Harf Devrimi veya Harf İnkılâbı, Türkiye'de 1 Kasım 1928 tarihinde 1353 sayılı "Türk Harflerinin Kabul ve Tatbiki Hakkında Kanun"un kabul edilmesi ve yeni alfabenin yerleştirilmesi sürecine genel olarak verilen isimdir. Yasa, 3 Kasım 1928 günü Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Bu yasanın onaylanmasıyla o güne değin kullanılan Arap harfleri esaslı Osmanlı alfabesinin geçerliliği son buldu ve Latin harflerini esas alan Türk alfabesi yürürlüğe kondu.
Türk alfabesinin içeriği, Latin harflerini yazı sistemlerinde kullanan diğer ülkelerin alfabeleriyle birebir aynı olmayıp, Türk dilinin seslerini karşılamaları amacıyla türetilmiş harfleri bulundurmaktadır (Ç, Ş, Ğ, ı, İ, Ö, Ü). Bunun yanı sıra Türk alfabesindeki harflerin okunuşları Batı dillerindeki harflerin okunuşlarından farklıdır. Örneğin C harfinin okunuşu Türk alfabesinde /d͡ʒeː/ iken İngilizce alfabede /ˈsiː/'dir.[1]
Tarihçe
Türkler, 10. yüzyıldan itibaren İslam dini ile birlikte (eskiden İslam kültürünün vazgeçilmez ögesi sayılan) Arap alfabesini de Türkçe ses düzenine uyarlayarak benimsemişlerdi. Bunu izleyen 900 yıl boyunca Türkçenin gerek Batı (Osmanlı) gerek Doğu lehçeleri, Arap alfabesinin Türkçeye uyarlanmış bir biçimi ile yazıldı.
1 Harf Devrimi gerçekleşmeden 1 yıl önce yapılan nüfus sayımları
2 Yeni Türk harflerinden 7 yıl sonrası
Türkiye'de alfabe reformu önerileri 19. yüzyıl ortalarından itibaren duyulmaya başladı. Öneriler ikiye ayrılıyordu:
Osmanlı yazısının düzeltilmesini isteyenler,
Latin harflerinin kabulünü isteyenler.
Harf Devriminin gerekçeleri
Harf devriminin en önemli sebeplerinden biri Arap harflerinin Türkçeye uygun olmadığı düşüncesidir.[5][6] Osmanlı yazısının düzeltilmesini isteyenlerin başlıca gerekçesi, bu yazının Türkçenin ünlü seslerini ifade etmekte yetersiz kalmasıydı. Arap alfabesinin Türkçeye uygun olmadığına ilişkin görüşler tarih boyunca pek çok kişi tarafından dile getirilmiş ve alfabede en azından bir revizyon yapılması gerektiği dile getirilmiştir. Arap alfabesinin yetersizliğini ilk dile getirenlerden biri Katip Çelebi'dir.[7] Tanzimat döneminde ise Ahmet Cevdet Paşa, Arap harfleriyle gösterilemeyen sesler için yeni bir yazım yolu aranması gerektiğini belirtir.[8] 1851'de Münif Paşa Arap harfleri ile okuyup yazmanın zor olduğunu, halkın eğitiminin yapılamadığını bu nedenle alfabenin düzeltilmesi gerektiğini söylemiştir.[8]
Şinasi, Namık Kemal, Ali Suavi, Yenişehirli Avni, Ziya Gökalp, Şemsettin Sami, Ebüzziya Tevfik, Feraizcizade Mehmet Şakir, Ispartalı Hakkı Bey gibi aydınlar da alfabenin sorunları hakkında görüşlerini dile getirmişlerdir. Enver Paşa gibi siyasi isimlerin de alfabe konusunda girişimleri (Enveriye) olması ortada bir sorun olduğuna ve bir çözüm arayışı içinde olunduğuna bir kanıttır. Latin alfabesi ya da başka bir alfabenin getirilmesi mi yoksa var olan alfabede bir revizyon yapılması mı gerektiği konusunda farklı fikirler olsa da Arap alfabesinin Türkçeye olan uyumsuzluğu ve sorunları olduğu konusunda çoğu kişi ortak görüşe sahipti. Bu görüşler Cumhuriyetten sonra da devam etmiş ve harf devrimine temel olmuştur.
Bu sorundan doğan imla kargaşası, yazılı basının ve resmi okul kitaplarının yaygınlaşması ile daha çok hissedildi. 1870'lerden itibaren Türkçenin standart bir sözlüğünü oluşturma çalışmaları da imla konusunu gündeme getirdi.
Bir diğer gerekçe bu alfabenin sorunları nedeniyle halkın eğitimine sekte vurduğu ve halkı cahil bıraktığı düşüncesidir. Nitekim Milaslı İsmail Hakkı Bey Latin alfabesine tamamen karşı olmasına rağmen, yazımız ıslah edilmedikçe bu asra göre terakkimizin mümkün olamayacağını, ıslah halinde Japonlar gibi ilerleme kaydedileceğini söylemiştir. Yine Celal Nuri, "Bu harfleri ve bunlarla yazılmış ibarâtı avâm sühûletle öğrenemiyor." demiştir.[9] Hüseyin Cahit Yalçın ise "Biz ülkede ümmîliği (okuyup yazması olmayan) azaltamıyoruz. Çünkü harflerimiz buna engeldir." demiştir.[10]
Arap alfabesinde sesli harfler bulunmamasının imlada zorluk yaratması: Arap alfabesinde bulunan Vav (و) harfi V, O, Ö, U, Ü; Ye (ﻱ) harfi Y, I ve İ sesini vermektedir.
Bazı harflerin birden çok sesi ifade etmesinin karışıklık çıkartması. Örneğin Kef (كـ) harfi K, G, N, nadiren de Y sesini verebilmektedir.
Arap alfabesinde İstanbul Türkçesi için anlam ayrımı oluşturmayan birden çok D, H, S, K, T, Z sesi bulunmasının gereksiz oluşu: Örneğin Dal (ﺩ) ve Dad (ض) D sesini, Ha (ح) ve Hı (خ) H sesini verir.
Arap alfabesinin ıslah çalışmaları sırasında hurûf-ı munfasıla yani harflerinin birbirinden ayrılarak yazılması yönteminin denenmesi. Harflerin ayrılarak yazıldığı bir alfabenin daha kolay öğrenileceği düşüncesi.
Arap alfabesinde harflerin; kelimenin başında, ortasında ve sonunda farklı yazılmasının öğrenmesi zorlaştırması.
Latin alfabesinin eğitimi çok kolaylaştırdığı düşüncesi.
Bakü'de yapılan I. Türkoloji Kongresi'nde bütün Türkler için Arap harfleri yerine Latin yazısının kabul edilmesine karar verilmesi. Atatürk'ün bu kongreyi yakından takip ettiğinin bilinmesi.[11]
19. yüzyılın son çeyreğinde İstanbul ve Anadolu'da Rum ve Ermeni harfleriyle basılan gazete ve kitaplar önemli bir sayı tutmaya başlamıştı. Bu yayınların kazandığı popülerlik, Türkçenin Arap yazısından başka yazıyla da yazılabileceği düşüncesinin yaygınlaşması.
Avrupa ile ilişkilerin kolaylaştırılmak ve geliştirilmek istenmesi.
1850-60'lardan itibaren Türk aydın sınıfının tümü Fransızca biliyor ve bazen kendi aralarındaki yazışmalarda Fransızca kullanacak kadar bu dili benimsiyordu. Telgrafın yaygınlaşmasıyla birlikte, Türkçenin Latin alfabesiyle ve Fransız imlasına göre yazılan bir biçimi de günlük yaşamın bir parçası haline geldi. Beyoğlu, Selanik, İzmir gibi kozmopolit çevrelerde dükkân tabelaları ve ticari reklamlarda çoğu zaman bu yazı kullanılmasından kaynaklı alışkanlığın olması. [kaynak belirtilmeli]
İkinci Meşrutiyet döneminde, Türk ulusal kimliğini İslamiyet'ten bağımsız olarak tanımlama çabaları, özellikle İttihat ve Terakki'ye yakın aydınlar arasında ağırlık kazandı. Bazı kişiler tarafından Arap yazısı İslam kültürünün ayrılmaz bir parçası sayıldığı için bu yazının terk edilmesi aynı zamanda Türk ulusal kimliğinin laikleşmesi ve kendi öz benliğini ortaya çıkarması anlamına geleceği düşüncesi.
İlk reform önerileri
Latin alfabesinin Türkçeye uyarlanması görüşü ilk kez 1860'lı yıllarda Azerbaycanlı Feth Ali Ahundzade tarafından ortaya atıldı. Ahundzade ayrıca Kiril alfabesi kökenli bir de alfabe hazırlamıştı.[13]
1908-1911 döneminde Latin esaslı yeni Arnavut alfabesinin benimsenmesi, Türk aydınları arasında da yoğun tartışmalara neden oldu. 1911'de Elbasan'da hocaların Latin harflerinin şeriata aykırı olduğuna dair fetvasına karşı sert bir polemiğe giren Hüseyin Cahit, Latin esaslı Arnavut alfabesini savunmakla yetinmeyip Türklerin de aynısını uygulamalarını önerdi.[14] 1911'de İttihat ve Terakki Cemiyetinin Arnavut kolu, Latin esaslı alfabeyi kabul etti.
1914 yılında Kılıçzade Hakkı'nın yayınladığı Hürriyet-i Fikriye adlı dergide çıkan beş imzasız makale, Latin harflerinin yavaş yavaş kullanılmalarını öneriyor ve bu değişikliğin kaçınılmaz olduğunu ileri sürüyordu. Ancak dergi, bu makaleler nedeniyle İttihat ve Terakki iktidarı tarafından yasaklandı.[15]
1911 yılında Manastır-Bitola'da Latin harfleriyle basılan ilk Türkçe gazete yayımlandı. Zekeriya Sami Efendi'nin neşrettiği, adı Eças olup Fransızca imla ile "esas" diye okunan ve cumartesi günleri yayınlanan bu gazetenin ancak birkaç sayısı günümüze ulaşmıştır.
Atatürk ve Harf Reformu
Mustafa Kemal de bu konuyla 1905-1907 tarihleri arasında Suriye'deyken ilgilenmeye başladı.[16] 1922 yılında Atatürk Halide Edib Adıvar'la yine bu konu hakkında konuşmuş ve böylesi bir değişikliğin sert önlemler gerektireceğini söylemişti.[17]
Eylül 1922'de Hüseyin Cahit'in İstanbul basın yayın üyelerinin katıldığı bir toplantıda Atatürk'e sorduğu "Neden Latin harflerini kabul etmiyoruz?" sorusuna, Atatürk "Henüz zamanı değil." yanıtını vermişti. 1923'teki İzmir İktisat Kongresi'nde de aynı yolda bir öneri sunulmuş, ancak öneri kongre başkanı Kâzım Karabekir tarafından "İslam'ın bütünlüğüne zarar vereceği" gerekçesiyle reddedilmişti. Ancak tartışma basında geniş yer bulmuştu.[18]
28 Mayıs 1928'de TBMM, 1 Haziran'dan itibaren resmî daire ve kuruluşlarda uluslararası rakamların kullanılmasına yönelik bir yasa çıkarttı. Yasaya önemli bir tepki gelmedi. Yaklaşık olarak bu yasayla aynı zamanda da harf reformu için bir komisyon kuruldu.
Komisyonun tartıştığı konulardan biri eski yazıdaki kaf ve kef harflerinin yeni Türkçe alfabede q ve k harfleriyle karşılanması önerisiydi. Ancak bu öneri Atatürk tarafından reddedildi ve q harfi alfabeden çıkartıldı. Yeni alfabenin hayata geçirilmesi için 5 ila 15 senelik geçiş süreçleri öngören komisyonda bulunan Falih Rıfkı Atay'ın aktardığına göre Atatürk, "Bu ya üç ayda olur ya da hiç olmaz." diyerek zaman kaybedilmemesini istedi.[19] Alfabe tamamlandıktan sonra 9 Ağustos 1928'de Atatürk, harfleri Cumhuriyet Halk PartisininGülhane'deki galasına katılanlara tanıttı.[20] 11 Ağustos'ta Cumhurbaşkanlığı hizmetlileri ve milletvekillerine, 15 Ağustos'ta da üniversite öğretim üyeleri ve edebiyatçılara yeni alfabe tanıtıldı. Ağustos ve eylül aylarında da Atatürk farklı illerde yeni alfabeyi halka tanıttı. Bu sürecin sonunda komisyonun önerileriyle, kimi ekleri ana sözcüğe birleştirme amaçlı kullanılan kısa çizginin atılması ve düzeltme işaretinin eklenmesi gibi değişiklikler yapıldı.
8-25 Ekim tarihleri arasında resmî görevlilerin hepsi yeni harflerin kullanımı ile ilgili bir sınavdan geçirildi.
Eleştiriler
2019'da Recep Tayyip Erdoğan, Mustafa Kemal Atatürk'ü anma programında yaptığı konuşma sırasında, Osmanlı'daki tarihi okuma yazma oranının toplumun yarısından yüksek olduğunu, bu oranın dönemin Rusya, İtalya gibi ülkelerinin üzerinde yer aldığını, Harf İnkılabı'nın okuryazarlıkta düşüşe yol açtığını ve "Harf Devrimi ile her şeyin sıfırlandığını" iddia etmiştir. Bu ifadeler çeşitli akademisyenler ve medya kuruluşlarınca doğru olmadığı sebep gösterilerek eleştirilmiştir.[21][22] "Bir gecede cahil bırakıldık!" söz öbeği, Harf Devrimi'ni eleştirenler tarafından kullanılan bir söylem hâline gelmiştir.[23]
Ancak bu eleştirilere cevap veren eğitimciler, Harf Devrimi yapıldığı zamanda Müslüman toplumun ancak %6-7 kadarının okur yazar olduğunu, bu mantık yürütmeye göre toplumun %94'ünün hafızasız ve dilsiz olduğu çıkarımının yapılabileceğini, bunun da hatalı olduğunu belirtmişlerdir. Osmanlı toplumu yazılı değil sözlü kültüre dayalı bir toplumdu ve toplumsal hafızasında bu anlamda bir kayıp söz konusu değildir. Ayrıca Harf Devriminden önce okuryazar olanlar hızla yeni harflerle okuma yazma öğrenmiş olduklarından toplumsal hafızanın silinmesi veya dilsiz kalınması iddiaları doğru değildir.[24]
Ayrıca bakınız
Wikimedia Commons'ta Harf Devrimi ile ilgili ortam dosyaları bulunmaktadır.
^Agah Sırrı Levend (1972) 'Türk Dili'nde Gelişme ve Sadeleşme Evreleri. Ankara. s. 156.
^G. L. Lewis (1999). Türk Cumhuriyeti'nde Bir Uygarlık Ögesi Olarak Atatürk'ün Dil Devrimi. Jacob M. Landau (Yay. Haz.) (1999). Atatürk ve Türkiye'nin Modernleşmesi, İstanbul: Sarmal, ISBN 975-8304-18-6 (s. 251-272) içinde. s.254.