İran felsefesi veya Fars felsefesi, Doğu felsefesinin bir parçası olup, oldukça zengin ve eski bir tarihe sahiptir. İran felsefesi'nin kökeni[1][2][2][3][3] eski İran'da Hint-İran kökleriyle ortaya çıkan ve Zerdüşt öğretilerinden büyük ölçüde etkilenen, felsefi gelenek ve düşünceler zamanına kadar uzanmaktadır. Pers bölgesinde bağımsız felsefi düşüncenin ortaya çıkışını, M.Ö. 1500’ler de Avesta metinleri aracılığı ile tarihleyen Hint-İranlılar’dan öğrenmekteyiz. Zerdüşt'ün görüşlerinin, Yahudilik ve Orta Platonizm dönemi fikirleri aracılığıyla, Batı Avrupa kültürlerini de etkilediğini görmekteyiz.
İran'ın tarihi boyunca, önemli siyasi ve toplumsal değişimler (Arap ve Moğol istilaları gibi), Hint-İran veya Zerdüşt kavramsal konularını ele alan bir dizi aktif felsefi okul gelişmesine sebep olmuştur. Özellikle Arapların İran'ı fethinden ve İslam'a geçişinden sonra, eski İran felsefesi Yunan felsefesinden etkilenmiştir.
Zerdüşt'ün öğretileri, M.Ö. 1700 -1800 arasındaki dönemde bugünkü İran'da ortaya çıktığı düşünülmektedir.[4][5] Zerdüşt’ün görüşleri Zerdüştlük dininin temelini oluşturmuş ve genel olarak Hint-İran felsefesinin İran şubesinin gelişimini büyük ölçüde etkilemiştir. Zerdüşt’ün, kötülük (dolaylı olarak “Şeytan” kavramı) sorununu felsefi açıdan ele alan ilk kişi olduğu sanılmaktadır.[5] Zerdüşt evrenin iki zıt ilkesinden biri olarak kavradığı kötülüğün nasıl oluştuğunu sorgulamıştır. Zerdüşt felsefesine göre, varlık, ışık (Ahura Mazda) ve karanlık (Ehrimen) taraflardan oluşur. Taraflar birbirleriyle sürekli mücadele halindedir ve çatışmanın döngüsel doğasına göre varlık, bu taraflar arasında sürekli hareket eder.
Zerdüşt ve Zerdüştlük'e ait eserler, Yunan ve Roma felsefesi üzerinde önemli bir etkiye sahip olmuştur. Knidoslu Eudoxus gibi bazı eski Yunan düşünürler ve Gaius Plinius Secundus gibi Latin yazarlar, Zerdüşt felsefesinden büyük oranda etkilenmiştir. Plato, Zerdüşt felsefesini Knidoslu Eudoxus aracılığıyla öğrendiği ve görüşlerinin büyük kısmını kendi görüşlerine dahil ettiği sanılmaktadır.[6] Hatta M.Ö. 3. yüzyılda yaşamış olan Colotes, Platon'u ve onun “Devlet” kitabını, (özellikle kitapta yer alan “Er Mitosu”[7]) Zerdüşt'ün “Doğa Üzerine” adlı eserinin bazı kısımlarını intihal etmekle suçlamıştır.[6][8]
Zerdüşt, Klasik Batı kültürü sonrası döneme (M.S. 500 ile M.S. 1.000 yılları arası) kadar, fikirleri hakkında neredeyse hiçbir şey bilinmiyor, doğulu bir bilge ve hatta bir sihirbaz olarak tanınıyordu. Bu durum neredeyse 18. Yüzyıla kadar da bu şekilde devam etti. Mozart'ın Sihirli Flüt (Die Zauberflöte) operasında tasvir edilen “Karanlıklar Kraliçesi”' ne karşı ahlaki düzeni temsil eden "Sarastro" karakterinin, Zerdüşt ile ilişkilendirildiği düşünülmektedir. Söz konusu operada “Karanlıklar Kraliçesi”, mutaassıp cehaletin tehlikeli bir formunu temsil ederken, onun hasmı olan ”Sarastro”, ataerkil bir bilgelik ve aydın görüşlü, bir hükümdarı sembolize etmektedir. Voltaire gibi aydınlanma çağı yazarları, Zerdüştlük araştırmalarını Hristiyanlıktan farklı olarak bir Deizm biçimi olduğuna inandıkları için desteklemişlerdir.
2005 yılında Oxford Felsefe Sözlüğü, Zerdüşt'ü filozoflar kronolojisinde ilk sıraya koydu.[9][10] Zerdüşt'ün etkisi, kısmen onun kurduğu ve bu sözlükte “Mazda-Yasna” olarak adlandırılan rasyonel etik sistemi nedeniyle bugün de devam etmektedir. Mazda-Yasna kelime kökeni olarak Avestaca'dan (Zentçe veya Zendce) gelmektedir. Kelime anlamı olarak Türkçeye "Bilgeliğe İbadet" şeklinde çevrilebilir. Naturalis Historia ansiklopedisi Zerdüştlerin “nihai hakikat” arayışının kendilerinden sonra gelen ve Pisagor ile başlayan, mutlak gerçeklik arayışında olan Yunan felsefecilere ilham verdiğini iddia etmektedir.[11]
Peygamber Mani tarafından kurulan Maniheizm, Batı'da Kuzey Afrika'dan Doğu'da Çin'e kadar oldukça büyük bir coğrafyada etkili olmuştur. Maniheizm’in Batı Hristiyan düşünce dünyasındaki etkisinde Augustinus payı oldukça fazladır. Augustinus, Maniheizm'den Hristiyanlığa geçen ve düşünceleri Katolik, Protestan ve Ortodoks ilahiyatçılar arasında oldukça etkili olan bir filozoftur.
Maniheizm'in en temel teolojik ilkesi, dualist kozmoloji felsefesini benimsemiş olmasıydı. Maniheizm kozmolojisine göre; evren iki temel öğeden oluşmaktaydı.
İyiliği temsil eden “ışık”,
Kötülüğün temsil eden “karanlık”.
Işık ve karanlık kozmik bir kaza sonucu birbirine karışmıştı. Maniheizm inancına göre insanın bu hayattaki en temel görevi, ışığa ait olan parçaları karanlıktan kurtarmaktı. Maniheistlerin görüşlerine göre, varlık, iyi ve kötü ilkelerin çatışmasından meydana gelmekteydi ve insanın rolü, iyi işler yaparak ruhunun aydınlık tarafını özgür kılmaktı.
Mazdekçilik ya da mazdekizm, İranlıZerdüşt din adamı Mazdek'in düşünce felsefesine verilen isimdir. Mazdekizm, İsa'dan sonra 5. yüzyılın sonlarına doğru ortaya çıkan; insan eşitliği ve mal ortaklığını savunan bir akım olarak bilinmektedir. Her türlü özel mülkiyetin kaldırılması ve evliliğin serbest aşk[12] ile değiştirilmesini savunması ile ün saldı. Hava ve su gibi, paranın, malın-mülkün de insanlar arasında eşit olarak paylaşılmasını savunan Mazdek'in gerçekleştirdiği reformlar bir tür erken komünizm[13] örnekleri arasında gösterilmektedir.
Mazdek düşüncesine göre yeryüzü bütün insanların ortak yararına açık bir yaşam alanıdır. Bu yaşama alanında çalışan geçinir, çalışmayanlar silinip gider. Toplum bireylerin oluşturduğu ortaklaşa bir kuruluş olduğundan, kimsenin kimseyi baskı altına almaya, özgürlüğünü ortadan kaldırmaya ya da kısıtlamaya hakkı ve yetkisi yoktur. Bu nedenle, Mazdek düşüncesinde kadın erkeğin tutsağı değil, özgür bir insandır; dolayısıyla, yeryüzündeki hayatın da ortağıdır.[14]
Zurvanizm'de, "İlk Prensip" (primordiyal yaratıcı tanrı) olarak Zurvan'a inanılır.[15] Zaehner'e göre Zurvanizm'in, hepsinin temelinde klasik Zurvanizm bulunan üç düşünce okulu vardır.
Klasik İslami Dönem
İran'daki entelektüel gelişim İslam'dan sonra gelişerek devam etti. Bu dönemde, Şiraz, Horasan, Meraga, İsfahan, Tahran şehirlerinde etkinliği bugün bile devam etmekte olan okullar kuruldu.
İslam'ın Altın Çağı döneminde, "İbn Sinacılık" İslam felsefesi'nin en önde gelen okulu haline gelmiştir. İbn Sina'nın başarısı çoğunlukla, Aristotelesçilik ve Yeni Platonculuk ile; imanla ilgili konu ve sorulara izâh ve ispat getirme amacıyla geliştirilen, Kelam kavramlarını birleştirmesinden gelmektedir. İbn Sinacılık Orta Çağ Avrupasında da oldukça popüler idi. İbn Sina'nın özellikle ruhun doğası ve varlık-öz ayrımı konusundaki doktrinleri sebebiyle 1210 yılında Paris'te yasaklanmasına sebep olmuştur. Fakat buna rağmen, İbn Sina'nın bilgi teorisi ve yaklaşımı Auvergneli William ve Albertus Magnus'u; metafizik yaklaşımı ise dönemin önde gelen isimlerinden Thomas Aquinas'ı oldukça etkilemiştir.
İşrakilik, 12. yüzyılda Şihabeddin Sühreverdî tarafından kurulan bir İslam felsefesi okuludur . Okulun düşünce anlayışı, İbn Sina'nın felsefi görüşleri ile antik İran felsefesinin yanı sıra Şihabeddin Sühreverdî'nin kendi görüşlerinin bir birleşimiydi . İşrarkiliğin sıklıkla yeni Platonculuktan etkilendiği görülmüştür.
İranlı filozof Molla Sadra (M.S. 1635) tarafından geliştirilen Transandan Teosofi veya al-hikmet al-muta'āliyah (حكمت متعاليه), İslam felsefesinin şu anda aktif olarak devam eden iki felsefi akımından bir tanesidir.[16]
Çağdaş Dönem
Felsefe, İran'da geçmişten bugüne değin popüler bir çalışma konusu olmuştur. Yıllar önce Batı tarzı üniversitelerde felsefe, dini seminerlerde önemli bir çalışma alanıydı. Günümüzde İran'da basım ve yayımı yapılan felsefe kitaplarının sayısı diğer ülkeler ile kıyaslandığında çok daha fazla sayıdadır.
İran'da felsefenin çeşitliliğini [Tahran Üniversitesi] eğitim felsefesi profesörü olan Hüsrev Bakıri; "Bugün, İran'daki felsefi düşünce yapısının asıl kısmını “Molla Sadra” tarafından geliştirilen ekol oluşturmaktadır. İran’daki mevcut felsefe anlayışı eski metafizik eğilim ile tasavvuf ve İslami görüşlerinin bir bileşimidir” şeklinde yorumlamaktadır.