Roman büyük ölçüde otobiyografik özellikler taşıyor. Romanda daha çok da, Paul Morel ile annesi Gertrude Morel arasındaki karmaşık ilişkiden bahs ediliyor. Roman, başkahramanı Paul Morel olmakla, hem de Kuzey İngiltere'de bir madenci kasabasında yaşayan Morel ailesinin romanıdır. Roman ilerledikçe Morel ailesinin yaşadığı ev, şehirler, çalışılan yerler ve ilişkiler büyüyor ve gelişiyorlar. Karakterler bu büyüme içinde silikleşip, korkak ve çekingen hale geliyorlar. Ancak doğa içinde yeniden kendilerine gelerek güzelleşiyorlar. Romanda peyzaj manzaraları ve ruh halleri tıpkı bir ressam gibi okucunun gözümüzde canlandıracak detaylar ile anlatılıyor.
Dört çocuk annesi, okumuş Bayan Gertrude Morel'in madenci olan kocası Walter Morel içkiye düşkün kaba saba bir adamdır. Bu yüzden Bayan Morel başta Paul olmakla, tüm umutlarını oğullarına bağlar. Onun ikinci çocuğu kız; diğer çocuklar erkektir. O, özellikle de parlak bir kariyere başlayan ve yeni nişanlanan, gözbebeği olan büyük oğlunu beklenmedik bir anda kaybedince tüm varlığını ortanca oğlu olan Paul'a yöneltir. Annesinin dayanılmaz sahiplenme duygusu, Paul'un yaşamını baştan sona etkileyir. Sanatsal eğilimleri olan yetenekli ressam ve duyarlı Paul, hayatına giren diğer kadınlarla ve kişisel mutluluğuyla annesi arasında sıkışıp kalır. Bayan Gertrude Morel yalnızca babasıyla olan ilişkisine değil, âşık olduğu iki kadınla ilişkilerine de egemen oluyor.
Birçoklarınca Paul kendisi de madenci bir ailenin çocuğu olan D. H. Lawrence'a benzetilmiştir. Onlar sarhoş gezen madenci baba Walter ve ona direnen güçlü anne Gertrude tiplerinin de açıkça yazarın kendi anne ve babasını andırdığı ileri sürülmüştür.