Alevi ve benzeri toplumların 1500'den önce uğradığı haksızlıklar
14. yüzyıl
14. yüzyılda heterodoksMüslüman toplumlarla Osmanlı arasında halihazırda çeşitli sorunlar mevcuttu. Bunun bir örneği Seyyid Rüstem isimli bir dervişten bahseden Seyyid Ali Sultan'ın (Kızıldeli olarak da bilinir) biyografisinde bulunur. Biyografide bahsedildiği şekliyle I. Orhan ile toprak almak üzerine yaptığı şahsi sözleşmeye rağmen yerel Osmanlı memurlarıyla Seyyid Rüstem'in başı derde girer. Bir memur Seyyid Rüstem'in kim olduğunu öğrendikten sonra şu sözleri bağırır: "Bu Torlak (bu kelime o zamanlar Kalenderi halkını küçümsemek amaçlı sık kullanılan bir sıfattır) ne cüretle benim toprağıma işaret koyar ve itaatten ayrılır? Benim iznim olmadan nasıl yaşar?".[1]
Bu olay Osmanlı'nın konumunu, dini kurallar konusunda daha toleranslı olan dervişler arasında gelişme göstermeyen ortodoks İslam kanunlarına (Şeriat) yaklaştıran bir dönüm noktasıdır. Ayrıca bu olay, Osmanlı Sultanları'nın, I. Osman'ın ve Orhan Gazi'nin aksine, kabile ve klan reisi olmaktan çıktığının bir örneğidir. Devam eden süreç, merkeziyetçi yönetimin gelişmesi ve yerel liderliklerin yok edilişiyle nitelendirilir.
15. yüzyıl
Osmanlı İmparatorluğu ve heterodoks toplumlar arasında büyük bir hoşnutsuzluk başlamış ve 15. yüzyılda İmparatorluk içinde artan sayıda başkaldırılar ve problemler oluşmuştur. En dikkate değer örneklerden biri 1416'da başlayan Şeyh Bedreddin isyanıdır. Bu isyanın sosyo-ekonomik ve dini nedenlerle ortaya çıktığı düşünülmektedir. Gayrimüslimlerce de desteklenen isyan neticede bastırılmış ve 1420'de Şeyh Bedreddin müridleriyle beraber idam edilmiştir.[2]
Heterodoks Şia mezhebi Hurûfilik, İran ve Anadolu'da geniş ölçüde yayılmış ve Osmanlı İmparatorluğu'nun büyük bir kısmında misyonerliği yapılmıştır. 1445'te bir grup Hurûfi sultan II. Mehmed ile bizzat tanışabilmişler ve onu Hurûfilik inancına davet etmişlerdir. Sultan, kendi amaçları için konuşmalarına izin vermiş ve onların mistik doktrinlerine ilgi göstermiştir. Bu durum, II. Mehmed'in olaya direkt olarak müdahale edemeyen yakın danışmanları arasında huzursuzluğa sebep olmuştur. Bu yüzden Hurûfilik'e ilgileniyormuş gibi görünen Fahr el-Dîn Acemî isimli alimi çağırmaya karar vermişlerdir ve bu alim sultanın huzurundaki Hurûfilerin liderini evine çağırmıştır. Ancak Hurûfi lideri inancını anlatınca Fahr el-Dîn Acemî "Kafir!" diye bağırmıştır. Hurûfîler II. Mehmed'in yanına sığınmaya çalıştıkları zaman Fahr el-Dîn Acemî'nin agresif davranışları II. Mehmed'i zapt etmiş ve konuklarını korumasına engel olmuştur. Daha sonra Hurûfiler Edirne'de bir camiye götürülmüşlerdir. Bu camide Fahr el-DînHurûfîler'in inançlarını alenen kınamıştır ve onların inancına son verme hareketine katılacaklara ruhani ödüller vadetmiştir, sonra Hurûfilere kendi liderlerini yakmak için büyük bir ateş hazırlamalarını emretmiştir. Hurûfilerin lideri bu ateşe atılmıştır ve diğer Hurûfiler de başka bir yöntemle idam edilmiştir.[3]
Bu olay da önceki sultanlardan I. Orhan'ın, Osmanlı memurlarının davranışları nedeniyle, Torlaklara karşı sempatisinin yok oluşuyla örtüşmektedir. II. Mehmed'in hükümranlığının sonrasında doğuya ve batıya genişleyerek heterodoksluğa eğilim gösteren yeni toprakları içine katmıştır. Hurûfiler ve öteki heterodoks Sufi grupları Osmanlı İmparatorluğunun çeşitli yerlerinde haksızlıklara ve katliama uğramışlardır.
15. yüzyılın ortalarında Osmanlı İmparatorluğu ve yarı özerk Karaman bölgesi arasında bir çekişme yaşanmıştır. 1468-1474 yılları arasında anlaşmazlıklar nedeniyle II. Mehmed, muhtemelen Kızılbaşların da içinde bulunduğu kabileleri Rumeli'ye sürmüştür ve 1475'te Karamanoğulları Beyliği'ne son vermiştir.[4]
Alevilerin 1500'den sonra uğradığı haksızlıklar
II. Bayezid dönemi (1481-1512)
Sultan II. Bayezid döneminde devlet ve heterodoks grupların arası daha da kötüleşti. 1488'de Safevilerin ruhani lideri Şeyh Haydar'ın suikastı hususunda II. Bayezid'in bir mektubunda yazdığı haberler sevincimi çoğalttı[5] ve Haydar'ın taraftarları Kızılbaşlar hakkında yazdığı Allah Haydar'ın kafir müritlerinin belasını versin[6] cümleler durumu daha da kötüleştirdi. Bu olaydan dört yıl sonra, 1492'de, bir derviş sultana cinayet girişiminde bulundu ve bu suikast girişimi üzerine, 1501'den kalma bir dokümana göre, sultan II. Bayezid İran'a yolculuk ederken tutsak edilen tüm Kızılbaşların idam edilmesini emretti.[7] Sultanın bu dönemdeki saltanatında çok sayıda Kızılbaş isyanı çıkmıştır ve sultan bu isyanların üstesinden gelebilmek için binlerce Kızılbaş'ı Anadolu'dan çıkarıp yeni fethedilmiş Yunan topraklarındaki; Mora, Modon, Koron ve Lepanto bölgelerine sürmüştür.[8] Kızılbaşların sürgün edilmeleri konusunda dini alimler tarafından açıklanan resmi neden ise "kafirlik" idi.[9]
Kızılbaşlar ile ilgili ilk dini hüküm (fetva) muhtemelen 16. yüzyılın başlarında II. Bayezid tarafından yayınlanmıştır.[10] Ancak, günümüze kadar ulaşan en eski fetva, II. Bayezid'in hükümranlığı altındaki Osmanlı müftüsü Hamza Saru Görez'e ait olandır:
“
Ey Müslümanlar! Bilin ve haberdar olun ki, reisleri Erdebil oğlu İsmail olan Kızılbaş topluluğu, Peygamberimizin şeriatını, sünnetini, İslam dinini, din ilmini, iyiyi ve doğruyu beyan eden Kuran'ı küçük gördüler. Yüce Tanrı'nın yasakladığı günahlara helal gözü ile baktılar. Kutsal Kuran'ı, öteki din kitaplarını tahkir ettiler ve onları ateşe atarak yaktılar. Hatta kendi melun reislerini Tanrı yerine koyup ona secde ettiler. Hazreti Ebu Bekir'e, Hazreti Ömer'e sövüp, onların halifeliklerini inkar ettiler. Peygamberimizin karısı Ayşe anamıza iftira ettiler ve sövdüler. Peygamberimizin şeriatını ve İslam dinini ortadan kaldırmayı düşündüler. Onların burada bahsedilen ve bunlara benzeyen öteki kötü sözleri ve hareketleri benim ve öteki bütün İslam dininin alimleri tarafından açıkça bilinmektedir. Bu nedenlerden ötürü şeriat hükmünün ve kitaplarımızın verdiği haklarla, bu topluluğun kafirler ve dinsizler topluluğu olduğuna dair fetva verdik. Onlara sempati gösteren, batıl dinlerini kabul eden ve yardımcı olanlar da kafir ve dinsizdirler. Bu gibi kimselerin topluluğunu dağıtmak bütün Müslümanlar'ın vazifesidir. Bu arada, Müslümanlar'dan ölen kutsal şehitlerin yeri cenneti ala'dır. O kafirlerden ölenler ise, hakir olup cehennemin dibinde yer tutacaklardır. Bu topluluğun durumu kafirlerin (kitap sahibi Hristiyan ve Yahudiler'in) halinden daha kötüdür. Bu topluluğun kestiği veya gerek şahinle gerek ok ile gerekse köpek ile avladığı hayvanlar murdardır. Onların gerek kendi aralarında gerekse başka topluluklarla yaptıkları evlenmeler muteber değildir. Bunlara miras bırakılmaz. Sadece İslam'ın Sultanı'nın, onlara ait kasaba varsa, o kasabanın bütün insanlarını öldürüp mallarını, miraslarını, evlatlarını alma hakkı vardır. Ancak bu mallar İslam'ın gazileri arasında taksim edilmelidir. Bu toplamadan sonra onların tövbe ve nedametlerine inanmamalı ve hepsi öldürülmelidir. Hatta bu şehirde onlardan olduğu bilinen veya onlarla birlik olduğu tespit edilen kimse öldürülmelidir. Bu türlü topluluk hem kafir ve imansız hem de kötülük yapan kimselerdir. Bu iki sebepten onların öldürülmesi vacibdir. Dine yardım edenlere Allah yardım eder, Müslümana kötülük yapanlara Allah da kötülük eder.[11]
„
I. Selim dönemi (1512-1520)
II. Bayezid'in oğlu I. Selim, babasının Kızılbaşlar konusunda yeteri kadar sert tedbirler almadığını düşünmüştür. Trabzon valisi olarak Safevilerin ve Kızılbaşların, İran'daki ve Anadolu'nun doğusundaki varlıklarından büyük ölçüde haberi vardır ve genel olarak Şii Müslümanlara, özellikle Kızılbaşlara karşı nefret beslemiştir. Bu nedenle, babasının isteğine karşı çıkarak askerî güçleri seferber etmiş ve Safevi topraklarına saldırılar düzenlemiştir. Daha sonra güce el koymak için üç kardeşinden de kurtulmuş ve babasını tahttan indirmiştir. Ardından babası II. Bayezid'i, ülkeyi yönetememesinden dolayı sürgün etmiştir.
I. Selim'in sultan olarak yaptığı ilk şeylerden biri, Osmanlı Şeyhülislam'ı İbn-i Kemal'e, Kızılbaşların öldürülmesini yasallaştırmak ve haklı göstermek adına, ilk ve son olarak yeni bir fetva hazırlatmaktır. Sonra Safevilere karşı sefer düzenleyebilmek için 200,000 adamdan oluşan büyük bir ordu toplamıştır. Ayrıca Kürt beylerini bir araya getirmeyi başaran İdris-i Bitlisi Farsça yazdığı Selimşahname eserinde[12] Kürtleri Kızılbaşlar ile savaşa teşvik ettiğini, onların da kılıç zoruna Anadolu'yu Kızılbaşlardan temizlemek için yemin ettiklerini yazmıştır. [kaynak belirtilmeli] Bitlisi, Çaldıran savaşından önce ön hazırlık[13] olarak Yavuz Sultan Selim'in (I. Selim) Anadolu'da 40 bin Kızılbaşın (Safevi taraftarını) öldürttüğünü yazmıştır.[14] Yavuz Selim, Safevi İmparatorluğu'na karşı savaş için doğuya doğru gitmeden önce izini sürebildiği bütün Kızılbaşlar için bir nüfus kayıt kütüğü hazırlatmış ve bu kütükte bulunan 40,000 Kızılbaş kılıçtan geçirilmiştir.[15] İdris-i Bitlisin yazdığı Osmanlı kaynağı olan Selimşâhname'de bu olay ayrıca, şu şekilde'de geçmektedir:
“
Türkçe: Her şeyi bilen Sultan, o kavmin etbâını kısım kısım ve isim isim yazmak üzere, memleketin her tarafına bilgiç katipler gönderdi; yedi yaşından yetmiş yaşına kadar olanların defterleri divâna getirilmek üzere emredildi; getirilen defterlere nazaran, ihtiyar-genç kırk bin kişi yazılmıştı; ondan sonra her memleketin hâkimlerine memurlar defterler getirdiler; bunların gittikleri yerlerde kılıç kullanılarak, bu memleketlerdeki maktullerin adedi kırk bini geçti.[16]
„
Çaldıran Muharebesi (1514)
I. Selim'in önderliğinde Osmanlı İmparatorluğu Safevi hanedanıyla 1514'te savaşa girmiştir ve savaş, Osmanlı zaferiyle sonuçlanmıştır. Çaldıran Muharebesi Kızılbaşlar için önemli bir dönüm noktasıdır çünkü bu savaş uzun süren Osmanlı-Safevi çekişmesinin doruk noktasıdır. Bu savaş aynı zamanda korunmak isteyen Kızılbaş halkının elinde bulunan son umudun da tükendiği savaştır.
Selim'in hükümranlığı sırasında önemli bir değişiklik daha olmuştur. Memlûk Sultanlığı'nın fethiyle birlikte Osmanlı İmparatorluğu resmi olarak, yönetimin ortodoks İslami kanunlara (Şeriat) dayalı olduğu, bir Hilâfet haline gelmiştir.
I. Selim sonrası
I. Selim'in hükümranlığından sonraki sultanlar, Anadolu'daki Kızılbaşlara karşı haşin davranışları sürdürdüler. Kızılbaşlar Osmanlı yönetiminin baskılarına karşı, gitgide artan isyanlarla cevap verdiler. Bu sık görülen başkaldırılar belli aralıklarla 17. yüzyılın başlarına kadar sürdü.
16. yüzyıldan 17. yüzyıla uzanan aşırı şiddetli dönem nihayetinde hafiflese de Kızılbaşlara karşı uygulanan baskı, Osmanlı kapitülasyonlarına kadar sürdü.
Yapılan hak ihlallerine örnekler
16. yüzyıl belki de Alevilere karşı en kaba davranılan dönemdir. Hem Safevi mücadelesine karşı sempatilerinden hem de Osmanlı alimlerine göre "sapkın" dini inançlarından dolayı haksızlıklara uğramışlardır. Kızılbaşları yakalamak için Osmanlı Devleti çeşitli yöntemler kullanırdı.
Kızılbaş olmak bile başlı başına bir suç sayılmış ve Alevi olduğu bilinen kişiler daimi gözetim altında tutulmuşlardır. Osmanlı İmparatorluğu'nda en sık kullanılan gözetim ve ihlaller şunlardır:
Diğerlerinin ihbarı veya tebliği üzerine yapılan haksız yargılamalar ve infazlar.[17]
Daha "güvenilir" veya "objektif" olarak kabul edilen insanlara sorarak, örneğin memurlara veya Sünnilere yapılan haksız yargılamalar ve infazlar.[19]
Tipik cezalandırma yöntemleri
Osmanlıların Kızılbaşları cezalandırmak için çeşitli yöntemleri vardı. Saim Savaş'a göre çoğu cezalandırma onları öldürmek amaçlı çeşitli nedenler öne sürerek uygulanmıştır.[20] Saim Savaş, bu sahte olduğunu öne sürdüğü suçlamaların, daha gerçek gözükmesi için resmi dokümanlar oluşturulduğunu savunur.[21] Savaş'ın belirttiğine göre bazı durumlarda suçlanan Kızılbaşın çok fazla destekçisi veya akrabası bulunuyordu, Osmanlı rejimi isyan çıkmasından çekindiği için tek seferde çok fazla idam gerçekleştirmemeye çalışmıştır.[22]
En çok kullanılan cezalandırma yöntemlerinden bazıları:
Sınır dışı etme cezası: Birçok Kızılbaş Kıbrıs'a sürülmüştür ve köyleri ile aileleri arasındaki bağlar kesilmiştir.[23] En özgün sürgün yerleri; Kıbrıs, Modon, Koroni, Budun ve Filibe'dir.[24]
Hapsedilme cezası: Bazı Kızılbaşlar Kıbrıs'a sürülerek ailelerinden koparılmadan[25] önce belli bir süre hapsedilmiştir.[26]
Kürek cezası veya kürek mahkûmiyeti: Uygulanan diğer bir ceza yöntemi ise Kızılbaşları zorla kadırgalarda kürekçi olarak çalıştırmaktır.[27]
Boğulma cezası: Bazı Kızılbaşlar Kızılırmak'ta boğdurularak idam edilmişlerdir.[28] Bazen bu ceza, diğer kızılbaşları caydırmak ve onlara bir "ders" vermek amaçlı uygulanmıştır.[29]
İdam cezası: Osmanlı kaynaklarında sıkça "siyaset" veya "hakkından gelme" olarak adlandırılan bu yöntem, belki de o dönem Kızılbaşlara en sık verilen cezadır.
Taşlayarak öldürme veya recm cezası: Normalde Osmanlı'da recm cezası zina edenlere verilirdi. Fakat bu yöntem aynı zamanda Kızılbaşlar üzerinde de kullanılmıştır. İnançları dolayısıyla taşlanarak öldürülen Koyun Baba bunun en tipik örneğidir.[30]
Bektaşi Tarikatı'nın yasaklanması
19. yüzyılda Osmanlı tarafından kısmen kabul gören Bektaşiler, aynı zamanda haksızlıklara da uğramıştır. Bu, 1826'da Osmanlı'nın Bektaşi Yeniçeri Ocağı'nı kaldırmasından sonra başlamıştır.
Tarihçi Patrick Kinross'a göre, sultan II. Mahmud öncelikle ordu davulcularını "Yeniçeriler'e karşı darbe"sinde yer alma konusunda teşvik etmiştir. Sultan fetva yoluyla onlara, Avrupa standartlarına uygun bir şekilde düzenlenmiş ve eğitilmiş yeni bir ordu kuracağını haber vermiştir. Beklenildiği üzere, Yeniçeriler kazan kaldırmış ve sultanın sarayına doğru ilerlemişlerdir. Takip eden çatışmada ağır topçu saldırıları üzerine Yeniçeri kışlaları alev almıştır. Bu olay, 4000 (-8,000[31]) Yeniçeri'nin ölümüyle sonuçlanmıştır. Hayatta kalan esirler ya sürgüne yollanmış ya da idam edilmiştir ve sultan tarafından malvarlıklarına el konulmuştur. Bu olay Osmanlı kaynaklarında Vaka-i Hayriye (Hayırlı olay) olarak geçmektedir.[32]
Arta kalan Yeniçerilerin Selanik'te, daha sonradan "Kan Kulesi olarak adlandırılacak bir kulede, kellesi vurdurlumuştur. Bu bağlamda, Bektaşi Sufi Tarikatı'nın yasaklanması ve yok edilmesi hususunda ayrıca bir fetva çıkarılmıştır.[33][34] Böylece Bektaşi Tarikatı'nın eski lideri Hamdullah Çelebi idama mahkûm edilmiş ancak daha sonra vazgeçilmiş ve günümüzde anıt mezarının bulunduğu Amasya'ya sürgüne yollanmıştır. Yüzlerce Bektaşi tekkesi kapatılmış ve çalışan yüzlerce derviş ve baba ya öldürülmüş ya da sürgün edilmiştir. Kapatılan tekkelerden bazıları Sünni Nakşibendi Tarikatı'na nakledilmiştir. Olayların hepsi 4,000[35]-7,500[31] Bektaşi'nin idamı ve en az 550[36] Bektaşi dergâhının yıkılmasıyla sonuçlanmıştır.
Resmi açıklamalarda Bektaşi tarikatının yasaklanmasının nedeni; "sapkınlık" ve "ahlaki bozukluk" gösterilmiştir.
Haksızlıkların Alevi toplumu üzerindeki etkileri ve sonrası
Yüzyıllar süren baskı Aleviler arasında genel bir korkuya sebep olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu yıkıldıktan bir süre sonra bile diğer insanlara kimliklerini açıklama konusunda çekinmişlerdir. Alevilerin dini toplantıları ayin-i cem, Osmanlı dönemi boyunca kendi aralarından seçtikleri bekçilerin gözetimi altında gizlice uygulanmıştır. Baskı cem ayinlerinin geceleri yapılmasının sebeplerinden biridir.
Dikkat edilmesi gereken bir önemli konu da Alevi köyleri ve yerleşim yerleri çok ücra olmasıdır. Bu yerleşim yerleri genel olarak; yüksek dağlık alanlar, derin vadiler veya yoğun orman arazilerinde bulunur. Alevi köylerinden çok azı çayırlık ve düz ovalarda yer alır. Alevilerin dikkat çekmeyecek yerler olan dağlara sığınmasının nedeni tam olarak Osmanlı'nın yapacağı haksızlıklardan çekinmeleridir. Günümüzde Türkiye'nin bir ili olan Tunceli bunun en iyi örneğidir. Tunceli, Türkiye'nin Alevi oranı en yüksek ilidir, bununla birlikte "aşılması zor" ve yavan dağlık alan olmasıyla bilinir.
Buna ek olarak, 16. yüzyıldaOsmanlı İmparatorluğu tarafından kamuya yayılan mumsöndü gibi yanlış iddiaların ve söylentilerin çoğu günümüze kadar sürmüştür. Bunun sonucu olarak Türkiye'de Aleviler, toplum arasında ve televizyondasözlü saldırıya ve saygısızlığa maruz kalmıştır. Hatta Sivas Katliamı gibi olaylar bu durumu daha da kötüleştirmiştir.
Bu durum, Türkiye Cumhuriyeti kurulmasından sonra bile Alevilerin kendilerini ikinci sınıf vatandaş olarak görmelerine neden olmuştur. Türkiye'de kendini Müslüman olarak takdim eden birisi, "standart" Sünni Müslüman olarak görülmektedir ve bu yüzden Aleviler, Sünni perspektifiyle anlaşılmaya çalışılmaktadır. Bu yüzden Aleviler neden camide ibadet etmedikleri veya Ramazan'da neden oruç tutmadıkları gibi konuları açıklama isteği duyarlar. Pek çok Alevi bu sebeple, yeniden tanımlanmak veya devamlı sorgulanmak yerine, daha hoşgörülü ve farklılıklarının bilincinde bir yaklaşım tarzı talep ederler. Toplumda, hoşgörülü olmayan insanlar tarafından, bizzat kendi inançları ile ilgili olumsuz söylemlere de maruz kalmışlardır.
Bununla birlikte, varlıklarını kabul ettirmek için uğraştıklarından dolayı, son dönemlerde Türkiye'de Aleviler dikkate alınmaya başlanmıştır.
Kaynakça
^Rıza Yıldırım: Anadolu'da kızılbaş kimliğinin kökenleri: Türkmenler (1447-1514), Bilkent Üniversitesi, 2008, s. 126-127
^Yaman, Ali. Tarih - Ütopya - İsyan Şeyh Bedreddin. İstanbul, 2007, ISBN 975-6709-51-0
^Bashir, Shahzad. Fazlallah Astarabadi And The Hurufis. Oneworld, 2005, s.106-107
^Yıldırım, Rıza. Turkomans between two empires: the origins of the Qizilbāsh identity in Anatolia (1447-1514). Bilkent Üniversitesi, 2008, s. 141-142
^Allouche, Adel. Osmanlı-Safevî İlişkileri - Kökenleri ve Gelişimi. Anka Yayınları, 2001, s. 63
^Allouche, Adel. Osmanlı-Safevî İlişkileri - Kökenleri ve Gelişimi. Anka Yayınları, 2001, s. 64
^Yıldırım, Rıza. Turkomans between two empires: the origins of the Qizilbāsh identity in Anatolia (1447-1514). Bilkent Üniversitesi, 2008, s. 306
^Yıldırım, Rıza. Turkomans between two empires: the origins of the Qizilbāsh identity in Anatolia (1447-1514). Bilkent Üniversitesi, 2008, s. 318
^Yıldırım, Rıza. Turkomans between two empires: the origins of the Qizilbāsh identity in Anatolia (1447-1514). Bilkent Üniversitesi, 2008, s. 319
^Yıldırım, Rıza. Turkomans between two empires: the origins of the Qizilbāsh identity in Anatolia (1447-1514). Bilkent Üniversitesi, 2008, s. 320
^Tekindağ, Şehabettin. Yeni Kaynak ve Vesikaların Işığı Altında Yavuz Sultan Selim’in İran Seferi, Tarih Dergisi. Mart 1967, sayı: 22, s. 54-55 i Cengiz, Seyfi. "FERMANLAR VE FETVALAR". 6 Mart 2016 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 17 Mayıs 2010.
^"Wayback Machine"(PDF). web.archive.org. 22 Aralık 2015. 22 Aralık 2015 tarihinde kaynağından(PDF) arşivlendi. Erişim tarihi: 24 Ocak 2021.
^Hicabi Kırlangıç, İdris-i Bidlisi-Selim Şah-name , Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Fars Dili ve Edebiyatı Bilim Dalı, Doktora Tezi, 1995, s. 20-21:
"I. Selim daha şehzade iken bu konuda daha etkili şeyler yapılması gerektiğini düşünmeye başlamıştır. Padişah olunca da bu sorunun savaş dışında başka bir yolla halledilemeyeceğine kanaat getirmiştir. Savaştan önce bir ön hazırlık olarak Anadolu'daki ileri gelen Kızılbaşların tesbit edilip cezalandırılmalarını emreder. Selim Şah-name'de adları kayda geçirilenlerin kırk bin civarında olduğu, öldürülenlerin ise kırk bini aştığı, bu işle görevlendirilenlerin mala tamah ederek aşırıya kaçtıkları yazılıdır."
^Doç. Dr. Erhan Afyoncu. Sorularla Osmanlı İmparatorluğu. 2004. ISBN 9756480122 - “Yavuz’un İran seferi sırasında Anadolu’da Şah İsmail’i destekleyen 40 bin Türkmen’i öldürttüğü söylenir. Ancak bu bilgi devrin kaynaklarından sadece İdris-i Bitlisi’nin Selim Şah-nâme’sinde vardır.”.
^Tekindağ, Şehabettin. Yeni Kaynak ve Vesikaların Işığı Altında Yavuz Sultan Selim'in İran Seferi, Tarih Dergisi, Mart 1967, sayı: 22, s. 56 i Saim Savaş: XVI. Asırda Anadolu'da Alevîlik, Vadi Yayınları, 2002, s. 111
^Savaş, Saim. XVI. Asırda Anadolu'da Alevîlik. Vadi Yayınları, 2002, s. 86
^Savaş, Saim. XVI. Asırda Anadolu'da Alevîlik. Vadi Yayınları, 2002, s. 88-90
^Savaş, Saim. XVI. Asırda Anadolu'da Alevîlik. Vadi Yayınları, 2002, s. 90-91
^Savaş, Saim. XVI. Asırda Anadolu'da Alevîlik, Vadi Yayınları, 2002, s. 97
^Savaş, Saim. XVI. Asırda Anadolu'da Alevîlik, Vadi Yayınları, 2002, s. 98
^Savaş, Saim. XVI. Asırda Anadolu'da Alevîlik. Vadi Yayınları, 2002, s. 99
^Savaş, Saim. XVI. Asırda Anadolu'da Alevîlik. Vadi Yayınları, 2002, s. 103, 105
^Savaş, Saim. XVI. Asırda Anadolu'da Alevîlik. Vadi Yayınları, 2002, p. 105-106
^Savaş, Saim. XVI. Asırda Anadolu'da Alevîlik, Vadi Yayınları. 2002, s. 99, 102
^Savaş, Saim. XVI. Asırda Anadolu'da Alevîlik. Vadi Yayınları, 2002, s. 106-108
^Savaş, Saim. XVI. Asırda Anadolu'da Alevîlik. Vadi Yayınları, 2002, s. 108-109
^Savaş, Saim. XVI. Asırda Anadolu'da Alevîlik. Vadi Yayınları, 2002, s. 100
^Savaş, Saim. XVI. Asırda Anadolu'da Alevîlik. Vadi Yayınları, 2002, s. 101
^Savaş, Saim. XVI. Asırda Anadolu'da Alevîlik. Vadi Yayınları, 2002, s. 117-118
^abÖzmen, İsmail & Yunus, Koçak. Hamdullah Çelebi'nin Savunması, - Bir inanç abidesinin çileli yaşamı. Ankara, 2008, s. 74
^Kinross, Patrick. The Ottoman Centuries: The Rise and Fall of the Turkish Empire London. Perennial, 1977, s. 456-457.
^Özmen, İsmail & Yunus, Koçak. Hamdullah Çelebi'nin Savunması - Bir inanç abidesinin çileli yaşamı. Ankara, 2008, s. 70-71
^Şener, Cemal. Osmanlı Belgelerinde Alevilik-Bektaşilikuzumbaba.com. "BEKTAŞİLİĞİN KALDIRILMASI". 3 Mart 2016 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 19 Mayıs 2010. sitesinde.
^Özmen, İsmail & Yunus, Koçak. Hamdullah Çelebi'nin Savunması - Bir inanç abidesinin çileli yaşamı. Ankara, 2008, s. 207
^Özmen, İsmail & Yunus, Koçak. Hamdullah Çelebi'nin Savunması - Bir inanç abidesinin çileli yaşamı. Ankara, 2008, s. 205