Truman, Stalin'in silahlardan haberdar edildiğindeki soğukkanlı tepkisi karşısında hayrete düştü ve onun kendisine söylenenleri anlamadığını zannetmişti. ABD ve Birleşik Krallık delegasyonunun bu konuşmayı izleyen diğer üyeleri de aynı kanıya varmıştı.[3]
Aslında Stalin uzun zamandır programdan haberdardı. Oysaki Manhattan Projesi o kadar gizli tutulmuştu ki Truman bile başkan yardımcısı olduğu süre içerisinde hiç bilgilendirilmemişti ve başkanlık koltuğuna oturduktan kısa bir süre sonrasına kadar bu projeden hiç haberi olmadı. Ancak Manhattan Projesi'ne sızan Klaus Fuchs[4] ve Theodore Hall gibi casuslar Stalin'i Amerikalıların ilerleyişi hakkında iyi bilgilendirmişti.[5] Onlar, Sovyetlere iç patlama bombasıyla hidrojen bombasının detaylı planlarını sunmuştu. Fuchs'un 1950'deki tutuklanması, Rus casusu olduğundan şüphelenilen Harry Gold, David Greenglass ve Ethel ve Julius Rosenberg gibi diğer casusların da tutuklanmasına yok açacaktı.[6]
1945'te İkinci Dünya Savaşı'nın sona ermesinden kısa bir süre sonra Birleşmiş Milletler kuruldu. Birleşmiş Milletlerin Ocak 1946'da Londra'daki ilk genel kurulunda nükleer silahların geleceği tartışıldı ve Birleşmiş Milletler Atom Enerjisi Komisyonu kuruldu. Bu kurulun amacı tüm nükleer silah kullanımını sonlandırmaktı. ABD, Baruch Planı adlı çözüm önerisini sundu.[7] Bu plan, tüm tehlikeli atomik faaliyetlerini denetleyen uluslararası bir gücün varlığını savundu. SSCB bu öneriye karşı çıktı ve geri çevirdi. Sovyetlerin önerisi evrensel nükleer silahsızlandırmayı içeriyordu. Amerika'nın da Sovyetler'in de teklifleri BM tarafından geri çevrildi.
Soğuk Savaş'ın başlangıç dönemi
Savaş Başlığı Geliştirme
İkinci Dünya Savaşı'ndan hemen sonraki yıllarda ABD, nükleer silahların teknik bilgisi ve ham maddeleri üzerindeki tekeli elinde tutmaktaydı. Amerikan liderler nükleer silah bulunduran tek ülke olmanın Sovyetler Birliği'nden taviz istemeye yetebileceğini umdular, ancak planları çöktü.
BM Genel Kurulundan sadece altı ay sonra Amerika, ilk savaş sonrası nükleer denemelerini gerçekleştirdi. Buna Crossroads Harekâtı deniyordu.[8] Harekâtın amacı, nükleer patlamaların gemiler üzerindeki etkisini sınamaktı. Bu denemeler, Büyük Okyanus'taki Bikini Atolü'nde, II. Dünya Savaşı'nda ele geçirilen 95 Alman ve Japon gemisi üzerinde gerçekleştirildi. Bir plütonyum iç patlama bombası filo üzerinde, diğeri denizin altında patlatıldı.
Aynı zamanda Sovyet hükûmeti de kendi nükleer silahlarını geliştirmeye uğraşmaktaydı. Sovyetlerin savaş sürecindeki çabaları uranyum eksikliği yüzünden sekteye uğramaktaydı, ancak Sovyetler yerel bir kaynak geliştirirken Doğu Avrupa'da yeni ham maddeler bulunmuştu. Amerikalı uzmanlar SSCB'nin 1950'lerin ortasına kadar nükleer silah geliştiremeyeceğini tahmin ettiği hâlde ilk Sovyet atom bombası 29 Ağustos 1949'da patlatılmıştı. Tüm dünya şoke oldu. Batı tarafından "İlk Şimşek" diye adlandırılan RDS-1 bombası, ABD'nin 1945'te Japonya'ya attığı "Fat Man"'in aşağı yukarı kopyasıydı.
İki hükûmet de nükleer cephanelerinin nitelik ve niceliğini artırmak için devasa paralar harcadı. İki hükûmet de hidrojen bombası geliştirmeye çabucak başladı ve ABD ilk hidrojen bombasını 1 Kasım 1952'de Büyük Okyanus'taki Enewetak Mercan Adaları'nda patlattı.[9] "Ivy Mike" kod adlı projenin başında Macar kökenli Amerikan nükleer fizikçi Edward Teller vardı. Bomba, 160 km genişliğinde ve 40 km yüksekliğinde bir mantar bulutu oluşturarak civar adalardaki tüm canlıları öldürdü.[10]
SSCB'yse 1953'te bir adet konuşlandırılabilir termonükleer mekanizmayı patlatarak dünyayı şoke etti, ancak mekanizma gerçek birçok-aşamalı hidrojen bombası değildi. Ancak uçaktan atılabilecek kadar küçük olduğu için kullanıma hazırdı. Bu iki Sovyet bombası büyük ölçüde Rus casusları Harry Gold ve Klaus Fuchs'un katkılarıyla geliştirilebildi.
1 Mart 1954'te ABD, Bikini Atolü'nde Castle Bravo denemesiyle başka bir hidrojen bombasını patlattı.[11] Bilim adamları, bombanın sadece 5 megatonluk hasar vereceğini zannederek bombanın boyutlarını fazla küçümsemişti. Ancak bomba 14,8 megatonluk bir patlamayla ABD'nin denediği en güçlü nükleer silah oldu. Patlama o kadar büyüktü ki nükleer serpinti, 480 km uzaktaki vatandaşları önemli miktarda radyasyona maruz bıraktı. Sonunda tahliye edildiler, ancak çoğu radyasyon zehirlenmesi yaşadı ve patlamadan 115 km uzaktaki bir balıkçı teknesinin mürettebatından biri hayatını kaybetti.
SSCB, 1,6 megaton gücündeki ilk "gerçek" hidrojen bombasını 22 Kasım 1955'te patlattı. 30 Ekim 1961'de SSCB, yaklaşık 58 megaton gücündeki Çar Bombası adlı hidrojen bombasını patlattı.[12]
Silâhlanma yarışı
Soğuk Savaş'taki iki tarafın da nükleer kapasite geliştirmesiyle silahlanma yarışı başlamıştı. SSCB, Amerikalılara yetişmeye ve onları geçmeye çabalamaktaydı.[13]
Füzeler, uzun zamandır nükleer silahlar için ideal platform sayılıyordu ve muhtemelen uçaklardan daha etkiliydiler. 1950'lerde orta (OMBF) ve uzun menzilli balistik füzeler (UMBF) taktiksel nükleer silahların sevkiyatı için geliştirilmeye başlandı ve menzilleri daha da uzadı. En nihayetinde kıtalararası balistik füzeler (KABF) ortaya çıkmıştı. 4 Ekim 1957'de SSCB, Sputnik 1'i Dünya'nın yörüngesine yerleştirerek füzelerinin dünyanın her yerine erişebileceğini kanıtlamıştı. ABD, ilk uydusu Explorer 1'i 31 Ocak 1958'de uzaya gönderdi.
Bu arada denizaltından fırlatılan balistik füzeler (SLBM) de geliştirilmişti. 1960'ların ortalarında iki taraf da bir sevkiyat yöntemine karşı savunma yöntemlerinin geliştirilebilmesi durumunda bir diğerini kullanabilmek için bombardıman uçakları, KABF'ler ve SLBM'leri bir arada konuşlandırmıştı.
Kıtalararası Balistik Füzeler (KBF/ICMB), ABD ve SSCB'nin savaş başlıkları ve atış ağırlıkları, 1964–1982[14][15]
Yıl
Fırlatma rampaları
Savaş başlıkları
Megatonaj
ABD
SSCB
ABD
SSCB
ABD
SSCB
1964
2416
375
6800
500
7.500
1.000
1966
2396
435
5000
550
5.600
1.200
1968
2360
1045
4.500
850
5100
2,300
1970
2230
1.680
3.900
1.800
4300
3100
1972
2230
2090
5800
2.100
4.100
4000
1974
2180
2380
8400
2.400
3,800
4,200
1976
2.100
2390
9400
3,200
3.700
4.500
1978
2,058
2350
9800
5,200
3,800
5.400
1980
2042
2490
10.000
7.200
4000
6200
1982
2032
2490
11.000
10.000
4.100
8200
Karşılıklı Kesin Yıkım
1960'ların ortalarında Hem Amerikan hem de Sovyet uzmanlar nükleer silahları birbirlerinden ya da Çin gibi başka güçlerden taviz isterken kullanmayı umuyorlardı, ama bu silahları kullanmanın riski o kadar büyüktü ki ikisi de kullanmadılar. Bu duruma Karşılıklı Kesin Yıkım adı verilmişti: iki taraf da diğerine yapılacak bir saldırının kendisi için de yıkıcı olacağının farkındaydı, böylece teoride birbirlerine saldırmaktan çekineceklerdi. John Foster Dulles bu durumu tanımlamak için "brinkmanship" (İngilizce"brink", savaşın eşiği ve "marksmanship", silahşorluk kelimelerinin birleşimi) kelimesini kullanmıştı. Yine de General Douglas MacArthur gibi bazıları nükleer silahların Kore Savaşı'nda kullanılmasını savunmuştu. Truman da Eisenhower da bu fikre karşı çıktı.
İki taraf da düşmanlarının nükleer cephanelerinin kapasitesinden habersizdi. 1950'lerde Amerikalılar, yanlış bir şekilde Sovyetlerin hava kuvvetlerinin daha güçlü olduğunu, Sovyetlere karşı bir "uçak açığı"nın bulunduğunu zannediyordu (bomber gap). Daha sonra çekilen hava fotoğrafları Sovyetlerin askeri törenlerinde uçurdukları bombardıman uçaklarıyla bir çeşit Potemkin köyü oyunu oynadıklarını, uçakların sayısını olduğundan fazla gösterdiklerini açığa çıkaracaktı. 1960 Amerika Birleşik Devletleri başkanlık seçimleri, tamamen asılsız bir şekilde Amerika'da bir "füze açığı" (missile gap) olduğu suçlamalarını ortaya çıkaracaktı. Diğer tarafta da Nikita Kruşçev'in Sovyet hükûmeti Sovyet silahlarının gücünü abartılı bir şekilde gösteriyordu.
1 Ocak 1959'da Küba hükûmeti komünist devrimcilerin eline geçince Fidel Castro başa geçti. SSCB, Castro'yu destekledi ve yeni hükûmeti 10 Ocak'ta tanıdı. ABD Küba şekerini boykota başladığında Sovyetler Küba ekonomisini desteklemek için benzin ve daha sonra Küba toprağına nükleer balistik füze yerleştirilmesi karşılığında büyük miktarlarda şeker aldı. Bu füzeler Birleşik Devletler'e çok çabuk ulaşabilirdi. 14 Ekim 1962'de bir Amerikan casus uçağı Küba'daki inşaatı devam eden nükleer füze rampalarını tespit etti.[19]
Başkan John F. Kennedy küçük bir grup yetkiliyi krizi tartışmak üzere acele çağırdı. Grup, askeri ve diplomatik çözüm seçenekleri arasında bölünmüştü. Kennedy Küba'ya denizden ambargo yapılmasını emretti ve tüm askeri kuvvetleri sarı alarma (DEFCON 3) geçirdi. Gerilim artarken Kennedy kırmızı alarma (DEFCON 2) geçme emrini verdi. Bu, dünyanın nükleer savaşa en yaklaştığı andı.
Yine de karşılıklı kesin yıkım riski nükleer savaşı olasılık dışı kılmaktaydı. Kamuoyu Füze Krizi'ni topyekûn yıkımın yakın olduğu bir zaman olarak görürken Amerika ve Sovyet yetkilileri kamudan gizli bir şekilde barışçıl bir sonuca varmak için çabalıyordu. Genel Sekreter NikitaKruşçev 26 Ekim 1962'de Kennedy'e çektiği telgrafta şunları dedi "En nihayetinde o düğümü sıkılaştırmanın ve böylece dünyayı termonükleer savaş felaketine mahkum etmenin gereği yoktur, o halde gelin ipi iki uçundan çeken kuvvetleri rahat bırakalım ve o düğümü çözmek için önlemler alalım." İki adamın da karşılıklı kesin yıkım sebebiyle nükleer savaştan kaçınmak istediği açıkça ortaya çıkmıştı.
En sonunda, 28 Ekim'de, ABD ve SSCB yetkilileri arasındaki tartışmalar sonrası Kruşçev, Sovyetler Birliği'nin Küba'daki bütün füzelerini geri çekeceğini ilan etti. Kısa süre sonra da ABD, Sovyetler'i tehdit etmek için Türkiye'ye gizlice yerleştirdiği tüm füzelerini yine gizlice çekti. Amerika'nın Jupiter Füzeleri'ni Türkiye'den çekmesi uzun yıllarca gizli tutulduğu için pazarlıklarda Amerika zafer kazanmış gibi göründü. Bunun sonucunda da Kurşçev güç kaybetti.
1970'lerde, Soğuk Savaş'ın 30. yılına iki süper güç arasında hiçbir doğrudan çatışma yaşanmadan girildi. ABD ve SSCB birbirleriyle daha az ters düşüyordu ve aralarında ticari ilişkiler başlamıştı. Bu dönem Yumuşama dönemi (Détente) olarak geçer. Bu dönemde çok sayıda silah kontrol antlaşması yapılmıştır. İki devlet de devasa miktarda nükleer silah bulundurmaya ve daha etkin teknolojileri araştırmaya devam ettiği hâlde savaş başlıklarının sayısındaki artış önce azaldı, sonra savaş başlıklarının sayısı azaltıldı.
Yumuşama'ya rağmen iki taraf da daha çok savaş başlığı taşıyan ("MIRV"), daha isabetli silahlar üretmeye ve bulundurmaya devam etti.
1980'li yıllarda SSCB'ye karşı sürdürülen ideolojik ve teknolojik mücadelede daha atak bir politikanın öncülüğünü yapan ABD Başkanı Ronald Reagan 1982 yılının Temmuz ayında "Ulusal Uzay Programı"nı Mart 1983'te ise kamuoyunda "Yıldız Savaşları" olarak bilinen "Stratejik Savunma Girişimi"ni (Strategic Defense Initiative) başlattı.
Aslında uzayın askerî amaçlarla kullanılması daha önce başlamış, hem ABD hem de SSCB tarafından bu amaçla uzaya çok sayıda uydu gönderilmişti. Ancak, Stratejik Savunma Girişimi ile silahlanma yarışının uzaya taşınması büyük hız kazanacaktı. ABD uzayda kuracağı sistemle Sovyet balistik füzelerini havada etkisiz hale getirmeyi amaçlıyor ve böylelikle caydırıcılığın artacağını ileri sürüyordu. Ama bu durumda iki süper gücün birbirini yok etme yeteneğine dayanan "dehşet dengesi" bozulacağı için buna karşı çıkılıyordu. Ayrıca, bu girişimin 1972 yılında imzalanan Anti-Balistik Füzeler (ABM) anlaşmasına da aykırı olduğu ileri sürülüyordu.
Her ne kadar silahlanma yarışının bir aşaması olarak görülse de, Stratejik Savunma Girişimi 1980'lerde ekonomik zorlukları yoğun biçimde hissetmeye başlayan SSCB'yi benzeri bir girişime zorlayarak SSCB'nin dağılmasını hızlandırmak amacını da taşıyordu.
Çok kapsamlı bir proje olan Stratejik Savunma Girişimi, gerek askeri gerekse sivil alanda teknolojik gelişmeye yapacağı katkılar açısından da önem taşıyordu. Bu yüzden, 80'lerin sonu 90'ların başında Soğuk Savaş'ın sona ermesiyle gündemden düşer.
Soğuk Savaş'ın sonu
1980'lerin ortasında ABD-Sovyet ilişkileri önemli ölçüde iyileşti ve Mihail Gorbaçov Sovyetler'in başına geçince yeni bir perestoyka (yeniden şekillendirme) ve glasnost (dışa açıklık) dönemi başlattı. Gorbaçov, Ekim 1986'da Reykjavík, İzlanda'da bir toplantıda hem ABD, hem de SSCB'deki nükleer silahların %50 azaltılması teklifinde bulundu Ancak öneri Reagan'ın SSG'si üzerindeki anlaşmazlıklar nedeniyle reddedildi. Onun yerine 8 Aralık 1987'de bütün bir nükleer silah sınıfını ortadan kaldıran INF Antlaşması (Intermediate Nuclear Forces) imzalandı.[20]
Sovyetler'deki geniş çaplı ekonomik ve toplumsal değişimlerin sonucunda üye devletlerin çoğu bağımsızlığını ilan etmeye başladı. Doğu Avrupa'daki 1989 Devrimleri sonucunda Sovyetler'in uydu devletleri üzerindeki otoritesi ortadan kalktı ve etki alanı yavaş yavaş küçüldü. 16 Aralık 1991'de tüm Sovyet devletleri bağımsızlığını Birlik'ten bağımsızlığını ilan etti. 25 Aralık'ta Gorbaçov ülkenin başkanlığından istifa etti ve ertesi gün Sovyetler Birliği'nin bittiği ilan edildi.
8 Nisan 2010'da Amerikan Başkanı Barack Obama ve Rusya Başkanı Dmitry Medvedev stratejik nükleer füzelerin ve yerleşik savaş başlıklarının sayısını %50 azaltan bir antlaşma imzaladı[22]ABD Senatosu, Aralık 2010'da anlaşmayı üç çeyrek çoğunluk ile onayladı.
22 Aralık 2016'da ABD başkanı Donald Trump bir tweet'inde "ABD, nükleer kapasitesini büyük ölçüde güçlendirmeli ve nükleer kapasitesini dünya nükleerler konusunda aklını başına toplayana dek arttırmalı,"[23] diyerek dünyayı yeniden nükleer silahlanma yarışına girmeye çağırmış oldu. Sonraki gün Trump pozisyonunu MSNBC'deki Morning Joe'nun sunucusu Mika Brzezinski'ye şunları diyerek güçlendirdi: "Hadi silah yarışı olsun. Biz, hepsini her alanda geçeriz ve hepsinden çok dayanırız."[24]
2018 Ekim'inde, eski Sovyet lideri Mihail Gorbaçov ABD'nin INF nükleer anlaşmasından çekilmesini "büyük bir zekanın işi değil" ve "yeni bir silahlanma yarışı ilan edildi" cümleleriyle yorumlamıştı.[25][26]
2018'de olumsuz ilişkiler belirginleştiği için Rusya Dışişleri Bakanı Yardımcısı Sergey Ryabkov, nükleer savaş riski oluştuğu uyarısında bulundu ve nükleer devletleri muhtemel krizleri engellemek için diyaloğa geçmeye çağırdı.[27]
^"More accurate than the "race" metaphor is the observation that if it was a contest at all, the Americans walked while the Soviets trotted. There was no race-but to the extent that there was an arms competition, it was almost entirely on the Soviets side, first to catch up and then to surpass the Americans." --Herman Kahn (1962) Thinking about the Unthinkable, Horizon Press.
^Gerald Segal, The Simon & Schuster Guide to the World Today, (Simon & Schuster, 1987), p. 82
^Edwin Bacon, Mark Sandle, "Brezhnev Reconsidered", Studies in Russian and East European History and Society (Palgrave Macmillan, 2003)
Boughton, G. J. (1974). Journal of Interamerican Studies and World Affairs (16th ed.). Miami, United States of America: Center for Latin American Studies at the University of Miami.
Van, C. M. (1993). Nuclear proliferation and the future of conflict. New York, United States: Free Press.
Konuyla ilgili yayınlar
"Presidency in the Nuclear Age"18 Haziran 2013 tarihinde Wayback Machine sitesinde arşivlendi., conference and forum at the JFK Library, Boston, October 12, 2009. Four panels: "The Race to Build the Bomb and the Decision to Use It", "Cuban Missile Crisis and the First Nuclear Test Ban Treaty", "The Cold War and the Nuclear Arms Race", and "Nuclear Weapons, Terrorism, and the Presidency".
Dış bağlantılar
Erik Ringmar, "The Recognition Game: Soviet Russia Against the West," Cooperation & Conflict, 37:2, 2002. pp. 115–36. -- the arms race between the superpowers explained through the concept of recognition. (İngilizce)