Hac (Arapça: حَجّ), Müslümanlar için kutsal olan Mekke çevresinde Kâbe ve diğer kutsal yerlerin ziyaret edilmesi ve ilgili dinî gerekliliklerin yerine getirildiği ibadettir.
Tanımlama ve terminoloji
Hac; Kâbe'nin yanı sıra diğer bazı kutsal yerlerin birlikte ziyaret edilmesi, umre ise sadece Kâbe ziyareti olarak tanımlanır. Hac; Kur'ân'da Hac Sûresi'nin 28. âyetinde Müslümanların çeşitli yararlar için Kutsal Ev'i ziyareti olarak tarif edilir.[1]
Mikat; hacca başlarken ihram giyilen, bitişinde de çıkartılan, Harem hudutlarını belirleyen yerlere denir. Hacda Kâbe ziyaret edilir, tavaf yapılır, Safâ ile Merve arasında say yapılır, Arafat'da vakfe yapılır, Mina'da şeytan taşlanır ve kurban kesilir.
Hacca icra şekline göre farklı isimler verilmiştir.
Temettü haccı, hac ve umrenin ayrı ayrı ihramla yapılmasıdır. Umre yapılmayan hacca ifrad haccı, umre ile haccın aynı ihramda yapılmasına ise kıran haccı denilmektedir.
İslam dünyasının hac günü Kurban Bayramı'na denk gelen 10 Zilhicce'dir. Hacı olmayı arzu edenler Kurban Bayramı'ndan 3 gün önce Mekke'ye gider. Kurban Bayramı'nın öncesinde arife gününden bir gün önce Arafat'a gidilir ve orada kalınır.
Hac islam öncesi toplumunda da icra edilen bir tapınma şekliydi. Araplar Haram aylar adını verdikleri ve nesi' uygulamasıyla yılın hep aynı mevsimine denk getirdikleri belirli aylarda (zilkade, zilhicce, muharrem) savaş yapmazlar ve bu ayları hac, panayır ve ticaret için kullanırlardı. Araplar bu hac sırasında Kâbeyi ve kutsal yerleri ziyaret eder, ilâhlarıtelbiyelerle yüceltir,[2]kurbanlar keserek kanlarını onlara sürerler, etlerini de diğer ziyaretçilere dağıtırlardı. Araplar Hacerülesved'e de büyük saygı duyarlar, Safa ve Merve tepelerinde bulunan putları da ziyaret ederlerdi.[3][4]
İslam öncesi ve erken İslam tarihinde hac, kıble ve Kâbe'nin yerinin neresi olduğu konusu 1970'li yıllardan bu yana tartışılmaktadır. Arkeolojik araştırmalarda Mekke'nin rivayetlerin aksine yeni bir şehir olarak ortaya çıkışı, bilinen tarih kaynaklarında ve haritalarda adının 8. yüzyıl öncesinde geçmemesi,[5] ticaret yolları üzerinde olmaması yanında tarım açısından arazinin uygunsuz oluşu,[6] erken dönem İslam tarihi hakkında ipuçları veren Kur'an ve hadis rivayetlerinde tanımlanan bazı yer isimleri ve özellikleri ile Mekke coğrafi yapısının uyuşmaması araştırmacıları İslam'ın kökleri konusunda farklı arayışlara yöneltmiştir.
Muâviye'nin ölümü sonrasında çıkan iç karışıklıklarda Kâbe Yezîd'in askerlerince mancınıklar kullanılarak taşa tutulmuş, isabet alan karataş üç parçaya bölünmüş, Kâbe yıkılmıştır.[7] Kanadalı arkeolog ve İslam tarihi araştırmacısı Dan Gibson'a göre sözü edilen yıkım bugünkü Mekke şehrinde değil, bundan yaklaşık 1200 kilometre kuzeyde, Petra'da gerçekleşmişti. Araştırmalarında ulaştığı en eski camilerin kıble duvarlarının Petra'yı göstermeleri nedeniyle, bu bulgularla ayet, hadis ve siyer kaynaklarındaki diğer ipuçlarını bir araya getiren Gibson Muhammed'in Petra'da yaşamış ve buradan Medine'ye göç etmiş olduğu sonucuna ulaşmıştır. Ona göre Kur'an'da bahsedilen “bekke” veya “mekke” sözcükleri de Petra'yı ifade ediyordu. Müslümanların ilk kıblesi de Kudüs'teki Mescid-i Aksa değil Petra'da Al-Lat tapınağı olarak kullanılan kübik yapı olmalıydı. Gibson Petrada Haccın nasıl başladığını ve icra şeklini anlattığı bir video yayınladı.
Bu yapı Müslümanların iç savaşlarından birisi olan Abdullah b. Zübeyr ayaklanması sırasında mancınıklarla yıkılmış, İbni Zübeyr karataşı diğer kutsal eşyalarla birlikte alarak Emevi saldırılarından uzakta, bugünkü Mekke'nin bulunduğu yere taşımış, yeni tapınağı burada inşa etmişti. Emevilere karşı Abbasilerin desteğini kazanan yeni mekan birkaç yüzyıllık bir geçiş dönemi sonunda tamamen benimsenmiş, yeni yapılan camilerin yönü Mekke'ye dönük olarak inşa edilmeye başlanmış, Mekke Müslümanların yeni hac merkezi olmuştur.[8][9]
İslâmi anlatımlarda hac ve ritüeller İbrâhim'e dayandırılır: "İbrahim, eşi Hâcer ve henüz bir bebek olan oğlu İsmâil ile Filistin'den Mekke'ye gider ve onları orada bırakır. Hacer, çölde azıksız ve susuz kalarak önce Safa tepesine sonra Merve tepesine çıkıp etrafı araştırır. Vadiye inince İsmail'i bulamaz, iki tepe arasında 7 kere koşar ve sonunda İsmail'i bulur. İsmail ayağı ile kumu deşelemiş ve zemzem adı verilen suyu çıkartmıştır. İbrahim seneler sonra Filistin'den onların yanına gelir. Rüyasında İsmail'i kurban etmesi istenir. Mina'ya İsmaili kurban etmeye giderken giderken şeytan ona musallat olur. Şeytanı taşla kovar. Sonra şeytan İbrahim'in karısı Hâcer'e musallat olur. Hacer de şeytanı taşlar. İsmail'e yanaşır, o da taşla kovar. İbrahim tam İsmail'i kurban edecekken gökten bir koç indirilir ve İsmail kurtulur.
İbrahim ile İsmail Kâbe'yi inşa ederler. İbrahim'in inşaat sırasında üzerine çıktığı taştaki ayak izine Makam-ı İbrahim denir. Kabe tamamlanınca köşesine Hacerülesved'i haccın başlangıç ve bitişini göstermek üzere yerleştirdiler. İbrahim'den sonra Kâbe'nin içine putlar yerleştirilir ve putperestlerin hac yeri olur."
İlk İslam haccı Ebû Bekir'in hac emirliğinde hicretin 9., ikincisi ise bir yıl sonra Peygamberin ilk ve son haccı olan Vedâ Haccı ile gerçekleştirilmiştir.
Osmanlılar zamanında peygamberin zamanında da uygulanmış olan hac yöneticiliği işini Osmanlılar yürütmüştür. Surre eminliği veya Surrei Hümayun adıyla bilinen bu kurum, İstanbuldan törenlerle gönderilir, Mekke ve Medine'ye gönderilen hediye ve yardımların denilen yardımları yerlerine ulaştırarak dağıtılmasını sağlardı. Hacca gidenler uğurlanır, dönüşte karşılanır ve tebrik edilirdi. Hacı evinde tehniye merasimi yapılırdı. Misafirlere hacdan getirilen zemzem suyu dağıtılırdı. Osmanlı İmparatorluğunun çökmesiyle surre tarihe karıştı.
Osmanlı zamanında İstanbul-Mekke arası gidiş dönüş 8 ayı bulmaktaydı. 19. yüzyıl başlarına kadar hac ulaşımı at, katır ve deve sırtında yapılırdı. 1869'da Süveyş Kanalı'ndan gemiyle, 1908'de Hicaz hattından trenle gidilmeye başladı.
Cem Sultan dışında Selçuklu ve Osmanlı sultanlarının hiçbiri hacca gitmemiştir. Şeyhülislamlar padişahlara hac lazım değildir diye fetva vermişlerdi. Türkiye cumhurbaşkanlarından Cevdet Sunay ile Kenan Evren umre yapmışlar, Turgut Özal ve Necmettin Erbakan hac yapmışlardır.
1947'lere kadar Türkiye'den hacca resmen izin çıkmadı. 1948'de döviz yokluğu gerekçesiyle hac yasaklandı, ancak 1949'da hac izni ile 7.000 kişi hacca gitti. 12 Mart döneminde de hacılar Mekke'ye gidemedi. 1979'a kadar isteyen her kişi veya kurum hac seyahati düzenleyebilirdi, bu tarihten sonra hac işini Diyanet İşleri Başkanlığı organize etmeye başladı. DİB her yıl kura usulüyle hacı adayları belirlemektedir.
Hacdaki kalabalık ve sıkışma sebebiyle 1990 yılında el-Muaysem tünelinde 1426 kişi ezilerek öldü. Hacı sayısının kapasiteleri zorlaması sebebiyle Suudi Arabistan 1988'de hacda kontenjan uygulaması başlatmıştır. Her ülkenin nüfusuna göre hacı kafilesi olmaktadır.
Dini kaynaklarda
Haccı da, umreyi de Allah için tamamlayın. Eğer engellenmiş olursanız artık size kolay gelen kurbanı gönderin. Bu kurban, yerine varıncaya kadar başlarınızı tıraş etmeyin. İçinizden her kim hastalanır veya başından rahatsız olursa fidye olarak ya oruç tutması, ya sadaka vermesi, ya da kurban kesmesi gerekir. Güvende olduğunuz zaman hacca kadar umreyle faydalanmak isteyen kimse, kolayına gelen kurbanı keser. Kurban bulamayan kimse üçü hacda, yedisi de döndüğünüz zaman tam on gün oruç tutar. Bu, ailesi Mescid-i Haram civarında olmayanlar içindir. (Bakara: 196)
"Sayılı günlerde Allah’ı anın. Kim iki gün içinde acele edip dönerse, ona günah yoktur. Kim geri kalırsa, ona da günah yoktur. Bu, Allah’a karşı gelmekten sakınanlar içindir. Allah’a karşı gelmekten sakının ve onun huzurunda toplanacağınızı bilin. (Bakara: 203)
"Onda apaçık deliller, Makam-ı İbrahim vardır. Oraya kim girerse, güven içinde olur. Yolculuğuna gücü yetenlerin haccetmesi, Allah’ın insanlar üzerinde bir hakkıdır." (Âl-i İmrân: 97)
"İnsanlar arasında haccı ilan et ki, gerek yaya olarak, gerek uzak yollardan gelen yorgun develer üzerinde sana gelsinler. Gelsinler ki, kendilerine ait bir takım menfaatlere şahit olsunlar ve Allah’ın kendilerine rızık olarak verdiği hayvanlar üzerine belli günlerde Allah’ın adını ansınlar. Artık onlardan siz de yiyin, yoksula fakire de yedirin." (Hac Sûresi: 27-28)
"Şüphesiz Allah haccı farz kıldı, haccı ifa ediniz."[10]
Hac ibadetinin gerekliliği ile ilgili ayetler Kur'an'da Hac suresinin 27. ve 28. ayetlerindedir. Haccın ne şekilde yapılacağı ve Hac ile Umre arasındaki fark Bakara 203. ayetine ait yorumlardan elde edilir. Ayette geçen, iki gün içerisinde dönüş tümcesi Diyanet'e göre Mina'dan Mekke'ye dönüşü ifade eder. Hac ve Umre ibadetini engellenip de yapamayanlar için bir kurban gönderilmesi ifadesi kurbanın Kutsal Ev olan Kâbe'ye gönderilmesi olarak anlaşılmıştır.
Ayette geçen "acele ederek" ifadesinden Hacda Mina'dan Mekke'ye dönüşün en az iki gün olarak gerçekleştirilmesi gerektiği, Bakara 203. ayetteki "sayılı günler" ifadesi ise "teşrik günleri" olarak anılan Zilhicce ayının, 9,10,11,12 ve 13. günleri olarak anlaşılmıştır.
Kur'an da hac 'Yolculuğuna gücü yetenlerin' üzerine Allah'ın bir hakkı olarak haccetmeleri gerektiği ifade edilir. Fakat İslam dini bilginleri yorumlarında, kişinin hac ile dinen yükümlü olmasını bazı şartların sağlanmış olmasına bağlarlar, bunlar güvenlik ve ulaşım dışında kişinin;
Müslüman olmak,
Erginlik çağında bulunmak,
Akılı olmak,
Hür olmak,
Hac masraflarını karşılamaya gücü yetmek. Yani hacdan dönünceye kadar hanımı, küçük çocuğu ve hizmetçinin geçimine yetecek şeylerden başka kendisinin gidiş ve dönüşüne, satın alacağı ve yolcu olarak kiralayacağı şeylere yetecek imkâna sahip bulunması gerekir,
Öte yandan haccın farz olduğunu da bilmesi icap eder ki, bu şart, dâr-ı harbde Müslüman olanlara mahsustur.
Şeriat hukukunda namaz, oruç, zekât gibi farz kabul edilen dini hükümleri yapmayanlar veya terkedenler için belirli cezalar öngörülür iken hac yapmayanlar için benzer yaptırımlardan söz edilmez.
Alevî anlayışı diğer ibadetlerde olduğu gibi hac ile ilgili ritüellere de biçimsel olarak karşı çıkmakta, Tanrıya yönelimin gönülden yapılması gerektiği, şekil ve yer ile ilgili olmadığı öğretisini savunmaktadır. Alevilere göre Muhammed tavaf, Hacerülesved'e saygı gibi pagan dönem davranışlarını Arapların gönlünü kazanmak için, geçici ve taktik davranışlar olarak yapmıştır ve aslında hiç önemsememiş ve bunlara saygı duymamıştır.[12] Aleviler bu ritüellerin Sünni-ortodoks islam tarafından içselleştirilerek süreğen hale getirilmesini de yanlış bulurlar.
Kur'anda haccın zamanı ile ilgili iki deyim bulunur. Tevbe suresi 36. ayetindeki Haram aylar ve bakara 197. ayetteki hac ayları ifadesi.
"Şüphesiz Allah'ın gökleri ve yeri yarattığı günkü yazısında, Allah katında ayların sayısı on ikidir. Bunlardan dördü haram aylardır. İşte bu Allah'ın dosdoğru kanunudur. Öyleyse o aylarda kendinize zulmetmeyin."[13]
"Hac (ayları), bilinen aylardır. Kim o aylarda hacca başlarsa, artık ona hacda cinsel ilişki, günaha sapmak, kavga etmek yoktur."(Bakara: 197)
Bu ifadeler haccı tek bir ay ile sınırlandırmadığı halde günümüzdeki uygulamaya göre hac Zilhicce ayında ihrama girerek arefe günü Arafat Dağı'nda vakfe yapmak, sonra da Kâbe'yi tavaf etmek şeklinde anlaşılmakta ve uygulanmaktadır.
Uygulama
İhram, erkekler için izar ve rida denilen iki parçalık örtüdür. Kadınların ihramı ise kendi giysileridir. Bu ihrama girmeden hacı adayları, mikat noktalarından geçemezler. Mikat, Mekke'nin etrafındaki ihram sınırları demektir ki, bu sınırlardan ihramsız geçilmez.
Mekke'ye inen hacı adayları evlere yerleşir ve Umre yaparlar. Kabe ziyareti ve tavaf yapılır, zemzem içilir, Safa ile Merve arasında 7 kere gidip dönülür (Say). Saydan sonra saçlar kesilerek ihramdan çıkılır ve umre bitmiş olur. Hac için tekrar ihrama girinceye kadar hac yasakları kalkmıştır.
Hacc; Zilhicce'nin 9'unda, arefe günü tekrar ihrama girilir. Güneşle birlikte Arafat Dağı'nda vakfeye gidilir. Bütün gün telbiye (Lebbeyk Allahümme lebbeyk, lebbeyke la şerikeleke lebbeyk, innel hamde ven nimete leke vel mülk, la şerike lek) tesbih ve ibadetle geçirilip, güneş battıktan sonra yaya olarak 3 saatlik mesafede olan Müzdelife'ye geçilir ve orada gecelenir. Kurban Bayramının ilk günü olan ertesi gün güneş doğmadan Mina'ya hareket edilir. Burada şeytan taşlanır, kurban kesilir. Üç gün Mina'da kalınır veya ilk gün sonunda Mekke'ye dönülerek ziyaret tavafı (Kabe'yi 7 kere dönmek) ve say yapılarak hac tamamlanmış olur.
Hac bittikten sonra isteyen istediği kadar tavaf ve umre yapabilir. İsteyen hacılar bayramın kalan günlerinde yine Cemerat (cemreler, şeytan)'a giderek şeytan taşlar ve taşlama 70 taşa bağlanır. Medine'yi ziyaret etmeyenler Medine'yi ziyaret ederler. Son bir tavaftan sonra herkes memleketine döner.
Edebiyatta Hac
Evliya Çelebi'nin Seyahatnamesi, Şair Nabi'nin Tuhfetülharemeyni, Bedii Şehsuvaroğlu'nun Hac Yolu, Emel Esin'in Lebbeyk Hac Hatıraları, Necip Fazıl Kısakürek'in Hacdan Çizgiler, Renkler ve sesleri, Cenab Şahabeddin'in Hac Yolunda'sı, Malcolm X'in hac yolculuğu notları en meşhur hac edebiyatıdır.
Malcolm X'in hayatında hac önemli bir dönüşümdür. Şöyle yazar: "Hiç böyle bir şeye şahit olmamıştım. Böyle sıcak kucaklaşmalara, bu kutsal yerde yaşanan, ırkları ve renkleri ne olursa olsun gerçek kardeşlik gösterilerine... Geçen bir hafta içinde etrafımdaki her renkten insanın sergilediği bu cana yakınlık karşısında söyleyecek söz bulamıyorum... Sizler, belki de bu sözcüklerin benden gelmesine şaşıracaksınız. Fakat bu kutsal ziyarette gördüğüm, tecrübe ettiğim şeyler beni sahip olduğum tüm eski düşüncelerimi yeniden gözden geçirmeye ve takındığım birçok tavrı bir kenara atmaya zorluyor... Amerika, İslam'ı anlamak zorunda. Çünkü toplumdan ırk problemini silen tek din o...Kahire'den Cidde'ye, kutsal şehir Mekke'ye kadar gözleri mavinin mavisi, saçları sarının sarısı, derisi beyazın beyazı olan insanlarla aynı tabaktan yemek yedim, sözlerinde Nijerya'nın, Sudan'ın, Gana'nın Afrikalı müslümanların sözlerindeki kardeşliği, içtenliği hissettim." (Malcolm X ve Malcolm X Konuşuyor'dan naklen.)
^Holland, Tom; In the Shadow of the Sword; Little, Brown; 2012; s. 303: ‘Otherwise, in all the vast corpus of ancient literature, there is not a single reference to Mecca – not one’
^Crone, Patricia; Meccan Trade and the Rise of Islam, 1987, s. 7
^Orhan Gökdemir, Din ve Devrim, İstanbul: Destek Yayınları. 2010. s. 64