Sadık Bey Sadıki, Safevi dönemi ressamı, şairi, biyografi yazarı, askeri ve minyatürcüsü olmuştur. 1533 yılında Tebriz'de doğdu, Kazvin'e yerleşmeden önce birkaç yılını gezgin bir derviş olarak geçirdi ve burada Şah sarayında çeşitli görevlerde bulundu. Nihayetinde 1596'da Şah kütüphanesindeki görevinden azledildi ve 1610'da İsfahan'da ölmeden önce son yıllarını kendi yazılarına odaklanarak geçirdi.
Sadık Bey Sadıki, 16. yüzyılın sonları ve 17. yüzyılın başlarında yaşamış, Şam'daŞah I. İsmail'in hükümdarlığına kendi rızalarıyla katılan Hudabandelü adlı Türk-Oğuz boyuna mensuptur. Sadık Bey eserinin başında Hudabandelü aşireti hakkında bilgi vermiştir.
Sadık Bey Afşar, ressam, şair, kütüphaneci ve askeri komutan olarak tanınıyordu. Babasının aşiret içindeki etkisi nedeniyle gençliğinde Hafız Sabuni'den, daha sonra da Fazai Hamadani'den şiir eğitimi almıştır. Şiirlerini Farsça'nın yanı sıra Azerice, Çağatayca ve Osmanlı Türkçesi ile yazan şairin tüm eserleri günümüze kadar ulaşmıştır. Mecma' al-Khavas, Kanun al-Suvar ve ünlü Fathnameh-yi Abbasi'nin de aralarında bulunduğu 10 eseri bulunmaktadır.
Sadık Bey aynı zamanda mükemmel bir resim eğitimi almış ve Kazvin'de resimle uğraştığı yıllarda bu sanatı öğretmiştir. İskender Bey Münşi, Tarikh-e Alam Ara-ye Abbasi adlı eserinde Sadık Bey'in hocasının ünlü ressam Muzaffer Ali olduğunu belirtmektedir. Bugüne kadar Sadık Bey'in imzalı dört portresi keşfedilmiştir.
Hayatı
Kaynaklarda adı komutan, derviş, şair, ressam ve saray kütüphanecisi olarak geçen Sadık Bey, Hicri 940 (MS 1533-1534) yılında Safevi Devleti'nin başkenti Tebriz'in Vicuya mahallesinde doğdu.[1] Asıl adı Sadık'tır. Sadigi bir takma addır. Kaynaklarda bazen Sadigi Geylani, Sadighi Kitabdar, Sadık Bey Sadıkı isimlerine rastlamak mümkündür.[2]İskender Bey Münşi ve Gazi Ahmed Gumi eserlerinde ondan Sadık Bey Afşar olarak bahsetmektedir. Babası Şah İsmail ortaya çıktığında kendi isteğiyle Şam'dan Irak ve Azerbaycan'a gelmiş ve Hudabendi boyunun nüfuzlu kişilerinden biriydi.[2] Sadık Bey, kökeni hakkında şunları yazıyor:
"Ben Hüdabəndəlü adıyla meşhur ve tanınmış Türk boyundanım. Onlar, adil şahın ülkeyi fethetmeye ve dünyayı ele geçirmeye başladığı ilk günlerde boyun eğmek ve yardım etmek için Şam diyarından dünyanın sığınağının kutsallığa geldiler."[3]
Kaynaklarda babasının adı geçmemekle birlikte, aşiret içinde güçlü nüfuza sahip varlıklı kişilerden biri olduğu bilinmektedir. Bu nedenle Sadık Bey, çocukluk ve gençlik yıllarında dönemin önde gelen âlim ve sanatkârlarının öğrencisi olmuştur. 20 yaşındayken, 1553 yılı civarında Sadık Bey'in babası öldürüldü. Babasının öldürülmesinden sonra kendisine destek olacak kimsesi olmayan Sadık Bey, memleketini terk ederek gezgin dervişlere ve Kalenderlere katıldı. Yazarın "Mecmau'l-Havas" adlı eserinde verdiği bilgilerden, Kalenderlerle birlikte olduğu yıllarda Halep, Bağdat, Necef, Kerbela, Gilan, Lahican, Astrabad ve Hemedan gibi birçok Safevi ve Osmanlı şehrini gezdiği anlaşılmaktadır. Örneğin eserinde, Anadolu'da şiirin üstadı olarak bahsettiği Baki ile iyi bir dostluk kurduğundan bahseder. Baki 1556-1560 yılları arasında Halep'te kadı vekili olarak görev yaptığından, Sadık Bey'in bu yıllarda Halep'i ziyaret ettiği düşünülmektedir. Ayrıca eserinde Bağdat'ta Kıyamüddin Bağdadi ile Necef ve Kerbela'da Kılınç Bey ile görüştüğünden bahseder. Sadıki'nin bu şehirlerde ne kadar kaldığı bilinmemektedir. İskender Bey Münşi, bir süre Kalenderlerle birlikte yaşadıktan ve seyahat ettikten sonra Hemedan valisi Emir Han'ın Sadık Bey'in durumundan haberdar olduğunu yazar. Sadık Bey'i Kalenderlerden uzaklaştırdı ve onu koruması altına aldı.[4] Şah İsmail döneminde (1576-1577) Sadık Bey'in Kazvin'deki kraliyet kütüphanesinde çalıştığı belirtilmektedir. Sultan Muhammed Hudabende (1578-1587) döneminde başkentten ayrılarak önce İskender Han Afşar'ın, sonra da Bedir Han Afşar'ın yanında çalıştı. Sadık Bey 1581'de Astarabad savaşında hala cesur bir savaşçı olduğunu kanıtladıktan sonra Yezd'e gitti ve bir süre Hace Kıyas-ı Nakşibend'in emrinde çalıştı. Şah I. Abbas'ın 1587'de tahta çıkmasından sonra Sadık Bey Kazvin'e döndü ve kısa süre sonra yeniden kraliyet kütüphanecisi olarak atandı. O yıllarda hattat Ali Rıza Tebrizi ile olan rekabeti Kaziyev tarafından kaydedilir ve Sadık Bey'in 1592-1598 yılları arasında kütüphanecilik görevini yürüttüğü belirtilir. Safevi tarihçilerinden Celaleddin Muhammed Yezdi, "Tarikh-i Abbasi" adlı eserinde Sadık Bey'in 1598 yılında kütüphanecilik görevinde bulunmadığından bahseder. Ancak hayatının sonuna kadar maaş almaya devam ettiği kaydedilmektedir. Timurlu ve Safevi dönemlerini ele alan "The Cambridge History of Iran "ın altıncı cildinde Sadık Bey Afşar'ın kütüphaneci olarak atandığı tarih Hicri 995 (M.S. 1587) olarak verilmektedir.[5]
Şairin hayatının son yıllarında yazdığı Türkçe mektuplardan hasta olduğu anlaşılmaktadır. Ölüm tarihi tarih yazımında tartışma konusudur. Bu tartışmaların temel nedeni, Petersburg Şarkiyat Enstitüsü'nde muhafaza edilen Teymur Han Türkmen'in portresi üzerine Muin Musavvir tarafından yazılan notun iki farklı şekilde okunmasıdır. Not şöyledir: "Bu, merhum Teymur Han Türkmen'in 102 yılında merhum Sadık Bey Afşar tarafından çizilen portresidir ve ben, Muin Musavvir, 1095 yılında tamamladım." İlk çalışmasında 1002 tarihini 1020 olarak yorumlayan Kaziyev, sanatçının 1020/1612-1024/1616 yılları arasında öldüğünü belirtmiştir.[6] Birkaç yıl sonra yayımlanan ikinci çalışmasında ise yeni araştırmaların bu tarihin 1002/1594 olarak okunması gerektiğini gösterdiğini belirtmiştir. M. Muradova, "Sadıki Bey Sadıki'nin Doğumu ve Ölümü Üzerine" başlıklı makalesinde, şairin günümüze ulaşan eserlerindeki kısa bir biyografik nota göre 1609 yılında 77 yaşında öldüğünü yazmıştır.[7] Valih-i Dağıstani'nin "Riyazü'ş-Şüarə" adlı tezkiresindeki bilgilere dayanan bütün çalışmalarda Sadıki'nin ölüm tarihi 1018/1609-10 olarak verilmektedir. Ancak Tagi Ovhedi'nin "Arafatü'l-Arifin "i gibi kaynaklarda hicri 1022/1614 civarında vefat ettiği belirtilmektedir.[5]
Çalışmaları
Şair olarak
Bugün Sadık Bey Afşar'ın daha çok şair ve sanatçı nitelikleriyle anıldığı düşünülebilir. Döneminin biyografi yazarları ve tarihçileri Sadık Bey'in şairlik yeteneğinden övgüyle bahsetmişlerdir. "Mecmaul-Khawas" adlı eserinde yazdığına göre, gençliğinde Hafız Sabuni'den ve daha sonra Fazai Hamadani'den şiir eğitimi almıştır. Kuşkusuz şiir sanatındaki en önemli hocası Nişaburlu Mir Suni'dir. Hocasını derviş tabiatlı ve dindar bir kişi olarak hatırlayan Sadık Bey, Tebriz'de üç yıl boyunca ders aldığı kişinin 90'lı yaşlarında olduğundan bahseder. Bu bilgiye dayanarak Amerikalı profesör Anthony Welch, Sadıki'nin Mir Suni'den ders aldığı yılların yaklaşık olarak 1565-1568 yıllarına tekabül ettiğine inanmaktadır. Gazi Ahmad Komi de eserinde Suni'nin 1568 yılında öldüğünü belirtmektedir.
Yaşadığı dönemde gazelleri, kasideleri, rubaileri, muhammesleri, mesnevileri ve diğer şiirleri çok sevilen Sadık Bey Sadıki, hem Türkçe hem de Farsça olmak üzere üç farklı lehçede şiirler yazmıştır. Şair "Sadıki" mahlasıyla tanınmıştır. Mevlana Celaleddin Rumi'nin "Mesnevi "sinin Türkçeye çevrilmesi ile ilgili yazdığı mektup bu açıdan çok önemlidir. Mektupta Şah I. Abbas'ın kendisinden Mesnevi'yi Türkçeye çevirmesini istemesi üzerine eseri Çağatay, Azerbaycan ve Osmanlı lehçelerine uygun olarak hazırlayıp Şah'a sunduğundan bahsedilmektedir.[8]
Sadıki'nin şairlik yeteneğini gösteren bir diğer önemli husus, görevden ayrıldıktan sonra inzivada yazdığı ve 1010/1602 yılında tamamladığı toplu eserleridir. Tebriz Milli Kütüphanesi'nde 3616 numarada muhafaza edilen mecmuanın müellif nüshası, şairin manzum ve mensur eserlerinden oluşmaktadır. Bu nüshada yer alan eserler, sonradan eklenen bir içindekiler tablosunda aşağıdaki şekilde sunulmuştur:[9]
Kasideler (Zubtad el-kelam)
Gazeller
Çeşitli şiirler
Şairlerin tezkiresi (Majmaul-khavas)
Rubai'nin
Makaleler ve ayet hikayeleri
Şairler adına söylenen bilmeceler
"Fethname" mesnevisi
Şairlerin tezkirelerinden sonra
Türkçe yazılmış kaside ve gazeller
Feyzi şiirleri üzerine risale
"Kanunüs-suvar" - resim üzerine bir risale
"Haziyat" risalesi
Ağıt ve kompozisyon
Heydari'nin hicvi
Münşaat - Türkçe ve Farsça dillerinde
Falak'tan şikayet ve Muhammed Bey Mazagi'nin hicvi
Çeşitli hicvler
Mecma-ül-Havas
Sadıkı'nın yaratıcılığının en önemli eserlerinden biri olan "Mecma-ül-Havas" adlı tezkire, edebiyat, bilim ve edebi düşünce tarihi çalışmalarında önemli bir rol oynamaktadır. Tazkira 1597-1598 yıllarında yazılmıştır. Eser, Osmanlı topraklarından günümüz İran, Azerbaycan, Orta Asya, Afganistan, Pakistan ve Hindistan'a =kadar uzanan geniş bir coğrafyanın edebi ve sosyo-politik ortamını belirli bir zaman dilimi içinde (Şah I. İsmail döneminden yazarın yaşadığı döneme kadar) yansıtmaktadır. Şairin kendisinin de belirttiği gibi, bu eser yazarın uzun seyahatlerinin ve gözlemlerinin bir sonucudur.[9] "Mecma-ül-Havas "ın girişinde Sadık Bey, Abdurrahman Cami'nin "Baharistan", Ali Şir Nevai'nin "Mecalisü'n-Nefais", Devlatşah Semerkandi'nin "Tazkiretü'ş-Şuara" ve Sam Mirza'nın "Tohfe-i Sami" adlı tazkirelerini örnek olarak zikreder. Tezkire bir giriş, 8 bölüm (mecmualar) ve bir sonuçtan oluşur.[8]
Sadıki Bey tarafından Azerice yazılan "Mecma-ül-Havas" adlı tezkirede Safevi döneminde faaliyet gösteren 480 şair, ressam ve hattat hakkında değerli malzemeler toplanmıştır. Eser, hem Azerbaycan hem de Fars kültür ve sanatının araştırılması için önemli bir kaynaktır. Eser yakın zamanda Farsçaya çevrilmiş ve Tahran'da yayımlanmıştır.
Fathnameyi Abbasi-namidar
Bu eser Şah Abbas'ın hayatına, faaliyetlerine, seferlerine ve savaşlarına adanmıştır. Yaklaşık 2500 beyitten oluşan eser, çok değerli biyografik ve tarihi bilgiler sunmaktadır.[10] Yazar, çeşitli tarihi olayları ve savaşları benzetmeler ve mecazlar kullanarak son derece sanatsal bir biçimde anlatır ve Şah Abbas'ın kahramanca bir imajını yaratır.[11]
"Mecma-ül-Havas "ın yanı sıra, Sadık Bey Afşar'ın Türkçe eserleri arasında topladığı mektuplar da bulunmaktadır (18 mektubun 14'ü kendi dilindedir). Şairin Türkçe şiirleri Tebriz Milli Kütüphanesi'nde muhafaza edilen el yazmaları koleksiyonunun 888-917. sayfalarını kapsamaktadır. Ayrıca hem tezkiresinde hem de mektuplarında Türkçe şiirlere rastlamak mümkündür.[12][13]
Sadık Bey Afşar'ın 478 Türkçe şiirden oluşan koleksiyonunda 5 kaside, 40 gazel, 1 saqinama, Şah Abbas'a hitaben yazılmış mesnevi formunda 1 şiir, 1 tarkibband ve 1 kıta bulunmaktadır. İlk kasidede şair, havaların soğumasını ve kışın gelişini anlatmak için alegoriden yararlanır. Bu 43 beyitlik kaside edebiyatımızdaki en başarılı kış temalı kasidelerden biridir. İkinci kaside Hazreti Ali'nin övgüsüne adanmıştır. Üçüncü kasidede şairin sürgündeki durumu anlatılır. Dördüncü kasidede Şah Abbas övülmekte, beşinci kasidede ise tabiatın güzellikleri konu edilmektedir.[12]
Sanatçı olarak
Sadıkı'nın sanat eğitimine ne zaman başladığı sorusu tarih yazımında tartışılan konulardan biridir. A. Velc'e göre Sadıki, şiir hocası Mir Suni'nin ölümünden sonra Tebriz'denKazvin'e taşınmış ve resim eğitimine orada başlamıştır. Bu olay 1568 yılı civarında, şair 35 yaşındayken gerçekleşmiştir. Öte yandan İskender Bey Münşi, Sadıki'nin genç yaşta sanat eğitimi aldığını ve 1568'den sonra profesyonel bir ressam olduğunu yazar.[14]
Münşi, genç Sadıki'nin Muzaffer Ali'nin öğrencilerinden biri olduğunu ve uzun süre onun gözetiminde resim yapmanın inceliklerini öğrendiğini belirtir. Babasının ölümünden sonra Sadıki, Muzaffer Ali'den ayrılarak Kalenderlere katıldı.[14] Emir Han Musullu'nun himayesine girdikten sonra Hemedan'a taşınan Sadıki Bey, burada Mir İbrahim ve Musa Rıza'ya resim öğretti. Bu da onun 1568'den önce sanat eğitimi aldığını göstermektedir. Kaziyev de Münşi'nin görüşlerine katılarak Sadık Bey Afşar'ın genç yaştan itibaren resimle uğraştığını belirtir. Türk sanat tarihçisi Gülnihal Küpeli bu kronolojiye dayanarak alternatif bir görüş sunar. Küpeli şöyle yazmaktadır:
“
"Sadık Bey, başkentin henüz Tebriz olduğu 1548'den önce Muzaffer Ali'den minyatür dersleri almış ve 1568'de Kazvin'deki şah kütüphanesinde eski hocasıyla çalışmaya devam etmiş olabilir. 1539-1543 yılları arasında Tebriz'de yaşadığı bilinen Muzaffer Ali gibi usta bir minyatürcünün 35 yaşındaki birini öğrenci olarak kabul etmesinin en makul açıklaması muhtemelen budur. Sadıki'nin şiir eğitimi aldığı Mir Suni'nin de Sadıki'nin minyatür sanatına dönüşünde önemli bir rol oynadığı düşünülmektedir. Mir Suni aynı zamanda bir hattattı ve boya hazırlama ve kâğıt boyama konusundaki bilgisi muhtemelen Sadıki'nin minyatür sanatına yeniden ilgi duymasına yol açtı."[15]
”
Kanun üs-Süver
Sadıkı'nın önemli bilimsel eserlerinden biri, görsel sanatların metodolojisi ve pratiğine adanmış 204 beyitten oluşan manzum bir risaledir. Bu risalede yazar, ressamlara kendilerinden talepkar olmalarını ve resim malzemelerini ve tasvir ettikleri nesneyi mükemmel bir şekilde anlamalarını tavsiye eder. Eser 17 kısa bölümden oluşmaktadır. Risalenin başında Sadık Bey Afşar gençlere şöyle seslenir:[16]
"Yalnız çalış demiyorum; bir rehber ara. Eğer böyle bir üstat bulamazsanız, o zaman size her işte yardımcı olmak için yazdığım Kanun üs-Süver'den yüz çevirmeyin. O, karşılıksız ve minnetsiz yardım eden bir üstattır. Sadıki'nin onun adını ara sıra iyi niyetle anmanızdan başka bir dileği yoktur."
Risalede kalemi bağlama yöntemi üzerine özel bir bölüm vardır. Burada Sadıki Bey Afşar, her şeyden önce sanatçının kalemi nasıl bağlayacağını bilmesini ve malzemelerini anlamasını talep eder.[17]
"Resmin Önemli Özellikleri Üzerine" başlıklı bölümde, Orta Çağ süslemeciliğinin çeşitli motif ve kompozisyonlarından bahsedilmekte ve bu alanda başarıya ulaşmada yeteneğin önemine dikkat çekilmektedir.[17] Bir başka bölümde, yapışkan boyaların hazırlanması ele alınmaktadır. Yazar şöyle yazıyor: "Boyanızda çok az yapıştırıcı varsa, kuru toz gibi dökülür; çok fazla varsa pıhtılaşır, bu nedenle ölçüye dikkatle uyulmalıdır."[18]
Ayrıca bu eser, modern kopyacı ressamlar ve restoratörler için fırça ve kâğıt hazırlığından minyatür kopyalamada renk seçimine kadar her konuda bilgi sağlayan paha biçilmez bir kaynaktır. Mevcut elyazmasının son bölümü lak hazırlanmasına ayrılmıştır. "Sendarus" adı verilen bitkisel bir reçinenin keten tohumu yağıyla pişirilmesiyle elde edilen bu cila, karton kalem kutuları, tabutlar ve bazı el yazmalarının kapaklarındaki resim ve süslemeleri nemden ve mekanik hasarlardan korumak için kullanılırdı.[19]
Resimleri
Sadıki'nin hocası Muzaffer Ali'nin rehberliğinde çizdiği "Mecmaü'l-Havas" ve "Kanunü's-Suver" adlı eserlerde övgüyle bahsedilen ilk önemli çalışması, 1573 tarihli "Garşaspname" nüshası için çizdiği minyatürdür. Çalışmaları Şah II. İsmail tarafından çok beğenildi ve bunun sonucunda saray kütüphanesine atandı ve Siavuş Bey Gürcü, Mir Zeynalabidin, Şeyh Mohammad Shirazi, Ali Asgar Kashi ve Abdullah Şirazi gibi sanatçılarla aynı çalışma ortamını paylaştı.[20]
Sadıki Bey, Şah İsmail'in 1576-1577 tarihli "Şehnâme"si için 7 resim çizmiştir. Kaynaklarda 1579 tarihli "Habib al-Siyar" nüshası için de bir minyatür hazırladığından söz edilse de Şah I. Abbas dönemine kadar ağırlıklı olarak tek sayfalık çalışmalar yaptığı söylenebilir. 1587-1589 yıllarında Şah Abbas döneminde hazırladığı "Şehname" illüstrasyonları ve 1593 tarihli "Anvar-i Suhaili" nüshasındaki minyatürler kitap illüstrasyonları arasında en değerli çalışmaları olarak kabul edilir.[21]
Sadık Bey, koleksiyonunda yer alan bir mektubunda, Sadık Salman'ın "Kuliyat "ının resimlerini çizip iade ettiğinden bahseder. Bu da sanatçının birçok kitap için minyatürler hazırladığını göstermektedir.
Sadık Bey'in eserleri, yaşadığı dönemde hem ülkesinde hem de sınırlarının ötesinde büyük değer görmüştür. Kendisi için bir kaside yazmış olan şair Kururi'ye, "Tüccarlar eserlerimin her sayfasını üç tümene satın alıp Hindistan'a götürüyorlar, bu yüzden onları ucuza satma" demiştir.
Sadık Bey'in görsel sanat yaratıcılığında portre çalışmaları önemli bir yer tutar. Avrupa'da yayınlanan literatürde, çoğunlukla birkaç eserinden alınmış reprodüksiyonlara rastlanır. "Amal-e Sadiki" imzalı ve sadece kontur çizgileriyle çalışılmış deseninde, sarıklı ve sivri sakallı yaşlı bir emir tasvir edilmiştir. Yerdeki deri üzerine bağdaş kurarak oturan emir, biriyle konuşuyor gibidir. Vücut, kollar ve baş için kullandığı etkileyici ve serbestçe akan çizgiler, mağrur figürün inandırıcı ifadesini aktarmaya yardımcı oluyor. Bu eser geleneksel olarak "Emir'in Portresi" olarak adlandırılır.[22]
Sanatçının imzalı basılı eserlerinden birinde eşek üzerinde orta yaşlı bir binici tasvir edilmiştir. Bu minyatürün sağ tarafında Arapça olarak "Rakimahu Sadiqi" yazmaktadır. Binicinin, özellikle de bindiği eşeğin tasviri çok canlı, orantılı ve doğaldır. Bu eser, Doğu minyatürlerinin karakteristik manzara tasvirlerinden farklı bir doğa tasviri ve kompozisyon yapısına sahiptir. Binici ön planda, gerçekçi sanatın karakteristik özelliklerine uygun bir oran ve ölçekte tasvir edilmiştir. Arka planda küçük tepeler gösterilmiştir. Uzakta, sarp bir kayanın üzerinde antik bir kalenin silueti ve bu kayanın eteğinde bir yerleşim yeri - bir köy - görülebilir. Avrupa sanatının gerçekçi özelliği olan perspektif küçültmenin Doğu minyatür sanatına yabancı olduğu bilinmektedir. Sadece 16. yüzyılın sonunda birkaç sanatçının eserlerinde ortaya çıkmıştır, bunlardan biri de Sadık Bey'dir.[23]
Sadık Bey'in yaratıcılığının imzasını taşıyan eserlerden biri de Teymur Han Türkman'ın portresidir. Bu portreyle ilgili ilk bilgiler 1886 yılında Petersburg'da yayınlanan Doğu Dilleri Enstitüsü'nün el yazmaları kataloğunda yer almaktadır. Resimde gri bir cübbe giymiş, sert görünümlü, göbekli bir hükümdar, açık yeşil bir halı üzerinde dizlerinin üzerine oturmuş ve ellerini dizlerine dayamış olarak görülmektedir. Kırmızı çizgili sarığının ortasında yükselen uzun fesi de kırmızıdır.[24] Plastik bir formda canlı renklerle çalışılmış bu portre, uygulaması açısından yeni nüanslara sahiptir. Burada hükümdar oturur vaziyette, yüzü yana dönüktür. Sarığının sağ tarafında mücevherli bir hançer görülmektedir. Bununla birlikte, resim belirli bir kişiyi tanımlayan bireysel özellikler ve karakteristikler içermektedir. Portrenin sağ alt tarafında Farsça bir not bulunmaktadır:[6]
"Bu, merhum Teymur Han Türkman'ın tasviridir. Merhum Sadık Begy Afşar tarafından 102 yılında yapılmıştır. En düşük hizmetkâr Muin Musavvar 1095 yılında tamamladı. Üzerine bereket olsun!"
Sadıki Bey'in yaratıcılığı, İsfahan okulu da dahil olmak üzere minyatür sanatının gelişiminde önemli bir rol oynamıştır.
Gülnihal KÜPELI (2019). Savaşçı Bir Sanatkârın Kaleminden Safevî Sarayındaki Müzehhib ve Nakkaşlara Dair Notlar.|erişim-tarihi= kullanmak için |url= gerekiyor (yardım)
Mehmet Nuri ÇINARCI (2018). MECMA’Ü’L-HAVÂS TEZKİRESİNDE DAİR VE ESER ÜZERİNE DEĞERLENDİRMELER.|erişim-tarihi= kullanmak için |url= gerekiyor (yardım)