluğu" olarak tanınacak Doğu Roma İmparatorluğu'nun bir parçası olur.[1]
Doğu Roma İmparatorluğu ve Beylikler dönemi
Doğu Roma İmparatorluğu döneminde Emevîler, Selçuklular, Haçlılar ve Cenevizliler kenti ele geçirmek için birbirleriyle savaşırlar. Kenti ilk önce Emevîler 672 yılında denizden zapt edip İstanbul'a yaptıkları akınlarda bir üs olarak kullanırlar. Türkler ise ilk kez 1081 yılında Selçuklu akıncılarından olan ve zamanla ilk Türk denizcisi olan Çaka Bey'in komutasında İzmir'i ele geçirirler.[4] İzmir'den hareketle Ege Adaları ve Çanakkale Boğazı'na düzenlediği akınlarla Bizanslılara korku salan Çaka Bey'in ölümünden sonra Bizanslılar kenti 1098 yılında geri alırlar. 1204 yılında ise şehrin kıyı tarafı Rodos Şövalyeleri'nin eline geçer.[1]
Eski İzmir'in ilk keşfi, burayı 1429-1430 ve 1446 yıllarında ziyaret eden Ciriaco d'Ancona tarafından yapılmıştır.
Osmanlı idaresinin ilk yüzyıllarında ikinci derece bir sancak olan İzmir'in ilk Osmanlı yöneticisi Karasubaşı Hasan Ağa'dır. İzmir 1605-1606 yıllarında Celali İsyanları kapsamında Arap Sait ve Kalenderoğlu ayaklanmalarına sahne olmuştur. Ancak kent, Osmanlı İmparatorluğu'nun 1620 yılında yabancılara tanıdığı kapitülasyonlardan sonra giderek İmparatorluğun en önemli ticaret merkezlerinden biri hâline gelir.[1]
1619 yılında Fransız, 1620 yılında İngiliz konsoloslukları açılır. Bu arada şehrin nüfus yapısı da değişmeye başlar. 16. yüzyıl kaynakları İzmir'de on dokuz cami, on sekiz havra ve sadece bir Rum Ortodokskilisesi bulunduğunu, kentin dokuz mahallesinden sadece birinde Hristiyanların yaşadığını belirtmektedir. Dolayısıyla, o dönemde şehir merkezinde MüslümanTürkler çoğunlukta, önemli ve köklü bir Musevi cemaati mevcut (Sabatay Sevi 17. yüzyılda İzmir Musevi cemaatinin içinden çıkmıştır) ve Hristiyan Rumlar azınlıkta olmalıdır. Evliya Çelebi de, 1672 yılında İzmir'i ziyaretinde, nüfus yapısındaki değişimin ilk gözlemlerini kaydeder ve Alsancak (Punta) mahallesinde giderek artan sayıda yerli gayrimüslimlerin, Levantenlerin ve Batılı tüccarların yoğunlaştığını yazmıştır.
İzmir'de 1676 yılında yaklaşık otuz bin kişinin öldüğü bir veba salgını, 1742 yılında şehrin yarısının yandığı büyük bir yangın olur. Osmanlılarca İzmir'e paşa düzeyinde yapılan ilk atama, 1707 yılında yabancı tüccarlarca düzenlenen Buca Ayaklanması'ndan sonra 1716 yılında tayin edilen Köprülü Abdullah Paşa'dır. 18. ve 19. yüzyıllarda kent Fransız, İngiliz, Hollandalı ve İtalyan tüccarların gözdesidir. Bu gelişmeye paralel olarak Aydın Eyaleti'nin önce 1841 yılında geçici olarak, sonra da 1850 yılında kesin olarak İzmir'e aktarılmıştır. Aynı yıl Sultan Abdülmecid, 1863 yılında da Sultan Abdülaziz İzmir'i ziyarete gelmişler, 1871 yılında kurulan belediyenin ilk başkanı da Yenişehirlizade Ahmet Efendi olmuştur.[1]
19. Yüzyılda İzmir
19. Yüzyıl’da İzmir’in tarihsel bir gelişim yaşadı. Kent, 1841’de Aydın Vilayeti’nin merkezi olmuştu. 1843-50 arasında merkez Aydın olurken Halil Rifat Paşa ekseninde 1850-1867 arasında İzmir yeniden merkez haline geldi ve Aydın Vilayeti adı altında idari durumunu korudu.[5] Kentin 19. Yüzyıldaki nüfusuna ilişkin veriler muhtelif nedenlerden (salgın hastalıklar, doğal afetler, göçler vb.) dolayı belirli bir çizgide değildir ancak genelde 100 bin üstü bir nüfus verilmektedir. 18. Yüzyılda kentte Müslüman nüfus artmıştı ve 19. Yüzyıldaki göç dalgaları (Tatar göçleri, 1856 ve 1877-78 sonrası göçler) demografide farklılaşmalar yarattı. 1890 tarihli sâlnamenin 145 binlik bir nüfusa işaret ettiği belirtilirken[6] resmi kayıtlar ve seyahatnamelere göre nüfus çeşitliliği Türk, Rum, Yahudi, Ermeni ve Franklardan oluşmaktaydı.
İktisadi yükseliş, yatırımlar, ticari ve sosyal hayat
1838 Baltalimanı Antlaşması ve 1856’da mülk edinme hakkı sonrasında İzmir başta İngiltere, Avusturya ve Fransa’dan olmak üzere yoğun bir tüccar ilgisine mazhar oldu. Daniel Goffman deyişiyle "davetsiz Hıristiyan-Avrupalı misafirler"[7] kente gelirken sermaye, iletişim ve nakil araçlarıyla beraber geliyorlardı. Ticari gelişmelerle beraber 1850 sonrasında İzmir’e yoğun bir sermaye akımı oldu ve Osmanlı’nın kapital dünyayla senkretize oluşunda İzmir başkent sonrasında merkezi bir mahiyet kazandı.[8] Örneğin İzmir'in yıl bazında ortalama ithalatında İngiltere’nin oranı 18. Yüzyıl sonlarında %10,4 ve 1817-1820 arasında %41 iken bu oran 1899’da %60’a çıkacaktı. Limandaki gemi trafiği ise sürekli arttı ve kentin hinterlandı yatırımlarla genişledi.[9] Yabancı tüccarlar ağırlıkla Batı ile teması bulunan, deniz nakliye şirketlerinin yoğun olduğu Pasaport ve Rıhtım civarına yerleşiyorlardı.[10]
Kentte 1843’te Commercial Bank of İzmir kuruldu, 1860’ta Crédit Lyonnais ve 1863’te Osmanlı Bankası İzmir şubeleri açıldı. Bu ticari dönüşümü güçlendiren etkenlerin başında ulaşımdaki yatırımlar geliyordu. İzmir-Aydın (1860) ve İzmir-Kasaba (1866) arasında tesis edilen demiryolu bağlantıları ülkenin ilk demiryolu hatlarındandı. Bu hatlar İngiliz ve Fransız sermayedarlarla zirai açıdan zengin olan Batı Anadolu’nun tarım ürünlerini limana taşımak üzere tesis ediliyordu. Genişleyen ticaret sonrasında hem daha büyük bir kapasite yaratmak hem de kaçakçılığı önlemek adına yeni bir limanın tesisi 1876’da olmuş ve Rıhtım 1880’de tamamen hizmete girmiştir.[11] Telgraf hatları da İzmir-Menemen (1866) ve İzmir-Çeşme (1869) arasında tesis edildi. Bu yatırımlar hem demiryolu-liman bütünleşmesini sağladı hem de kentin sosyo-ekonomik çehresini değiştirdi. Türklerin ticari hayatı daha çok kendi ürettikleri ürünlerin iç pazarlara gönderilmesi ve ortaklık kurdukları azınlıklar eksenindeki sınırlı ticaretten ibaret kalıyordu.[12]
Rıhtım sonrası tramvay hatları döşenmeye başlandı. Denizden ve bataklık bölgelerden elde edilen değeri yüksek arazilerdeki imar faaliyetleriyle kentin zengin ve Batılı semtleri doğmaya başladı. Alsancak Gar’ın inşası sonrasında başta İngilizler olmak üzere yabancılar bu çeperde lojman, depo, tamir ve bakım atölyeleri kurdular hatta itfaiye teşkilatını buraya yerleştirdiler. St. Jean Kilisesi ve İngiliz Hastanesi de bu civarlarda inşa edilmişti. Yüzyılın ortalarında başlayan sanayileşmeyle de Punta (Alsancak) ve Darağacı (Alsancak Gar’ın ardında başlayan ve Şaraphane’ye kadar uzanan bölge) önemli gelişim gösterdi. Buralarda buharlı değirmenler, sigara ve kâğıt fabrikası, bıçkı atölyeleri, Tarihî Havagazı Fabrikası, buz fabrikaları, Prina Fabrikası, pamuk yağı ve makarna fabrikası gibi işletmeler yabancı iştiraklerce kuruldu. 1886’da ise Reji şirketinin sigara fabrikası kurulacaktı. Ancak bu dönemde artan tarım ürünü ihracı ve bu sayede gelişen sanayide işgücü eksikliği de görülüyordu, bu da işçi göçleriyle giderilecekti.[13]
Kordon ve Pasaport yabancıların günlük ve kültürel ritüellerini yoğun olarak yaşattıkları bölgelerdi. Kulüp ve dernek binaları ile eğlence mekânları buralarda tesis edilirken yerleşimler de buraya kayıyordu. Örneğin Sakız tipi mimari evlerin sayısı artmaya başlamıştı. Bu gelişmeler kozmopolit bir kentin yükselişine işaret ediyordu. Kentte ticari hayatın aksları arasında ise geleneksel bir yöne ve Osmanlı arasta yapısına haiz olan Kemeraltı ile Levanten gruplarının alışveriş yaptığı Frenk Sokağı bulunuyordu.[14]
İzmir’de bu dönemde Symrneen (İzmirli), Doğu Seyircisi ve İzmir Postası (Courrier de Smyrne) gibi Fransızca gazeteler çıkmıştı. İktisadi gelişmeler ve yeni hayat kentte ilk örgütlenmeleri de doğuracaktı. 1850 sonrası İngiliz ve Fransız tüccarların kurduğu birer ticaret odası vardı. Kentte tüm tüccarları kapsayacak bir ticari örgütlenme 1885’te resmen kuruldu. Ticaret Borsası ise 1892’de hükûmetçe onanarak hizmete girdi.[15] Yabancıların kenti nüfuz sahalarına bölmesi, konsolosluklar açmaları ve dinsel, etnik ve iktisadi örgütlenmelere gitmiş olmalarından hareketle buradaki kazanımları, César Vimercati ve M. Xavier gibi gezginlerce İzmir’in "federal bir cumhuriyete" benzetilmesine yol açmıştır.[16] Kazanılan bu bu kozmopolit kimlik sonrasında, Rum-Yahudi gerginliğiyle kentte asayiş sorunu doğurmuş ve 1872’de nefret suçları işlenmişti.[kaynak belirtilmeli]
İdari işler ve siyasi erkin mimariyle görünür olması
İzmir bu aralıkta modern bir kentleşme sürecine girdi ve kamusal mekânlar bu minvalde ortaya çıktı. Katipoğlu ailesineait konağın çeperi kentin ilk meydanı olacak ve konak 1829 sonrasında devletin yabancılara karşı görünürlüğünü simgeleyecek bir yapı olacaktı. Bu nedenle 1869 yılında yeniden inşa edildi ve 1872 sonrasında Hükûmet Konağı adıyla hizmet verdi. Konak’ta modernleşmenin yansımaları arasında 1901’de II. Abdülhamid’in tahta çıkışının 25. senesi için yapılan İzmir Saat Kulesi’nin ayrı bir önemi vardır. Bu iki yapı ve Sarıkışla’yla beraber modern bir kamusal meydanın ortaya çıkışı bu yüzyılda olacaktır. Ancak belediye işlerinin İzmir’in artan önemi ve altyapı sorunlarına karşı yeterli düzeyde olduğunu söylemek zordu. Havagazı, su ve tramvay gibi hizmetlerde yabancı şirketlerin etkisi görülürken yabancı tüccarların altyapı sorunlarına karşı belediye örgütlenmesi istediği de bilinmektedir. 1867’de kurulan belediye muhtelif sorunlar nedeniyle yeterli seviyede hizmet veremezken, 1880 sonrasında ise iki belediye dairesi bulunmaktaydı.[17]
20. yüzyılın başlarında İzmir
İzmir I. Dünya Savaşı'ndan sonra 15 Mayıs 1919 tarihinde Yunan ordusu tarafından işgal edilir. Bu işgal 9 Eylül 1922 tarihinde İzmir'in Kurtuluşu ile sona erer. Ancak, İzmir 13 Eylül 1922 sabahı tarihinin belki de en büyük felaketlerinden birini yaşamaktan kurtulamaz. Basmane semtinde başlayan yangın 2.600.000 metrekarelik bir alanda 20.000'den fazla ev ve iş yerini tahrip eder. Bu yangın ne yazık ki kentin geleneksel alanının dörtte üçünü tahrip etmiştir. Yangın alanının bir bölümünde bugün Kültürpark bulunmaktadır. 1923 yılında, Cumhuriyetin ilanından birkaç ay önce, yeni Türkiye'nin ekonomik sorunlarının tartışıldığı bir kongre olan İzmir İktisat Kongresi'ne ev sahipliği yapmıştır.[1]
Cumhuriyet dönemi
İzmir, 1984 yılında çıkarılan 2972 sayılı kanun[18] ve 195 sayılı kanun hükmünde kararname[19] sonucu İstanbul ve Ankara ile birlikte büyükşehir unvanı kazandı. Aynı yıl çıkarılan 3030 sayılı kanun ile büyükşehir ve ilçe belediyeleri statüleri netleşti.[20] Başlangıçta üç ilçe (Bornova, Karşıyaka, Konak) İzmir Büyükşehir Belediyesinin sınırlarına dahil edildi. 2004 yılında çıkarılan 5216 sayılı kanun ile büyükşehir belediyesinin sınırları valilik binası merkez kabul edilerek yarıçapı 50 kilometre olan dairenin sınırlarına genişletildi.[21] Bu sınırlar içinde kalan 21 ilçe, büyükşehir ilçe belediyeleri hâline geldi.[21] 2012 yılında çıkarılan 6360 sayılı kanun ile 2014 Türkiye yerel seçimlerinin ardından büyükşehir belediyesinin sınırları il mülki sınırları oldu.[22]
^Abdullah Martal, “XIX. Yüzyılın İkinci Yarısında İzmir'in Sosyo-Ekonomik Yapısında Gerçekleşen Değişmeler”, Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi, Cilt 1, Sayı 3, 1993: 117.