Altın Çağ (Türkiye) La bête andalouse (Fransa, geçici isim) Âge d'or (Fransa, alternatif yazılış) La edad de oro (İspanya) Das goldene Zeitalter (Almanya) The Golden Age (ABD) Age of Gold (Uluslararası İngilizce isim)
Yönetmenliğini Luis Buñuel'in yaptığı bu siyah beyaz orta metrajlı filmin senaryosunu da yine Buñuel yakın dostu olan Sürrealist ressam Salvador Dalí'yle birlikte yazmıştır. Oyuncular arasında Sürrealist - DadaistAlman ressam Max Ernst de vardır. "L'Âge d'or" un kurgusunu ve müziğini de yapan Buñuel ayrıca filmde küçük bir rolde de oynamıştır. Altın Çağ Buñuel'in ikinci filmidir. 1929'da çektiği kısa metrajlı ilk filmi Bir Endülüs Köpeği (Un Chien Andalou)'nde de Dalí ile işbirliği yapmışlardı.
"Altın Çağ" ın finansmanını sağlayan sanatsever ve zengin asiller Vicomte Charles de Noailles ve eşi Marie-Laure de Noailles aynı yıl Jean Cocteau'nun deneysel avangart filmi Bir Şairin Kanı (Le Sang d'un Poète) filmini de finanse etmişlerdi. Her iki filmin de Hristiyanlık karşıtı mesajlar içerdiğine, aile, devlet, din, vatanseverlik gibi burjuva toplumunun yerleşik değerlerine saldırdığına dair söylentiler yaygınlaşınca Vikont üyesi bulunduğu Paris Jokey Kulübü'nden çıkartıldı, hatta KatolikKilisesinden de aforoz edilme tehdidi bile aldı.[3]
Bir türlü kavuşamadıkları için burjuva toplumuna savaş açmış iki aşığın öyküsünün anlatıldığı filmde sert bir toplum eleştirisi yapılır. Filmde entelektüel ama sadistik bir taşlama vardır. Zaten çağının çok ilerisinde alışılmadık çarpıcı yenilikler ve erotik sahneler de içeren film ilk gösterisinde tepki çekmiş, tutucu protestocular sinema salonuna saldırmışlardı. Hattâ filmin gösterildiği Studio 28 adlı sinema salonuna bomba da atılmıştı. Bunun üzerine film yasaklanmış ve 50 yıl boyunca sadece sinemateklerde ve özel gösterimlerde izlenebilmişti. ABD'de 1 Kasım 1979'da ticari gösterime girebilmiştir.[4]
Yapımı, tarzı ve temalar
1930 yapımı "Altın Çağ", Paris'te çekilen ikinci veya üçüncü sesli film olmuştur (Zaten ses sinemaya bundan birkaç yıl önce girmişti). Filmde tıpkı sessiz filmlerde olduğu gibi çok sayıda ara yazıları da vardır. Filmin müziğini de yapan Buñuel ses kuşağında başta Felix Mendelssohn'un "Fingal Mağarası" olmak üzere birçok klasik müzik bestecisinin eserlerine yer vermiştir. Buñuel anılarında ilk gösteriminden sonra kendi filmini bir daha hiç seyretmediğini belirtmişti.[5]
Filmin hamisi Noailles Vikontu tıpkı aynı yıl Bir Şairin Kanı filminde Jean Cocteau'ya verdiği özgür desteğin benzerini bu filme de vermiş, Buñuel'i de yaratıcılıkta özgür bırakarak, hiçbir şeye karışmamıştı. Yalnız bir ara Buñuel'den filmin müziğini İgor Stravinski'ye yaptırmasını rica etmiş, Buñuel buna karşı çıkınca ısrarcı olmamıştı.
Bu sürrealist ve deneysel film Buñuel'in gelenekçi ve tutuculara bir tepkisidir. Senaryoyu birlikte yazdıkları sürrealist ressam Salvador Dalí ise kendi amacının "İçinde yaşadığımız toplumun alçakça işleyişini gözler önüne sermek!" olduğunu belirtmişti. Gerçeküstücülük (sürrealizm) I. Dünya Savaşı'nın yarattığı kargaşaya tepki olarak 1920'lerde doğmuştu. Gerçeküstücüler klasik sanata karşıydılar, çünkü onlara göre toplumun yozlaşmış değerlerine ve
akademik ölçülerin kalıplarına hapsedilmeye çalışılan klasik sanat yaratıcılığı engelliyor, insanları kendilerine yabancılaştırıyordu. Bu nedenle de Gerçeküstücüler klasik sanat gibi toplum tarafından hiç sorgulanmadan kabullenilen aile, din, vatanseverlik gibi kavramlara da acımasızca saldırıyorlardı.
Buñuel, "Altın Çağ" da bilinçaltına büyük ölçüde yer vermiş, düşle gerçeğin sınırlarını ortadan kaldırmıştır. Bilinçaltı ile akılcılığı muhteşem bir çatışmasının gösterildiği bu filmde çok sayıda erotik sembol de yer almaktaydı. Filmde birçok gerçeküstü rüyamsı görüntü birbiri arkasına sıralanır. Bu görüntü bombardımanı hem seyircideki gerçeklik duygusunu sarsmak, hem de birbirine bağlı bir simgeler dizisi meydana getirmek amacıyla yapılır. Film Freud'un düşüncelerine sıkı sıkıya bağlıdır. Buñuel de Freud gibi kültürü cinselliğin gizlenmesi olarak görür.
"Şartlar ne olursa olsun hiçbir şekilde cinsel olarak birleşemeyen bir erkekle kadını, karşı konulmaz bir dürtüyle birbirlerine iten çılgınca bir aşkın" anlatıldığı filmde birbiri arkasına sıralanan ve düşe benzeyen gerçeküstü sembolik görüntülerden bazıları şunlardır: Bir kemanın tekmelenişi, kör bir adamın sebepsiz yere dövülüşü, soylu bir kadının sudan bir sebeple tokatlanması, korucunun sırf sardığı tütünü yere döktü diye öz oğlunu avluda av tüfeğiyle tavşan gibi vurması, iki işçinin içinde şarap içtiği koca bir at arabasının kontesin verdiği partide şık salonun ortasından öylece geçip gitmesi ve hiçbir asilin buna aldırış etmemesi, genç kızın yatak odasına girdiğinde yatağının üzerine bir ineğin boylu boyunca uzanmış olduğunu görüp hiç şaşırmaması ve onu evcil bir köpekmiş gibi kovalaması, sevgilisiyle bahçede öpüşürlerken erkeğin bir süreliğine uzaklaşması üzerine yanındaki bir heykelin ayak başparmaklarını şehvetle öpüp emmeye başlaması vb.[6][7]
Semboller
Filmdeki bazı sembollerin açıklaması şu şekilde yapılmıştır:
Filmin hemen başında belgesel tarzında yakın çekimlerle gösterilen bir grup akrebin kayaların arasında yeryüzüne çıkmaları sahnesindeki ölümcül zehir taşıyan akrepler bizzat filmin kendisini temsil ederler. Hedefleri ise kilise, yerleşik düzen ve burjuvaların yaşam tarzıdır. Film amacını daha başından ortaya koymuştur. Ama bunun tam tersi bir yorum da yapılabilir. Akrepler aynı zamanda toplumun baskıcı unsurlarını da sembolize ederler. Bunlar kilise, yasalar, orta ve üst sınıfın bitmek tükenmek bilmeyen beklentileri ve standartlarıdır.[7]
Bir başka konuşmasız rüyamsı sahnede 10 yaşlarında tipik sevimli bir oğlan çocuğu sırtında tüfekle (muhtemelen avdan) gelen babasını avluda sevinç içinde karşılar. Babası da ona sevgi gösterir, kucağına oturtur, başını okşar, nasihatlerde bulunur. Güven veren bir görünüme sahip babanın sevgi gösterisi çocuğa kıyasla biraz daha yüzeyseldir. Baba tütün tabakasını çıkartıp sigara sararken coşku ve mutluluk içindeki çocuk (belki de ilgi çekmek için veya oyun olsun diye) babasının eline vurur ve tütünler yere saçılır. Oyunu sürdürmek isteyen çocuk hoplayıp zıplayarak uzaklaşırken birden tavırları değişen baba av tüfeğini doğrultur ve öz oğlunu vurur, bununla yetinmez ona yerdeyken bir kez daha ateş eder. Bu sahnede Buñuel'in topluma bakış açısı sembolize edilmiştir: Dış görünüşte destektekleyici ama özde son derece ilgisiz ve kaygısız hatta yasa ve kuralların uygulaması söz konusu olduğunda sert ve acımasız.[7]
Genç kız yatağında ineği bulunca hiç şaşırmaz, tıpkı evcil köpeğini kovar gibi onu nazikçe odadan çıkartır. Bu arada ineğin boynundaki çan sürekli çalar. İnek odadan çıkınca da çan sesi duyulmaya devam eder. İnek bir türlü sevgilisine kavuşamayan genç kızın anne olma isteğini sembolize eder. Zaten genç kız erkeğini düşlerken odaya girmiş ve ineği görmüştür. Bundan sonra da sevgilisini her düşlediğinde inek çanının sesini duyar.
Bir hizmetçinin alevler içinde çığlık atarak zengin konukların parti verdiği şık salona dalması ve yığılıp kalması (belki de ölmesi), buna rağmen salondakilerin buna hiç aldırış etmeden sohbetlerini sürdürmeleri, aynı şekilde iki işçinin içinde şarap içtiği devasa bir at arabasının aynı salonun ortasından öylece geçip gitmesi ve hiçbir konuğun buna da aldırış etmemesi, konukların nezdinde aristokrat ve burjuva sınıfının çöküşünü sembolize eder.[8]