Bağdat'ta bir süredir Beylerbeyi Yusuf Paşa ile Subaşı Bekir arasında devam eden sürtüşme, Yusuf Paşa'nın öldürülmesiyle sonuçlandı. Osmanlı başkenti asi Bekir Subaşı'nın üzerine Diyarbekir BeylerbeyiHafız Ahmed Paşa komutasındaki bir kolordu gönderdiyse de, Bekir Subaşı da Safevilerin Luristan Hâkimi Kasım Han'dan yardım istedi (1623). Fırsatı değerlendiren Şah Abbas bir taraftan adıgeçenin Bağdat valiliğine tayin edildiğini bildiren bir belgeyi Bekir Subaşı'ya gönderirken diğer taraftan Karçakay Han'ı 30.000 kişilik bir orduyla Şehriban'a, Safi Kulu Han'ı da bir birlikle Bağdat'a yolladı ve 11-12 Ocak 1624 gecesi BağdatSafevîlerce işgal edildi.
Savaş iki sebepten ötürü 1630'a kadar durgunluğa uğradı. Birincisi; Osmanlıların 1627-1628 yıllarında Abaza Paşa ayaklanmasını bastırmaya çalışmalarıydı. İkincisi ise, Şah Abbas'ın 1628 Mart'ında elçisi Tahmasb Kulu Han aracılığıyla Bağdat'ın terki koşuluyla barış teklifinde bulunmasıydı. Bu teklifi reddeden Osmanlılar 1628 yılında Erzurum üzerine yeniden yapılan seferle (5-22 Eylül) Abaza Paşa ayaklanmasını bastırdı. Ardından, Safevîlerin bir yıl önce işgal ettikleri Ahıska'ya vali atanan Şemsi Han komutasındaki orduyu Kars Muharebesi'nde imha etti ve Ahıska'yı geri aldı.[1]
Osmanlılar doğu cephesinde durumu lehlerine çevirdikten sonra dikkatlerini yeniden Bağdat'a çevirdiler. 1629 yılında (1587 yılından beri Safevî tahtında bulunan) Şah Abbas ölmüş (19 Ocak), yerine Şah Safi (1629-1642) çıkmıştı. Sadrazam Hüsrev Paşa komutasındaki Osmanlı ordusu 9 Temmuz 1629'da sefere çıkarak Irak'a ulaştı ve Gülanber Kalesi'ni inşa ettikten sonra 5 Mayıs 1630'da Mihriban Muharebesi'nde Zeynel Han komutasındaki Safevî ordusunu büyük bir yenilgiye uğrattı. Mihriban Kalesi'ni ve Hasanabad'ı alan Osmanlı ordusu 9 Haziran'da Hemedan'a, 18 Haziran'da ise Dergüzin'e girdi. Safevî başkenti Kazvin'i hedefleyen Osmanlı ordusu ikmal merkezinden çok uzaklaştığı için geri döndü ve 14 Temmuz'da Hüseyin Han Lurî komutasındaki bir başka Safevî ordusunu Çemhal Muharebesi'nde hezimete uğrattıktan sonra 5 Ekim-14 Kasım arasında Bağdat'ı kuşattıysa da alamadı. Osmanlı ordusunun çekilmesinden bilistifade Safevîler Kerkük ve Hille'yi işgal ettiler.
Hüsrev Paşa 1630-31 kışını Mardin'de geçirerek 1631'de yeniden Bağdat üzerine yürümeyi hedeflediyse askerlerin isyanı sonucunda harekete geçemedi. 1632 yılında da Osmanlı ordusunun terhisiyle cephede herhangi bir hareketlilik yaşanmadı. 1633 yılında ise Safevîler taarruza geçerek Rüstem Han komutasındaki bir orduyla 4 Eylül-15 Ekim arasında Van'ı kuşattılar. Buna mukabil, yardıma gelen Diyarbakır BeylerbeyiMurtaza Paşa ve Erzurum BeylerbeyiDemirkazık Halil Paşa komutasındaki Osmanlı ordusu[2] 15 Ekim'de Kuskunkıran Muharebesi'nde Safevî ordusuna karşı kaydadeğer bir zafer kazandı.[3] 15-16 Ekim gecesi Rüstem Han'ın ordusunun geri kalanıyla çekilmesi üzerine Van da Safevî kuşatmasından kurtuldu.
Osmanlı Padişahı IV. Murad ülke içindeki otoritesini sağlamlaştırıp Lehistan cephesinde barışı sağladıktan sonra 1635 yılında İran cephesine yöneldi ve Osmanlı ordusunun başında bizzat sefere çıkmaya karar verdi. Üç aylık bir yürüyüşün ardından 27 Temmuz'da Revan kalesi önlerine gelen Osmanlı ordusunun şiddetli kuşatmasına 12 gün dayanabilen Tahmasb Kulu Han komutasındaki Safevî garnizonu 8 Ağustos'ta kaleyi Osmanlılara teslim etti. İleri harekâtını sürdüren Osmanlı ordusu 11 Eylül'de Tebriz'e girdi. Tahrip edilmiş halde olan eski Safevî başkentini tahliye eden Osmanlı ordusu Revan kalesine Murtaza Paşa komutasında 12.000 kişilik garnizon bıraktıktan sonra muzaffer bir şekilde İstanbul'a döndü.[4] Osmanlı ordusuyla eşzamanlı olarak Irak üzerine yürüyen Diyarbakır BeylerbeyiTayyar Mehmed Paşa komutasındaki Osmanlı eyalet ordusu 1630 yılından beri Safevî işgalindeki Kerkük'ü kuşatarak (24-31 Ağustos) yeniden Osmanlı topraklarına kattı.[5]
Osmanlıların Revan zaferleri kalıcı olmadı. Nitekim Osmanlı ordusunun çekilmesinden sonra harekete geçen Şah Safî 16 Kasım'da Tebriz'e geldikten sonra ordusunun başında 25 Kasım 1635'te Revan'ı kuşattı. Osmanlı garnizonunun dört ayı aşkın direnişinin ardından kale 1 Nisan 1636'da teslim oldu. 18 Eylül'de ise Rüstem Han komutasındaki Safevî ordusu Şam BeylerbeyiKüçük Ahmed Paşa komutasındaki Osmanlı birliğini Mihriban (bugün Merivan) civarında yapılan muharebede mağlup etti.[6]
Şah Safî 1636 yılındaki başarılarının ardından 1637 Şubat'ında Osmanlı sarayına elçi olarak Maksud Sultan'ı gönderdiyse de, adıgeçenin "Bağdat'ın Safevî egemenliğinde kalması" koşuluyla yaptığı barış teklifi IV. Murad tarafından "yanıtın Bağdat'ta verileceği" yanıtıyla reddedildi.[7] Serdar-ı ekrem tayin edilen Bayram Paşa 20 Mart 1637'de Üsküdar'dan hareket etti ve Amasya'da eyalet birliklerinin katılımına nezaret etti. IV. Murad ise 8 Mayıs 1638'de ana Osmanlı ordusunun başında harekete geçerek 15 Kasım'da Bağdat önlerine geldi ve kuşatmayı derhal başlattı. Safevî komutan Bektaş Han komutasında 40.000 kişilik bir garnizonun savunduğu Bağdat kuşatılırken, bir Osmanlı akıncı birliği Şehriban bölgesini tahrip ederken, Kenan Paşa komutasındaki bir kol da Şirvan'ı altüst etti. Bağdat kuşatmasının 37. gününde SadrazamTayyar Mehmed Paşa vurularak ölürken, yerine geçen (Kaptan-ı derya) Kemankeş Kara Mustafa Paşa'nın karşı saldırısının ardından 25 Aralık 1638'de Bağdat kalesi teslim oldu. Bununla birlikte teslim koşullarına uymayan İran askerlerinin başlattığı çatışmalar sonucunda tüm Safevî garnizonu kılıçtan geçirildi.
IV. Murad ilk iş olarak İmam-ı Azam ve Abdülkadir Geylani'nin kabr-i şeriflerini ziyaret etti. Şeyhülislam Zekeriyazade Yahya Efendi nezaretinde bu kabirler imar ve tamir edildi. Padişah, orduyu ve sadrazamı Bağdat'ta bırakıp İstanbul'a döndü.
Barış müzakereleri ve Kasr-ı Şirin Antlaşması (1639)
Osmanlı ordusunun Bağdat önündeki büyük zaferi ve Safevîlerin ağır kayıplarının ardından Kemankeş Kara Mustafa Paşa 15 Ocak 1639'dan itibaren batıya doğru İran topraklarına ilerledi. Bunun üzerine Şah Safî 29 Nisan'da Osmanlı karargâhına gönderdiği elçisi Muhammed Kulu Bey aracılığıyla Amasya Antlaşması (1555) temelinde barış teklifinde bulundu (Amasya Antlaşması'na göre Kars Kalesi yıkılırken, Ahıska da İran tarafında kalmaktaydı). Mustafa Paşa bu teklifi reddederek Kasr Şirin'e ilerledi (10 Mayıs). Osmanlı karargâhına gönderilen ikinci elçi olan Saru Han Osmanlı taleplerini kabul etti ve 17 Mayıs 1639'da Kasr-ı Şirin Antlaşması imzalandı ve Osmanlı-Safevî savaşı resmen son buldu.
Antlaşma çerçevesinde, Osmanlı İmparatorluğu'nun İran'la sınırları belirlendi ve müteakip savaşlarda değişikliğe uğrasa da eninde sonunda hep bu sınırlar esas alınarak barış yapıldı. Dolayısıyla, günümüzdeki Türkiye-İran ve Irak-İran sınırları büyük oranda Kasr-ı Şirin Antlaşması'nı temel almaktadır.
Kaynakça
^"Büyük Osmanlı Tarihi", Joseph von Hammer, c.9, s.79
^"Hasan Bey-zâde Târihi", Hasan Bey-zâde Ahmed Paşa, (Haz. Şevki Nezihi Aykut), Ankara (2004), s.1081
^"Târîhçe", Kemal b. Celal Müneccim, Süleymaniye Kütüphanesi, Atıf Efendi Kitaplığı, sayı:1861s, s.61b-62a
^"Dördüncü Sultan Murad'ın Revan Seferi Kronolojisi - Şevval 1044 (1635) Recep 1045 (1635)", Prof. Dr. A. Süheyl Ünver, Türk Tarih Kurumu, Belleten, c.16, s.552-557