Türkleştirme veya Türkleşme, Türk olmayan kimselerin ya da toplulukların kültürel değişim (asimilasyon) süreci için kullanılmış bir terimdir. Moğollar, Arnavutlar, Araplar, Ermeniler, Asuriler, Yunanlar, Yahudiler, Romanlar ve çeşitli Slav halkları (Boşnaklar ve Pomaklar gibi), Kürtler, Zazalar, Farslar ve Lazlar gibi farklı etnik kökenlerden Orta Asya, Kafkasya, İran, Anadolu, Orta Doğu ve Balkanlar ile bağlantılı halklarda kullanılabilir.
Türklerin Anadolu'da görünmesi
Anadolu eski zamanlarda çok sayıda halka ev sahipliği yapmıştır. Helenizasyon, Romanizasyon tarafından kuvvetlendirilerek, derece derece özellikle şehirlerde ve batı ve güney Anadolu kıyılarında pek çok insanın kendi dilini terkederek Yunan dilini tercih etmesine neden oldu. Yine de kuzey ve doğuda, özellikle kırsal alanlarda yerli dillerin çoğu yaşamayı sürdürdü. Yine 11. yüzyılda, Türkler ilk kez kitleler halinde görünürken; "Yunan kültürü halk kitlesiyle ilgililikten uzak idi ve böyle kapsamaktan çok küçük idi."[1] Özellikle sınırlar boyunca, Bizans'ın Hristiyan heretik inançları için yerli insanlara baskı uygulaması, bu alanlarda Yunan kültürüne sempatinin azlığının neden oluşudur. Doğu Roma otoriteleri rutin olarak, geniş ölçüde toplumun tekbiçim din ve Yunan kültürünü dayatmaya çaba harcamıştır.[kaynak belirtilmeli] En çok da geniş Ermeni toplumunu asimilasyona uğratmak istiyorlardı. Sonu, 11. yüzyılda Ermeni asillerin yerlerinden edilip batı Anadolu'ya yerleştirilmeleriydi. Yeniden yerleştirmenin istenmeyen sonucu, doğu sınırları boyunca yerel askeri liderlerin kaybı ve Doğu Roma'nın buradaki Ermeni kalelerini tahribi, Türk akınları için yol açmasıydı.[2] 11. yüzyılın başında, yerli nüfusun kimileri fetih sırasındaki savaşlarda ölürken, kalanlar fetihle gelenlerle karıştılar ya da cemaat halinde kendi din ve kültürlerini sürdürdükleri bilinmektedir. Nüfusu azalan yerlerde, Türk göçebeler, kitleler halinde ilerlediler.
Türkleştirmede tasavvufun rolü ve Horasan erenleri
11. yy'da Anadolu Türk egemenliğine girmişti, ancak nüfusun sadece 5'te 1'i Türk'tü ve bu Türklerin de çoğunluğu Tengrici ve Budist inançlarını sürdürmekte olup [3] kimi Müslüman gruplara da rastlanmaktaydı.[3][4]
Sayılarının 90.000'e ulaştığı ve Horasan Bölgesi'nden oradaki Sufilerin yönlendirmesiyle geldiklerine inanılan Abdalların gelişinden önce Anadolu'nun askeri olarak fetihi, Kutalmışoğlu Süleyman komutasında gelişen ve Danişmend Gazi, Artuk Bey, Ebulkasım Saltuk Bey gibi Seyyidler komutasındaki Türk akıncı Beyleri tarafından gerçekleştirildi. Bu devirde Anadolu'ya yönelen Haçlı ve Bizans saldırıları ile Büyük Selçuklular ile ve Süleyman Şah hanedanı ile Danişmendliler arası güç savaşı, Anadolu'da kalıcı bir Türk egemenliği için bağımlı olaylar dizisini yarattı. Devrin Devlet adamlarının siyasetname türevi yazıtlarından anlaşıldığı üzere, Anadolu'da Türk devlet egemenliği için öncelikle İslamlaştırma, Türk-Rum v.d. ayrımını hem dinen ikilileştirme hem de resmî dilin Farsça olarak tayiniyle çözümlenmeye çalışıldı. Ancak bu durum Moğol istilası ile sekteye uğradı ve Doğu'dan gelen Türkmen göçleriyle beraber, Orta Asya Türk-İslam tasavvufi düşüncesi başta Hacı Bektaşi Veli olmak üzere Anadolu'da Horasan Erenleri (Alperen) aracılığıyla tecelli edecekti.
Genel kanıya göre, Anadolu Hristiyanlarının, hem tasavvufi İslam'ın hoşgörüsü ve özellikle Alevilik'teki 12'nci, 3, 5, 7 Ulular anlayışının, büyük ihtimalle benzerlik nedeniyle mevcut dini anlayışın yerine geçmesini kolaylaştırması, öte yandan tasavvufi önderlerin (Hacı Bektaş-i Veli, Mevlana, Sarı Saltuk, Ahi Evren, Abdal Musa v.d.) din farkı gözetmeden tüm insanları dergahlarında toplayabilemeleri bu süreci hızlandırdı. Öte yandan heterodoks İslam anlayışında ibadet dilinin Türkçe oluşunun da Türkleşme sürecini tamamladığını ve özellikle Helenik baskıdan kaçan yerel Anadolu halklarının Türklükte kimliklerini buldukları tahmin edilmektedir.
Dersim İsyanı
1930'ların başında Atatürk'ün emriyle kurulan Türk Tarih Kurumu çevresinde hazırlanan Türk Tarih Tezi ve Güneş Dil Teorisi'nde özetle, "Türkiye'de yaşayan herkes Türk'tür" gibi kanıtlar üretildi. Bu Türkleştirme sürecinde, 2510 sayılı 13 Haziran 1934 tarihli İskân Kanunu ile "Türk olmayan vatandaşların, Türklüğün yoğun olduğu yerlere iskânı" mümkün hale getirildi.[5][6]
Tunceli Kanunu
25 Aralık 1935 tarihinde, 2884 sayılı Tunceli Vilayeti'nin İdaresi Hakkında Kanun çıkarıldı ve 4 Ocak 1936 tarihinde Dersim Vilayeti'nin adı Tunceli Vilayeti oldu.
Yasanın uygulanmaya başlamasıyla 1937 başlarında yeni olaylar çıktı.
Bölgede güvenlik sağlanamadı ve hükûmet otoritesi kurulamadı.[7]
Dördüncü Umumi Müfettişlik
Dinî ve etnik azınlıkların Türkleştirilmesi sürecinde otoriteyi sağlamlaştırmak amacıyla TBMM 1164 sayılı ve 25 Haziran 1927 tarihli kanunu çıkardı. Bu yasaya göre kurulan umumî müfettişliklerin geniş idarî, askerî ve yargısal yetkileri vardı. 1 Ocak 1928 tarihinde Diyarbakır, Elâzığ, Urfa, Bitlis, Van, Hakkâri, Siirt ve Mardin illerini kapsayan ve merkezi Diyarbakır'da bulunan Birinci Umumi Müfettişlik kuruldu. Ve Trakya'da yaşanan pogromlardan önce 19 Şubat 1934 tarihinde, Kırklareli, Edirne, Tekirdağ ve Çanakkale illerini kapsayan ve merkezi Edirne'de bulunan İkinci Umumi Müfettişlik kuruldu 25 Ağustos 1935 tarihinde Ağrı, Kars, Artvin, Rize, Trabzon, Gümüşhane, Erzincan ve Erzurum illerini kapsayan ve merkezi Erzurum'da bulunan Üçüncü Umumi Müfettişlik kuruldu. 6 Haziran 1936 tarihinde tarihî Dersim Bölgesini (Tunceli, Elazığ ve Bingöl) kapsayan ve merkezi Elazığ'da bulunan Dördüncü Umumi Müffetişlik kuruldu ve Umumi müfettişliğe Korgeneral Abdullah Alpdoğan atandı.
1936 yılında açılan dördüncü umumi müfettişliğin başına getirilen Korgeneral Abdullah Alpdoğan, mahkeme kararlarını imzalamaya, düzeni ve güvenliği sağlamak açısından gerekli gördüğü durumlarda ilde yaşayan kişileri ve aileleri, il sınırları içinde bir yerden bir başka yere göndermeye ve il sınırları içinde oturmalarını yasaklamaya da yetkiliydi. Mustafa Kemal Atatürk, 1 Kasım 1936 tarihinde yaptığı TBMM konuşmasında Dersim'deki ağalık düzeni sorununu Türkiye'nin en önemli iç sorunu olarak tanımladı.
Orta Asya'da Türkleşme
Çağatay Hanlığı döneminde yerleşik yaşama geçen Moğollar arasında İslam'a ve Türkçeye kayış yaşandı. Bu, imparatorluk içinde etnik ve kültürel bakımdan ciddi bölünmelere neden oldu. Çağatay Han döneminde İslam'ın önüne geçilmeye çalışıldıysa da zamanla bölgedeki çoğunluğu oluşturan Müslümanlara karşı ılımlı bir siyaset izlenmeye başlanmıştır. Moğol hanların ciddi İslamlaşma süreciyse Alaaddin Tarmaşirin'in İslam'ı kabul etmesinden sonra yaşanmıştır. Bu dönemde Batı Çağatay Hanlığı'ndaki Maveraünnehir'de yerleşik bir yaşam sürdüren halk Moğol kimliğinden bağımsız olarak kendilerini Çağataylılar olarak adlandırmaya başlamışlardır.
Türkleşmiş olduğu iddia edilen kişiler
Ayrıca bakınız
Kaynakça
- ^ (Langer and Blake 1932: 481)
- ^ Charanis, Peter. 1961. "The Transfer of Population as a Policy in the Byzantine Empire." Comparative Studies in Society and History 3:140-154.
- ^ a b "Türkleştirme nedir?". Nedir ileilgili.org. 24 Haziran 2021 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 14 Haziran 2021.
- ^ Osmanlılardan Önce Anadolu, Claude Cohen: 2008
- ^ Türk Tarih Tezi ve Güneş Dil Teorisi
- ^ 13 Haziran 1934 İskân Kanunu
- ^ Tunceli Kanunu
- ^ Kemal Kirisci, Gareth M. Winrow, The Kurdish Question and Turkey: An Example of a Trans-state Ethnic Conflict, 1997, s.91 20 Ekim 2017 tarihinde Wayback Machine sitesinde arşivlendi.
- ^ Taha Parla, The Social and Political Thought of Ziya Gökalp: 1876-1924, Brill, HolLanda 1985, s.10 9 Ocak 2015 tarihinde Wayback Machine sitesinde arşivlendi.
- ^ Milliyet Gazetesi 29 Ekim 2013 tarihinde Wayback Machine sitesinde arşivlendi. Alındı 21 /Mart 2007
- ^ Kaynak hatası: Geçersiz
<ref>
etiketi; milliyet
isimli refler için metin sağlanmadı (Bkz: Kaynak gösterme)
- ^ Kaynak hatası: Geçersiz
<ref>
etiketi; Parla10
isimli refler için metin sağlanmadı (Bkz: Kaynak gösterme)
|
---|
İdeoloji | |
---|
Oluşumlar | |
---|
Düşünürler | |
---|
Olaylar | |
---|
Mottolar | |
---|
Diğer | |
---|