Manda (diplomasi)

Manda (Fransızca: Mandat, İngilizce: Mandate), I. Dünya Savaşı'ndan sonra bazı az gelişmiş kabul edilen ülkeleri, kendi kendilerini yönetecek bir düzeye eriştirip, bağımsızlığa kavuşturuncaya kadar Milletler Cemiyeti adına yönetmek için bazı büyük devletlere verilen yetkidir. Geleneksel sömürgeciliği tasfiye etmeye yönelik bir proje olarak düşünülmüş, ancak uygulamada geleneksel sömürgeciliğe benzer sonuçlar doğurmuştur.

Fransızca olan manda sözcüğünün kelime anlamı "yetki, görev" demektir.

Uluslararası Sahnede manda

Manda kavramı ilk kez 1919'da toplanan Paris Barış Konferansı'nda gündeme geldi ve 28 Haziran 1919'da imzalanan Milletler Cemiyeti Sözleşmesi'nin 22. maddesinde resmen tanımlandı.

Manda projesinin temelinde, I. Dünya Savaşı'nda yenilen Osmanlı Devleti ve Almanya'dan ayrılan ve Avrupa dışında kalan bölgelerin yönetimi sorunu yatıyordu. Dünya kamuoyunda sömürgeciliğe duyulan tepki nedeniyle, bu ülkelerin doğrudan doğruya galip devletler arasında paylaşılması uygun görülmedi. Ayrıca barış konferansında etkin olan ABD, sömürgeci sistemin genişletilmesine karşı idi.

Milletler Cemiyeti; A, B ve C Sınıfı olmak üzere üç grup manda belirledi.

A Sınıfı mandalar, Osmanlı devletinden ayrılan Arap ülkeleri idi. Irak ve Filistin mandası Büyük Britanya'ya, Suriye mandası Fransa'ya verildi. 1923'te Ürdün-Ötesi (Transjordan) mandası Filistin'den ayrıldı. Irak Mandası yedi ay sürdükten sonra, 23 Ağustos 1923'te bağımsız Irak Krallığı'nın ilan edilmesiyle sona erdi. Suriye'de manda yönetimi 1944'e, Filistin'de 1948'e dek sürdü.

B Sınıfı mandalar, Almanya'nın Afrika'daki eski sömürgeleri idi. Bunlardan Tanganika Büyük Britanya'ya, Ruanda-Urundi Belçika'ya verildi. Kamerun ve Togoland ise Britanya ile Fransa arasında ikiye bölündü.

C Sınıfı mandalar Okyanusya'daki bazı adalar ve Güneybatı Afrika (şimdi Namibya) bölgesinde kuruldu.

Osmanlı Devleti'nde Amerikan Mandası Konusu

"Mandacı" Görüşler

Savaştan yenik ve güçsüz çıkan Osmanlı Devleti'nde İngiliz veya Amerikan "müzahereti" (yardım, kolaylık gösterme) konusu 1918 Kasımından itibaren yoğun olarak tartışıldı; 1919 Mayıs veya Haziran'ından itibaren "manda" sözcüğü popülerlik kazandı. Eylül 1919'dan sonra konu gündemden düştü.

Türkiye'nin toprak bütünlüğünü koruması ve ekonomik kalkınmasını sağlaması için Amerikan yardımı düşüncesi, savaştan sonra Türk aydınlarının önemli bir bölümünce desteklendi. Bu görüş özellikle feshedilen İttihat ve Terakki Partisine yakın, milliyetçi ve reformist kanatta taraftar buldu. Halide Edip, Rauf Bey, Kara Vasıf, Yunus Nadi (Abalıoğlu) gibi, daha sonra Milli Mücadele'nin düşünsel ve örgütsel önderleri arasında yer alacak olan kişiler, İngiliz ve Fransız emperyal "emellerine" karşı, Amerikan yandaşı bir tutumu benimsediler. Kasım-Aralık 1918'de Mustafa Kemal'in ortağı ve başyazarı olduğu Minber gazetesi de Amerikan "müzaheretini" savunanlar arasındaydı.

Halide Edip "bütün eski ve yeni Türkiye hudutlarına şamil olmak üzere, muvakkat [geçici] bir Amerikan mandasını ehven-i şer olarak görüyoruz." derken, gerekçelerini şöyle açıklıyordu:

"[...] Milletin refah ve gelişmesini temin, halkı, köyleri, sıhhati ve zihniyetiyle asri bir halk haline koyabilecek bir hükûmet nazariyesine ve tatbikatına ihtiyacımız var. Bunda lazım gelen para, ihtisas ve kudrete sahip değiliz. [...] Filipin gibi vahşi bir memleketi bugün kendi kendini idareye kudretli asri bir makine haline koyan Amerika, bu hususta çok işimize geliyor. Onbeş yirmi sene zahmet çektikten sonra, yeni bir Türkiye ve her ferdi, tahsili, zihniyeti ile hakiki istiklali kafasında ve cebinde taşıyan bir Türkiye'yi ancak Yeni Dünyanın kabiliyeti vücuda getirebilir." "Harici rekabetleri ve kuvvetleri memleketimizden defedebilecek bir yardımcıya ihtiyacımız var. Bunu ancak Avrupa dışında ve Avrupa'dan kuvvetli bir elde bulabiliriz."

Vasıf Bey Sivas Kongresi'ndeki konuşmasında şu görüşü dile getirdi:

"Manda'nın isminden korkmayalım, isterseniz buna 'müzaheret' diyelim. [...] Büyük bir harpten mağlup çıktık. Bütün memleket perişan vaziyettedir. Beşyüz milyon lira borcumuz var. Bunu ne ile, nasıl ödeyeceğiz? Gelirimiz bu borcun faizine bile yetmez. Tamamıyla müstakil yaşamaya, mali vaziyetimiz müsait değildir. Şimdi istiklalimizi kurtarsak bile, olduğumuz yerde sayarak bir adım ilerleyemez ve günün birinde, bizden kuvvetli olanların hükmü altına girmeye, ister istemez mecbur oluruz. İşte bu sebeplerden dolayı, İngiltere'yi kendimize ebedi düşman ve Amerika'yı şerrin ehveni saymalıyız." [1]

Erzurum ve Sivas Kongrelerinde Manda Konusu

Amerikan mandası 1919 Temmuz'unda toplanan Erzurum Kongresi ile aynı yıl 4-11 Eylül tarihleri arasında toplanan Sivas Kongresi'nin en sıcak tartışma konularından biri oldu. Her iki kongreye katılan milliyetçi delegelerin büyük bir bölümü manda görüşünü hararetle savundular. Mandaya karşı çıkan Mustafa Kemal Paşa, bazı delegelerce "İngilizci" olmakla suçlandı. Sonuçta her iki kongrenin sonuç bildirilerine, mandayı açıkça kabul veya reddetmeyen bir ibare konuldu:

"Devlet ve milletimizin, dış ve iç istiklâli ile vatanımızın tamamiyyeti mahfûz kalmak şartıyla ... milliyet esaslarına ri'âyetkâr ve memleketimize karşı istila emeli beslemeyen herhangi devletin fennî, sınâ'î, iktisâdî mu'âvenetini memnuniyetle karşılarız."

Genç bir tıbbiyeli subay olan Hikmet Boran (Orhan Boran'ın babası), tıp okulu delegesi olarak katıldığı Sivas Kongresi'nde, Mustafa Kemal Paşa'ya hitaben yaptığı konuşmada manda fikrine şiddetle karşı çıkarak:

“Paşam! Murahhası bulunduğum Tıbbiyeliler beni buraya istiklâl davamızı başarmak yolundaki mesaiye katılmak üzere gönderdiler. Mandayı kabul edemem. Eğer kabul edecek olanlar varsa, bunlar her kim olurlarsa olsun, şiddetle red ve takbih ederiz (kınarız). Farz-ı muhal manda fikrini siz dahi kabul ederseniz sizi de reddeder; Mustafa Kemal’i "vatan kurtarıcısı" değil, "vatan batırıcısı" olarak adlandırır ve tel’în ederiz (lânetleriz)...”

demiş ve Mustafa Kemal Paşa Tıbbıyeli Hikmet'e şöyle yanıt vermiştir:

“Arkadaşlar, gençliğe bakın, Türk Milleti bünyesindeki asil kanın ifadesine dikkat edin. Evlât, müsterih ol. Gençlikle iftihar ediyorum ve gençliğe güveniyorum. Biz ekalliyette (azınlıkta) kalsak dahi, mandayı kabul etmeyeceğiz. Parolamız tektir ve değişmez: Ya İstiklâl, Ya Ölüm![2]

ABD'nin Tavrı

Paris Konferansında İngiltere, Türkiye ile ilgili herhangi bir yönetsel sorumluluk almayı reddetti. 30 Mayıs 1919'da İtilaf Devletleri 1. Boğazlar, 2. Türkiye (Anadolu), 3. Ermenistan ve 4. Filistin mandalarını ABD'ye öneren tekliflerini Başkan Woodrow Wilson'a ilettiler.

Wilson'ın konuyu incelemek için görevlendirdiği King-Crane Komisyonu, Osmanlı topraklarında yaptığı araştırma gezisinden sonra 28 Ağustos 1919'da yayımladığı raporunda ABD mandası lehine görüş bildirdi. Ancak tam bu sırada ABD Senatosu ile Başkan Wilson arasında şiddetli bir görüş ayrılığı baş gösterdi. Senato Paris barış antlaşmalarını ve Milletler Cemiyeti sözleşmesini reddetti. Eylül-Ekim 1919'dan itibaren Wilson Amerikan dış politikası üzerindeki kontrolünü kaybetti. Senato, Wilson'un aktif dünya siyasetini terkederek "yalnızlaşma" (isolationism) dönemini başlattı.

Wilson, Türkiye ve Filistin mandaları konusunu hiçbir zaman Senatoya sunamadı. Ermenistan ve Boğazlar mandaları ise, bir yıl gecikmeyle, 1920 Mayısında Senatoya sunuldu.[3] Her iki teklif 13'e karşı 52 oyla reddedildi.

Kaynakça