Ağrı Dağı (Ermenice: Արարատ, Ararat ya da Մասիս, Masis; Kürtçe: Çiyayê Agirî; Selçuklular döneminde: Eğri Dağ[2]), 5.137 metrelik rakımıyla, Türkiye'nin en yüksek dağıdır. Ağrı Dağı, Türkiye'nin doğu ucunda, İran'ın 16 kilometre batısında ve Ermenistan'ın 32 kilometre güneyindedir.
Dağın %65'lik bir kesimi Iğdır ilinde, kalan %35'lik kesimi ise Ağrı ili sınırları içerisindedir.[3][4]
İsimleri ve etimoloji
Dağın Türkçe ismi olan Ağrı Dağı, dilde Geç Orta Çağ'dan beri kullanılmaktadır.[5] Dağın geleneksel Farsça ismi olan Kūh-e Nūḥ (Farsça: کوه نوح),[6] Nuh Dağı manasına gelmektedir.[7][8] Kürtçe çiyayê Agirî[9][10] olarak adlandırılmış dağ bu dilde "Ateşli Dağ" anlamına gelir.[11]
Ararat ismi, İbranicede eski çağlarda Ermeni Yaylaları'nda yaşamış Urartular için kullanılmış (İbranice okunuşu ile ''Ararat'') אֲרָרָט[12] kelimesinin Yunanca varyasyonudur. Dağ dünyada genellikle bu isimle tanınmasına rağmen,[7][13] dağın bulunduğu bölgede yaşamış hiçbir yerli halk dağ için bu ismi kullanmamıştır.[14]Klasik Antik Çağ'da, özellikle Strabon'nun Geographica eserinde Ağrı Dağı'nın zirveleri Eski Yunancada Ἄβος (Abos) ve Νίβαρος (Nibaros) olarak geçmektedir.
Dağın geleneksel Ermenice ismi Masis (Մասիս)[8] olmasına rağmen Ararat ve Masis isimleri günümüz Ermenistan'ında aynı yaygınlıkta kullanılmaktadır.[15] Bu ismin Orta Farsçadakimasist (en büyük) kelimesinden türediği veya Proto-Hint-Avrupa dilinde dağ anlamına gelen *mns- kökünden evrildiği düşünülmektedir.[5][16] Arkeolog Armen Petrosyan'a göre ise isim, Gılgamış Destanı'nda geçen Māšu Dağı'ndan geçmiştir.[17]
Jeolojik ve coğrafi özellikleri
Ağrı Dağı iki zirveden oluşur. Bunlar 5.137 metrelik Atatürk Zirvesi[18] (Büyük Ağrı) ile 3.898 metrelik İnönü Zirvesi'dir (Küçük Ağrı).[19] 4000 metreye kadar bazalt, daha sonraki yükseklikte andezit lavlarından oluşarak volkanik bir dağ özellikleri gösterir.
Ağrı Dağı 5137 m'lik yüksekliği ile sadece ülkenin en yüksek zirvesi olmayıp aynı zamanda üzerinde 10 km²lik güncel bir buz takkesi (ice cap) bulunduran tek dağıdır.[20] Ağrı Dağı üzerinde güncel kalıcı kar sınırı 4300 metreden geçmektedir (Arkel, 1973). Blumenthal (1958) kalıcı kar sınırınınPleistosen’de 3000 metre seviyesine kadar indiğini hesaplamıştır.[21] Zirvesi dört mevsim boyunca erimeyen kar ve takke buzulu ile kaplı volkanik bir dağ olan Ağrı Dağı'nın doruğundaki örtü buzul, Türkiye'nin en büyük buzuludur.[3][4]
Buz takkesinden sarkan ve uzunlukları 1 ila 2,5 km arasında değişen toplam 11 adet buzul dili dağın güney eteklerinde 4200 m'ye, kuzey eteklerinde ise 3900 m'ye kadar ulaşmıştır. Bu dillerden en büyüğü kraterin kuzeydoğusundaki Cehennemdere Vadisi'nde bulunur. Eğimin çok fazla olmasından dolayı zaman zaman kopan buzul parçaları vadinin aşağı kesimlerinde (2370 m civarı) döküntüler ile kaplı ölü bir buzulun (rejenere buzul) oluşumuna da yol açmıştır.[20]
Ağrı Dağı eteklerindeki morenler diğer dağlara kıyasla çok daha az bir alan kaplamaktadırlar. Bunun nedeni, Cehennemdere Vadisi hariç, gelişmiş vadilerin bulunmayışı, buzul üstünün ayrışmış malzeme ile kaplanmasını sağlayacak yüksek eğimli zirvelerin olmayışı ve zaman zaman aktif hâle geçen volkandan çıkan malzemelerin daha yaşlı moren depolarını kaplaması olarak açıklanabilir.[20]
Jeolojik tarih
Erken Eosen ve erken Miyosen boyunca, Arap platformunun Lavrasya ile çarpışması kapandı ve Tetis Okyanusu'nu şimdi Anadolu olan bölgeden uzaklaştırdı. Bu kıtasal kabuk kütlelerinin kapanması bu okyanus havzasını çökertmiştir. Orta Eosen'de ve erken Miyosen'in sonuna kadar kalan denizlerin giderek sığlaşmasıyla sonuçlandı. Çarpışma zonu içindeki çarpışma sonrası tektonik yakınsama, erken Miyosenin sonunda Doğu Anadolu'dan kalan denizlerin tamamen yok olmasına, çarpışma zonu boyunca kabuksal kısalma ve kalınlaşmaya ve Doğu Anadolu-İran platosunun yükselmesine neden oldu. Bu yükselmeye eşlik eden, çok sayıda yerel havzanın oluşmasına neden olan faylanma ve katlanma yoluyla geniş deformasyon olmuştur. Devam eden faylanma, volkanizma ve depremselliğin kanıtladığı gibi, kuzey-güney sıkıştırma deformasyonu bugün de devam etmektedir.[22][23][24]
Anadolu'da bölgesel volkanizma Orta-Geç Miyosen'de başlamıştır. Geç Miyosen- Pliyosen döneminde, yaygın volkanizma tüm Doğu Anadolu-İran platosunu kalın volkanik kayalar altında kapladı. Bu volkanik aktivite tarihsel dönemlere kadar kesintisiz devam etmiştir. Görünüşe göre, en geç Miyosen-Pliyosen'de, 6 ila 3 My arasında bir doruk noktasına ulaştı. Kuvaterner sırasında volkanizma, Ağrı Dağı gibi birkaç yerel volkanla sınırlı hale geldi. Bu volkanlar, tipik olarak, Anadolu'nun devam eden kuzey-güney kısalma deformasyonunun oluşturduğu kuzey-güney gerilme çatlakları ile ilişkilidir.[22]
Anadolu'nun Kuvaterner volkanizmasının ayrıntılı çalışmasında ve özetinde, Yılmaz ve diğerleri. Ağrı Dağı'nın yan taraflarına derin bir şekilde oyulmuş buzul vadilerinde açığa çıkan volkanik kayalardan inşa edilmesinin dört aşamasını tanıdı.[22] İlk olarak, 700 metreden fazla piroklastik kayaç ve birkaç bazaltik lav akışı biriktiren Plinian-sub Plinian fissür patlamalarının bir çatlak patlama aşamasını fark ettiler. Bu volkanik kayaçlar, Ağrı Dağı'nın gelişmesinden önce yaklaşık olarak kuzeybatı-güney güneydoğu yönlü genişlemeli faylar ve çatlaklardan püskürmüştür. İkincisi, bir koni oluşturma aşaması volkanik aktivite bir çatlak boyunca bir noktada lokalize olduğunda başladı. Bu aşamada, 150 metre kalınlığa kadar ardışık lav akışlarının ve andezit ve dasit bileşiminin piroklastik akışlarının patlaması ve daha sonra bazaltik lav akışlarının patlaması, düşük konik profilli Büyük Ağrı konisini oluşturdu. Üçüncüsü, bir iklim evresi sırasında bol andezitik ve bazaltik lav akıntıları patlak verdi. Bu aşamada, Büyük ve Küçük Ağrı'nın mevcut konileri, ikincil çatlaklar boyunca püskürmeler ve çatlaklar ve kanatlar meydana geldikçe oluştu. Son olarak, Ağrı Dağı'ndaki volkanik patlamalar, bir yan patlama aşamasına geçti, bu sırada kuzey-güney yönlü büyük bir fay, yanardağın yan kısımlarında bir dizi ikincil çatlak ve çatlakla birlikte gelişen iki koniyi dengeledi. Bu fay ve tali çatlaklar ve çatlaklar boyunca, küçük patlamalarla bir dizi asalak koni ve kubbe inşa edildi. Bir yardımcı koni, hacimli bazalt ve andezit lav akıntılarını püskürttü. Doğubeyazıt ovası boyunca ve güneyden akan Sarısu Nehri boyunca aktılar. Bu lav akışları, iyi korunmuş lav tüpleri içeren siyah ʻaʻā ve pāhoehoe lav akışlarını oluşturdu.[22] Bu lav akışlarının radyometrik tarihlemesi, 0.4, 0.48 ve 0.81 Ma radyometrik yaşları vermiştir.[25] Genel olarak, Ağrı Dağı'nın püskürdüğü volkanik kayalardan elde edilen radyometrik yaşlar 1,5 ile 0,02 My arasında değişmektedir.[22]
Son volkanik ve sismik aktivite
Ağrı Dağı ile ilişkili Holosen volkanik faaliyetinin kronolojisi, arkeolojik kazılar, sözlü tarih, tarihi kayıtlar veya bu verilerin bir kombinasyonu ile belgelenmiştir; MS 1450 ve MS 1783'te ve kesinlikle MS 1840'ta. Arkeolojik kanıtlar, Ağrı Dağı'nın kuzeybatı kanadından gelen patlayıcı patlamaların ve piroklastik akışların en az bir Kura-Aras kültür yerleşimini yok ettiğini ve gömdüğünü ve MÖ 2500-2400'de çok sayıda ölüme neden olduğunu gösteriyor. Sözlü tarihler, MÖ 550'de belirsiz büyüklükte önemli bir patlamanın meydana geldiğini ve doğası belirsiz küçük patlamaların MS 1450 ve MS 1783'te meydana gelmiş olabileceğini gösterdi.[24][26][27][28] Tarihsel ve arkeolojik verilerin yorumuna göre, MS 139, 368, 851–893 ve 1319'da Ağrı Dağı bölgesinde volkanik patlamalarla ilişkili olmayan güçlü depremler de meydana geldi. MS 139 depreminde, MS 1840 heyelanına benzeyen ve birçok can kaybına neden olan büyük bir heyelan, Ağrı Dağı'nın zirvesinden kaynaklanmıştır.[24][26][29]
1840 patlaması
2 Temmuz 1840'ta Ağrı Dağı'nda bir freatik patlama meydana geldi ve dağın yukarı kuzey yamacındaki radyal çatlaklardan piroklastik akış ve muhtemelen buna bağlı olarak ciddi hasara ve çok sayıda can kaybına neden olan 7.4 büyüklüğünde bir deprem meydana geldi. Ahuri (Ermenice: Akori, modern Yenidoğan) köyündeki 1.900 köylü de dahil olmak üzere depremde 10.000'e kadar insan öldü. Buna ek olarak, heyelan ve enkaz akışının bu kombinasyonu, Akori yakınlarındaki Ermeni St. Jacob manastırını, Aralık kasabasını, birkaç köyü ve Rus askeri kışlasını yok etti. Ayrıca Sevjur (Metsamor) Nehri'ne geçici olarak baraj yaptı.[24][26][27][28]
Dinsel önem
Ağrı Dağı, Yahudilik ve Hristiyanlık inançlarına göre Büyük Tufan'dan sonra Nuh'un gemisine ev sahipliği yapması dolayısıyla efsanevi özelliği olan bir dağdır. Tanah ve Eski Ahit'teki Yaratılış kitabında anlatıldığı üzere Nuh'un gemisinin karaya oturduğu dağ bu dağdır.[30]Kur'an'da Nuh'un gemisinin "Cudi'ye oturduğu" belirtilmektedir.[31]1950'li yıllarda, havadan çekilen fotoğraflardaki gemiye benzeyen şekiller Nuh'un gemisinin bulunduğu yönünde yorumlandı, ancak daha sonra bu iddiaların asılsız olduğu ortaya çıktı.
Kutsal kitaplarda da adı geçen Ağrı Dağı'nın farklı dillerde birçok ismi vardır. Başlıcaları Ararat, Kuh-i Nuh, Cebel'ül Haris'tir.[32]
Dağcılık tarihi
Ağrı Dağı için Marco Polo, yazılarında “hiçbir zaman çıkılamayacak bir dağ” diye bahsetmişse de kayıtlara göre dağa ilk tırmanış 9 Ekim 1829'da Prof. Friedrich Parrot tarafından gerçekleştirilmiştir. Friedrich W. Parrot'tun Ağrı Dağı keşif gezisine çıkmasına etki eden faktörler arasında bölgenin Rus hâkimiyeti altında girmesiyle ortaya çıkan uygun koşulların varlığı kadar, 19. yüzyıl emperyalizm çağında Rusların araştırma gezilerini çeşitli yönlerden desteklemesinin de rolü büyüktür. Bunda ise, coğrafyayı sadece bir iktidar aracı olarak değil, ideolojik-propagandacı temsil aracı olarak gören dönemin emperyalist bakış açısının da rolü bulunmaktadır. Nitekim Ruslar yönetimi altına aldıkları topraklarda güçlerini kalıcı bir şekilde sürdürme isteklerinin doğal bir sonucu olarak, 19. yüzyılda Ağrı Dağı'nın yanı sıra Sibirya gibi henüz tam anlamıyla yerleşilmemiş uzak coğrafi bölgelere de sayısız bilimsel keşif gezileri de düzenlemişlerdir (Yulu, 2019). Ağrı Dağı'ndaki ilk bilimsel çalışmalar ise Imhof (1956), Blumental (1958), Birman (1968) ve Arkel (1973) tarafından yürütülmüştür.[21] İlk kış solo tırmanışı ise 21 Şubat 1970'te eski Türkiye Dağcılık Federasyonu başkanı Dr. Bozkurt Ergör tarafından gerçekleştirildi.[33] Yüksek irtifa dağcılığı ve akut dağ hastalığı üzerine ilk bilimsel tıbbi çalışmalar ise eski dağcılık federasyonu başkanı Prof. Dr. Abdülmecit Doğru ve Muzaffer Erol Gez ile birlikte dağın zirvesinde 3 gün 3 gece kalarak gerçekleştirildi.[34] Ağrı'ya tırmanış 1990 yılında yasaklandı. 1998'de Dağcılık Federasyonunun bir grup dağcıya izin vermesiyle bu yasak kaldırıldı.
Güney yüzünden yapılan tırmanışlar "klasik rota" olarak nitelendirilir ve Ağrı'nın Doğubayazıt ilçesinden başlar. Iğdır yönünden gerçekleştirilen kuzey rotaları ise daha teknik buzul tırmanışlarını içerir ve dağa ulaşım açısından biraz daha ayrıntılı hazırlıklar gerektirir.
Resimler
Küçük Ağrı Dağı, Doğubeyazıt Gürbulak yolundan görünüm
^abHewsen, Robert H. (2001). "Armenia: The Physical Setting—Mt. Ararat". Armenia: A Historical Atlas. University of Chicago Press. s. 15. ISBN978-0-226-33228-4.
^abJastrow Jr., Morris; Kent, Charles Foster (1902). "Ararat". Jewish Encyclopedia Volume II. New York, NY: Funk & Wagnalls Co. s. 73. The mountain itself is known as Ararat only among Occidental geographers. The Armenians call it Massis, the Turks Aghri Dagh, and the Persians Koh i Nuh, or "the mountain of Noah."view online 25 Kasım 2015 tarihinde Wayback Machine sitesinde arşivlendi.
^Smith, Eli (1832). "Foreign Correspondence". The Biblical Repository and Classical Review. s. 203. ...called by the Armenians, Masis, and by Europeans generally Ararat...