Siyasetin estetikleştirilmesi, ilk kez Walter Benjamin tarafından faşist rejimlerin temel bileşeni olarak ortaya atılan bir fikirdi.[1]
Benjamin, faşizmin, kitlelerin haklarının tanındığını görmeden ve proleter kitlelerin ortadan kaldırmayı amaçladığı mülkiyet ilişkilerini etkilemeden kendilerini ifade etmelerine izin verdiği bir gösteri anlamında siyasetin estetize edilmesine yöneldiğini söylemiştir.[2] Benjamin şunları söyledi:
Faşizm, yeni proleterleşen kitleleri, o kitlelerin ortadan kaldırmaya çalıştığı mülkiyet yapısını etkilemeden örgütlemeye çalışır. Faşizm, kurtuluşunu bu kitlelere haklarını vermekte değil, kendilerini ifade etme şansı vermekte görüyor. Kitlelerin mülkiyet ilişkilerini değiştirme hakkı vardır; faşizm mülkiyeti korurken onlara bir ifade kazandırmaya çalışıyor. Faşizmin mantıksal sonucu, estetiğin siyasi hayata girmesidir. (...) Homeros'un zamanında Olimpos tanrıları için bir gösteri olan insanoğlu, kendisi için bir gösteri haline gelmiştir.
(...) Komünizm buna sanatı siyasallaştırarak karşılık verir.[2]
Bu aynı zamanda İtalyan Fütürist hareketiyle bağlantılı olarak kaydedilmiş ve İtalya'nın faşist rejimine dahil olmasının ana motivasyonu olarak varsayılmıştır.[kaynak belirtilmeli]
Alternatif olarak, "estetiğin siyasallaşması" (ya da "sanatın siyasallaşması") ideolojik olarak karşıt bir sentez için bir terim olarak kullanılmıştır; burada sanat[2] nihai olarak siyasi hayata tabidir ve dolayısıyla onun bir sonucudur, ondan ayrıdır, ancak sanatın sonuçsal siyasi doğasına ilişkin teori olarak siyasi kullanım için dahil edilmeye çalışılır. Tarihçi Emilio Gentile, bu iki fikrin birbirini dışlamadığını ve büyük ölçüde birbirini içerdiğini vurgulamıştır.
Benjamin'in orijinal formülasyonunda, estetiğin siyasallaşması, siyasetin estetize edilmesinin karşıtı olarak görülüyordu; ikincisi muhtemelen totaliter Faşist rejimleri "mitleştirmenin" bir aracı olarak gösteriliyordu.[3] Buna karşılık sanatın siyasallaştırılması, "deha ve ebedi değer gibi kavramların gizemini çözerek ve sanatın bir ulusun ya da ırkın özsel doğasını ifade ettiği fikrini ... gizemden arındırarak" sanatın siyasi değerini ve gücünü onaylamayı gerektirir. Başka bir deyişle sanatı politize etmek, onun temelde belirli bir sosyo-kültürel bağlamda var olan bir ürün olduğunu kabul etmektir; dolayısıyla komünizm "sanatı yalnızca kültürel bir ürün olarak değil, kültürel bir güç olarak da ciddiye alır".[4]
Benjamin'in konsepti Guy Debord'un 1967 tarihli Gösteri Toplumu kitabıyla ilişkilendirilmiştir.[5]
Çeviriler
Ayrıca bakınız
Kaynakça