İsrail-Lübnan sınırında Hizbullah örgütü tarafından 8 İsrailli askerin öldürülmesi ve 2 İsrailli askerin esir alınması. Hizbullah'ın Kuzey İsrail topraklarına füze ve havan saldırıları yapması.
Lübnan kaynaklarına göre 300 İsrail'e göre 500 direnişçi öldürülmüştür.
Sivil Kayıplar: 40 ölü 60'tan fazla yaralı Askeri Kayıplar[1] 130 ölü 650'ye yakın yaralı 2 esir 130 Merkava tankı 2 savaş uçağı 5 helikopter 408 zırhlı araç 3 fırkateyn
Fransız bir kaynak İsrail'in 1000'in üzerinde kaybı olduğunu belirtmiştir[kaynak belirtilmeli].
Sivil Lübnanlılar: 1,109 ölü 3.500'den fazla yaralı 1,000.000'dan fazla sivil mülteci durumuna düştü
2006 İsrail-Lübnan Savaşı, Hizbullah'ın askerî kanadı ile İsrail Silahlı Kuvvetleri arasında Lübnan toprakları ve İsrail'in kuzeyinde, 12 Temmuz-14 Ağustos 2006 tarihleri arasında sürmüş olan silahlı çatışmadır.
Kriz, Lübnan'da yerleşmiş, İran ve Suriye tarafından desteklenen Hizbullah örgütünün, 12 Temmuz 2006 tarihinde 2 İsrail askerini kaçırması ve 8'ini öldürmesiyle başlamıştır. Askerlerin kaçırılmasına ek olarak güney Lübnan'daki Hizbullah militanlarının İsrail topraklarına Katyuşya füzeleri ateşlemesi; İsrail tarafından Lübnan'ın bir savaş hareketinde ("act of war") bulunduğu şeklinde yorumlanmıştır. Bunun üzerine İsrail, Lübnan'a hava ve kara saldırıları yapmış ve ülkenin limanlarını denizden ablukaya almıştır. İsrail'in bu davranışına karşılık olarak Hizbullah, güney Lübnan'dan İsrail'in kuzeyine yaptığı füze saldırılarını şiddetlendirmiştir.
Bir aydan fazla süren çatışmaların ardından, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin aldığı 1701 sayılı karar uyarınca 14 Ağustos'ta taraflar saldırılarını durdurmuştur. İsrail, Lübnan'a uyguladığı ablukayı 7 Eylül 2006 yerel saatle 18:00'e kadar kaldırmayı taahhüt etmiştir. Litanni Nehri'ne kadar olan Güney Lübnan topraklarını işgal etmiş olan İsrail, Lübnan ve UNIFIL askerlerinin konuşlandırılmasına paralel olarak birliklerini geri çekmiştir.
Krizin ilk günlerinden beri aralıksız süren İsrail saldırılarının 1.000'in üzerinde sivil Lübnanlıyı öldürmüş olması,[1]İsrail'in uluslararası alanda çok ağır eleştirilere hedef olmasına sebep olmuştur.
Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu Başkanı Louise Arbour, kriz sırasında savaş suçlarının işlenmiş olabileceğini söylemiştir.[2]
Krizin başlaması
İsrail ile Lübnan arasındaki kriz, İsrail'in kumsalda bulunan Filistinli ailelere ateş açması ile başlamıştır.[2] Orta Doğu'da İslami militanlar ile İsrail arasındaki savaşın tekrar alevlenmesi bir ay kadar önce olmuştur. 9 Haziran'da İsrail'in Gazze Şeridi'ne yaptığı bir saldırıda aynı aileden sekiz kişiyi öldürmesi, Filistin'de iktidarda olan Hamas örgütünün İsrail ile yaptığı ateşkesi sonlandırmasına yol açmıştır. Aynı zamanda 2006 Gazze Krizi'ni başlatan bu olay başta İslam dünyası olmak üzere birçok kesimden tepki almıştır.
Hizbullah'ın saldırısı
12 Temmuz 2006 günüde, yerel saate göre sabah saat 9.05'te, Hizbullah militanları güney Lübnan'daki mevzilerinden İsrail askerî birliklerine ve sınır kasabalarına havan ve füze saldırısında bulundular. Daha sonra ise İsrail ordusunu bağlı iki Humvee personel taşıyıcılarına da saldıran Hizbullah militanları, sekiz askerî öldürdü ve iki tanesini esir aldı.
Hizbullah ve Lübnan polisi, esir alınan İsrail askerlerinin Lübnan topraklarına sızmış olduğunu iddia etmektelerse de,[3] İsrail bu iddiaları reddetmektedir.
İsrail'in tepkisi
Hizbullah'ın Lübnan'da hiçbir engelle karşılaşmadan var olabilmesi ve kaçan militanların Lübnan'da saklanması sebebiyle İsrail hükûmeti bu davranışı bir savaş ilanı olarak kabul etmiş ve Lübnan hükûmetini sorumlu tutmuştur. Saldırılardan çok kısa bir süre sonra İsrail birlikleri sınırı geçerek takibe başladı ve Güney Lübnan'daki yerleşim merkezlerine hava saldırısı yaptı.
Kaçırılan askerleri kurtarmak için takibe başlayan İsrail birliklerinden bir Merkava tankı bir Hizbullah bombasının üzerinden geçti ve bombanın patlamasıyla havaya uçtu, tankın dört mürettebatı öldü. Hizbullah militanlarıyla çıkan çatışmada, saat öğlen üç sularında bir İsrail askerî daha öldü.
Lübnan'ın bu saldırıdan dolayı çok ağır bir bedel ödeyeceğini söyleyen İsrail Genelkurmay Başkanı Korgeneral Dan Halutz, "Lübnan'ı 20 yıl öncesine geri döndürebiliriz" dedi.[4]
Lübnan'ın tutumu
İsrail'in Beyrut hükûmetini krizden sorumlu tutmasına rağmen Lübnan Başbakanı Fuad Sinyora saldırıdan hükûmetinin haberi olmadığını ve Lübnan'ın sorumlu tutulamayacağını söylemiştir. Kriz boyunca ateşkes çağrıları yapmak birlikte, Beyrut hükûmeti edilgen bir tutum sergilemiş ve Lübnan silahlı kuvvetleri İsrail birlikleri ile çatışmaya girmekten kaçınmıştır.
Sinyora'nın uluslararası arabulucuların çatışmayı sonlandırması için çağrıda bulunmasına rağmen çatışmalar hâlâ devam etmiştir.
İsrail'in saldırıları
İsrail Hava Kuvvetleri, Hizbullah militanları ve liderlerinin bulunduğunu tahmin ettikleri bölgelere hava saldırıları yapmaya başladı. Ayrıca, Suriye ve İran'ın Hizbullah'ı desteklemesini engellemek iddiasıyla Beyrut ve çevresindeki altyapı tesislerine ve yollara saldırılar düzenledi.
13 Temmuz'da yapılan saldırılar sonucu Beyrut Havalimanı hasar gördü ve uçuşlara kapatıldı. Bunun yanı sıra İsrail uçaklarının dört haftayı aşan yoğun bombardımanı sonucunda Beyrut'ta ve çoğunluğunu Şiilerin oluşturduğu köy ve kasabalarda 1000'den fazla sivil öldürüldü. Başta Beyrut'ta olmak üzere Lübnan'da büyük derecede maddi hasar meydana geldi. Hastaneler, yollar ve televizyon/radyo istasyonları da İsrail saldırıları sonucunda yıkıldı. Lübnan hükûmeti, Lübnan'da meydana gelen maddi zararın yaklaşık 2.5 milyar dolar civarında olduğunu söylemiştir.
Saldırılarda ölenler arasında Lübnan'da bulunan yabancılar da bulunuyordu. Fakat, kısa bir süre içinde birçok devlet kendi vatandaşlarını deniz yoluyla tahliye etmiştir. Bu tahliyelerin çoğunluğunda Türkiye önemli roller oynamış, taşımacılık ve ev sahipliği yapmıştır. Buna karşın İsrail, Avustralyalıları taşıyan gemiye taciz atışları gerçekleştirmiştir.
İsrail hava saldırıları sırasında Birleşmiş Milletler'e bağlı bir gözlemleme tesisi füzeler tarafından vuruldu ve 4 silahsız Birleşmiş Milletler personeli hayatını kaybetti. 25 Temmuz'da gerçekleşen bu saldırının sonrasında Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Kofi Annan, İsrail'in kasten bu saldırıyı gerçekleştirdiğini söylemişse de,[5] İsrail bu iddiayı reddetmiş ve olaydan derin üzüntü duyulduğunu söylemiştir. Saldırıya rağmen Birleşmiş Milletler, ABD'nin veto hakkını kullanmasıyla İsrail'e karşı bir "kınama" kararı alamamıştır.
Hizbullah'ın saldırıları
İsrail'in ilk tepkisinden sonra açıklama yapan Hizbullah, ellerinde İsrail'i vurabilecekleri 13,000 füze olduğunu söylemiştir. Kriz boyunca Hizbullah tarafından, Güney Lübnan'daki mevzilerinden İsrail'in kuzeyindeki şehir kasaba ve köylere 3.970 roket fırlatıldı. Bu füzelerden bazıları İsrail'in orta kesiminde yer alan Hadera şehrine kadar ulaştı. Hizbullah'ın roket saldırılarında 40'ın üstünde İsrailli öldü.[6] İsrail Savunma Bakanı Hizbullah'ın saldırılarının başlamasından sonra yaklaşık 1.000.000 sivilin ülkenin değişik bölgelerine yerleştirildiğini açıkladı.
Hizbullah, Katyuşa füzelerine ek olarak İran yapımı Fajr-3 ve Ra'ad 1 füzeleri ile de İsrail topraklarını bombalamıştır. Ayrıca Hizbullah Rus yapımı tanksavarlar sayesinde dünyanın en iyi tanklarından biri olarak kabul edilen Merkava tanklarını vurmayı başarmıştır. Bu tanksavarlar ve daha birçok Rus yapımı silah savaşın Hizbullah lehine dönmesinde çok büyük bir rol oynamıştır.
Bunlara ek olarak, İsrail donanmasının savaş gemilerinden biri olan Saar-5, radarla çalışan Çin yapımı C-802 tipi bir füzeye hedef olmuştur.
Barış girişimleri
Krizin başlangıcından beri birçok barış girişimi olmuşsa da çatışmalar ancak krizin başlamasından bir ay sonra durmuştur. Tarafların ateşkesin koşulları üzerinde anlaşamaması çatışmaların durmasını geciktiren en önemli unsur olmuştur.
Hizbullah ve Lübnan, çatışmaların derhal ve koşulsuz olarak durması gerektiğini savunurken İsrail ateşkes yapılmadan önce bazı koşulların yerine gelmesi gerektiğini söylemiştir. İsrail başbakanı Ehud Olmert, kaçırılan İsrail askerleri iade edilmeden ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin aldığı 1559 numaralı karar gereğince Hizbullah silahsızlandırılıp Lübnan ordusu İsrail sınırına yerleşmeden ateşkes olmayacağını söylemiştir.
15 Temmuz'da Birleşmiş Miletler Güvenlik Konseyi, gündemine aldığı ateşkes çağrısını ABD'nin karşı oy kullanmasıyla reddetmiştir.
Kriz, Roma'da yapılan; Suriye ve İran dışındaki Arap ulusları, Avrupa Birliği, ABD ve Rusya'nın temsil edildiği bir konferans ile çözümlenmeye çalışılmış olsa da bu konferans sonucunda taraflar arasında ateşkes sağlanamamıştır.[7] Konferans sırasında Lübnan başbakanı Fuat Sinyora, kendi hükûmetinin hazırladığı ateşkes planını sunmuşsa da plan kabul edilmemiştir.
4 Ağustos ABD ile Fransa ortak hazırladıkları ateşkes önerisini Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'ne iletti. Tasarıda, çatışmaların durması istendiği halde Lübnan topraklarındaki İsrail askerlerinin çekilmesi istenmediğinden Lübnan hükûmeti önerinin kabul edilemez olduğunu savunmuştur. Görüşmeler sonucunda Sinyora Planı'da dikkate alınarak tasarıda değişiklikler yapılmasının ardından 11 Ağustos'ta 1701 sayılı karar Güvenlik Konseyinde kabul edilerek taraflar "şiddet eylemlerini durdurmaya" çağrılmıştır. Tarafların öneriyi kabul etmesinin ardından 14 Ağustos 2006 yerel saat ile sabah 8.00'de ateşkes yürürlüğe girmiştir. Ateşkesten 15 dakika öncesine kadar İsrail'in hava saldırıları devam etmiştir.
Ateşkes sonrası
Ateşkes kararınca hem İsrail, hem de Hizbullah saldırılarını durdurmuştur. Ancak İsrail hükûmeti uluslararası bir güç bölgeye yerleşinceye kadar Güney Lübnan'dan askerlerini çekmeyeceğini söylemiştir.
Ateşkesin ardından Lübnan hükûmeti aldığı karar uyarınca ülkenin güneyine askerlerini sevk etmeye başlamış, ancak ordunun Hizbullah'ın silahsızlandırılması için kullanılmayacağını vurgulamıştır. Lübnan hükûmeti, güneye yerleştirilecek birliklerin 15,000 asker gücünde olacağını söylemiştir. Lübnan ordusunun yerleşmesiyle, İsrail işgal ettiği bölgelerden çekilmiştir.
İsrail, Lübnan'a uyguladığı ablukayı ise 7 Eylül 2006'ya kadar devam ettirmiş ve bu tarihte yerel saatle 18:00'de kaldırmıştır.
19 Ağustos 2006'da İsrailli komandolar, ateşkese rağmen, Bekaa Vadisi'nin doğusundaki bir köye saldırı düzenlemiştir. Saldırı sırasında bir İsrailli asker ölmüştür. Saldırı, Beyrut hükûmetinden büyük tepki almış ve İsrail, başbakan Fuat Sinyora tarafından ateşkesi kararını ihlal etmekle suçlanmıştır. Suçlamaları reddeden İsrail, saldırının Suriye ve İran'dan Hizbullah'a sağlanmakta olan silahların taşınmasını engellemek için gerçekleştirildiğini söylemiştir.
Barış Gücü
1701 sayılı karar ile Lübnan'da görevli olan UNIFIL barış gücünün mevcudunun 15,000 kişiye çıkarılıp görevinin genişletilmesine karar verilmiştir. Bu sebeple başta Fransa, İtalya, Türkiye, Malezya, Bangladeş ve İspanya olmak üzere birçok devletten asker göndermeleri istenmiştir. UNIFIL'in bölgedeki görevi barışı korumak ve Lübnan ordusunun Lübnan toprakları üzerinde tam hakimiyet kurmasına yardımcı olmak olarak belirtilmiştir.
Uluslararası Tutum ve Tepkiler
Birleşmiş Milletler
BM Genel Sekreteri Kofi Annan, İsrail'in 30 Temmuz'daki Kana bombardımanı ile "uluslararası hukuku ve uluslararası insan hakları yasalarını çiğnediğini" söyledi. Kana bombardımanında 16'sı çocuk 28 sivil öldürülmüştü. Raporunda İsrail'i "Kana saldırısı, uluslararası hukuk ile insan hakları hukukunun çiğnenmesine örnek görülmeli. Mevcut çatışmanın Lübnan ve İsrail'deki siviller üzerindeki etkisi, uluslararası hukuk ile insan hakları hukukunun olası ihlali dahil, Kana soruşturmasının daha ayrıntılı sürdürülmesini gerektiriyor."[8] sözleriyle suçlayan Annan, tüm tarafları uluslararası yükümlülüklerine uymaya çağırdı.
İsrail ile Hizbullah arasında ateşkesi sağlamak üzere 11 Ağustos 2006'da oy birliğiyle alınan 1701 sayılı BM Güvenlik Konseyi kararı uyarınca, asker sayısını en fazla 15.000'e çıkarılması öngörülen UNIFIL II'nin görev tanımı da genişletilmiştir. Ateşkese uyulup uyulmadığını denetleme ve uyulmasını sağlama, Güney Lübnan'a konuşlanan Lübnan Silahlı Kuvvetlerinin bölgede hakimiyeti sağlamasına yardım etme, Lübnan hükûmetini güçlendirme, yerinden edilmişlerin güvenli dönüşlerini ve sivillere insani erişimi teminat altına alma UNIFIL'in yeni görevleri arasındadır. Mayıs 2008 itibarıyla çoğunluğu AB ülkelerinden olmak üzere toplam 26 ülkeden gelen askerlerin sayısı 12.383'e, sivil personelin sayısı ise 926'ya ulaşmıştır.[3]
Amerika Birleşik Devletleri Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice, "Orta Doğu'nun çektiği acılardan üzüntü duyduklarını" belirtmiş olsa da[9] ABD, ateşkesin sorunu çözmeyeceğini söylemiştir. Sık sık İsrail'in kendini savunma hakkı olduğunu yineleyen[10]Bush hükûmeti krizin başlamasındaki sorumluluğun Hizbullah'ı destekleyen İran ve Suriye'de olduğunu belirtmiştir.[11]
ABD'nin İsrail'e desteği sadece diplomatik alanla sınırlı kalmamış, kriz boyunca ABD'nin İsrail'e silah satışı kesilmeden devam etmiştir.[12]
Avrupa Birliği
AB dönem başkanlığını yapan Finlandiya, İsrail'i orantısız güç kullandığından dolayı kınamış ve Lübnan'a uyguladığı ablukanın kabul edilemez olduğunu söylemiştir.
Buna rağmen bazı Avrupa ülkeleri, başta Birleşik Krallık olmak üzere, İsrail'in kendini savunma hakkı olduğunu vurgulamış ve İsrail'in Lübnan'a yaptığı saldırıların haklı olduğunu söylemiştir.
4 Ağustos tarihinde ise AB ülkelerinden Fransa, ABD ile birlikte hazırladığı bir ateşkes önerisini Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'ne sunmuştur.
Türkiye
Türkiye İsrail'in orantısız güç kullandığını söylemiştir. TürkiyeUNIFIL'e asker göndermeye karar vermiştir. 5 Eylül 2006 günü Birleşmiş Milletler barış gücüne katılmak üzere bir Türk askerî birliğinin Lübnan'a gönderilmesine yönelik Başbakanlık tezkeresi TBMM Genel Kurulunda 200 red oyuna karşı 344 evet oyuyla kabul edilmiştir.
İran
Hizbullah'ı hem maddi olarak hem de diplomatik alanda destekleyen İran hükûmeti, İsrail'in haritadan silinmesi fikrini savunmaktadır.[kaynak belirtilmeli]
Buna ek olarak İranlı bazı gençler, Hizbullah'ın yanında İsrail'e karşı savaşmak için Lübnan'a gitmişlerdir.[13]
Venezuela
Venezuela Devlet Başkanı Hugo Chavez, İsrail'in Lübnan ve Filistin'deki saldırılarını protesto amacıyla İsrail'deki büyükelçisini geri çağırmıştır.