Kerbela, Ali Berktay'ın yazdığı iki perdelik tiyatro oyunu.
Müslümanların tarihinde yaşanan en trajik olaylardan biri olan Kerbela katliamı, İslam peygamberi Muhammed'in torunu Hüseyin bin Ali'ye bağlı küçük bir grubun, EmevihalifesiI. Yezid'e bağlı ordunun Hicri 61. yılın 10. Muharrem gününde, bugün Irak sınırlarında olan Kerbela'da karşılaşmalarını ve aralarında çocuk ve kadınların da bulunduğu Hüseyin bin Ali ve mahiyetindekilerin öldürülmelerini konu edinmektedir.[1]
Oyunun bir buçuk yıl süren yazım süreci 1995'te başlamış, öncelikle kitap olarak yayımlanmış, ilk sahnelemesi ise 2009'da yapılmıştır.
Gerek Ankara Devlet Tiyatrosu, gerekse İstanbul Şehir Tiyatroları sahnelemesinde kapalı gişe oynayarak konusu, işlenişi, müzikleri, koreografisi, oyuna eşlik eden koro, kostümleri, işitsel ve görsel efektleriyle dikkatleri üzerine çekmiştir.[2] Oyun, Kerbelâ Olayı'nın dini boyutundan ziyade, tarihten bir kesitle yola çıkarak hırs, iktidar, baskı karşısında adalet, direniş ve mücadele ruhunu sunmaktadır.[3]
Oyun, 2015-2016 sezonunda da Şehir Tiyatroları programında yer almaktadır.[4]
Özet
I. Perde
Oyun, Ali bin Ebu Talib'nin öldürülmesiyle başlar. Ali, 661 yılında İbn-i Mülcem tarafından gerçekleştirilen bir suikastta hayatını kaybeder.
Ali'nin oğlu Hasan, Muaviye karşısında ordu oluşturmuş fakat herhangi bir saldırıda bulunmamıştır. Kendisine biat edenler arasında savaşmak ve Muaviye'yle barış imzalamaktan yana olan ayrı gruplar vardır. Hasan birlik sağlamak adına Muaviye'yle barış imzalar ve savaşmadan yenik düşüp Kufe'ye döner. Daha önce kendi önünde göğüs döverek biat eden Kufelilerin Muaviye'yenin önünde diz çökmek için sıra kavgası yaptığını görür ve o da Muaviye'ye biat etmek durumunda kalır.
Hasan, kardeşi Hüseyin'le de görüşüp Muaviye'ye biat etme sebebini, kendisine biat edenlere güvenemediğini, güçsüz olduklarını, daha fazla kan dökmemek adına barış istediğini açıklamaya çalışır. Babası Ali'nin de Ebubekir'e karşı çıkmadığı örneğini verir. Hüseyin Hasan'la aynı fikirde değildir. Durumun farklı olduğunu, Ali'nin gerektiğinde kılıç çekmekten çekinmediğini anlatmaya çalışarak, Muaviye'ye karşı her şeye rağmen direnmek gerektiğini savunur. Hüseyin bunun bir halifelik kavgası olmadığını, halkın zulüm içinde çığlıklarına sessiz kalamayacağını söyler. Hasan ise dava uğruna çok az insanın kendini feda edeceğine inanmaktadır. Hüseyin, kazanamayacak olsa dahi, cemaatini suçlamadan önce bir imamın önce kendisinin yola çıkmaya cesareti olması gerektiğini söyler. Ağabeyi Hasan öfkelenir. Hüseyin susar ve "Geleceği bekleyelim, görelim." der.
Hasan ve Hüseyin kervanla yola düşüp Medine'ye göçer. Bir devir kapanmış, Muaviye kazanmıştır. Özgür vicdanlar susturulmuştur. Doğruların yerini dalkavuklar, kardeşlik türkülerin yerini korku alır. Muaviye Hasan'ı zehirletip öldürtür ve sonra bir de yas ilan eder.
Halifelik yirmi yıl boyunca I. Muaviye'de kalır,[5] fakat sonunda karabasanlar ve yalnızlık içinde ölüm döşeğine düşer. Yerine oğlu Yezid'in geçip hükmünü sürdüreceğini söyler. Yezid, babasının ölüp yerine kendisinin geçeceğini düşündükçe içten içe sevinmektedir. Muaviye bunu fark etse de kabullenir.
Muaviye hayattayken, oğlu I. Yezid'i veliaht ilan eder. Ölüm döşeğinde oğlu Yezid'e bazı öğütler verir. Kendisiyle birlik görünen insanlara güvenmemesi gerektiğini, toplumunun tüm değerlerini hiçe sayıp insanları sadece ezerek denetlemeye çalışırsa düşmanlarının olacağını söyler. "Almadan vermek Allah'a, iktidardayken vermeden almaya çalışmak ise ahmaklara mahsustur." der. Kimseye sırrını vermemesi fakat herkesin sırrını öğrenmesini söyler. "Etrafındakileri hem kullan hem zayıflat ki, aralarında bir tek sen güçlü kalasın." der. Çıkarcı dalkavuklar Muaviye'nin emriyle yanına doluşmuştur. Muaviye, kendilerine bir konuşma yapar. Halifeliği oğlu Yezid'e bıraktığını açıklar. Buna rağmen Hüseyin'in önündeki en önemli engel olduğunu, dikkat etmesi gerektiği fakat aynı zamanda düşmanlığını da kazanmaması gerektiğini söyler.
Muaviye artık son günlerindedir ve Yezid'in halifeliğini açıkladıktan sonra herkes onun çevresinde toplandığından yalnız bırakılmıştır.
II. Perde
Muaviye ölür. Yezid Şam'da halifedir. Hüseyin, Yezid'e de biat etmemiştir. Tetiktedir. Emevi saltanatının sürdürücüsü Yezid, İslam'ı zorbalık ve aldatmacalarla bir iktidar aracı olarak kullanarak, halifeliğini kabul ettirme çabasındadır.[6]Medine valisine de bir mektup yazarak Hüseyin bin Ali'ye değil kendisine biat etmesini, aksi takdirde bunu canıyla ödeyeceğini bildirir. Hüseyin bu duruma şiddetle karşı çıkar ve olayı araştırmak üzere önce Mekke'ye giderek insanların fikrini alır.
Bir taraftan Kufeliler Hüseyin'e mektup üstüne mektup göndererek ona biat etmek istediklerini söyleyip davet ederler. Hüseyin "Önce Yezid'in bir sonraki hamlesini mi beklemeli yoksa Kufelilerin çağrısına hemen gitmeli mi..." diye düşünür. Düşünde dedesi, babası ve sonra da annesi Fatma'yı görür. Annesi, dirilişlerin kurban istediğini, ayaklarını bastığı yerin eskisi kadar sağlam olmadığını, uğruna yola düştüklerinin belki de çok azının onu anlayacağını söyler. "Ya yalnızlığa alıştır kendini ya da bırak kendi yaşamlarına sahip çıksın insanlar." der. Hüseyin ise, belki de onlar için değil kendi için yürüdüğünü, bunun artık bir iktidar sorunu değil, insanlığını koruyabilme savaşı olduğunu söyler. Annesi gelecekte kan gördüğünü söyleyerek, "Ne git diyebilirim sana, ne de gitme..." der.
"Burak Davutoğlu, İmam Hüseyin’in içsel güzelliğini su yüzüne pek güzel çıkarıyor."
Hüseyin düşünmüş ve kararını vermiştir. Kufe'ye amcasının oğlu Muslim bin Akil'i gönderecektir. Müslim, Kufe'ye vardığında ilgiyle karşılanır, kalabalıklar Hüseyin'e biat verir ve Hüseyin'in Kufe'ye gelmesini bildirir. Hüseyin'in tüm kuşkuları dağılır, mutlu olur. Fakat Yezid'in emriyle Kufe'ye gönderilen İbn Ziyad felaketi olur. Kufeli Hüseyin taraftarları Yezid'in yandaşları tarafından bastırılır. Müslim'i daha önce bağrına basan kent, artık onu boğmaya başlayan bir tuzak olur. Kalabalıklar dağılmış, Müslim yalnız kalmıştır. Korku kol gezmektedir. Duruma el koyan İbn Ziyad, önce halkı tehdit edip korkutur, ardından zulme isyan ettiğini söyleyen Müslim'i, halkı halifeye karşı kışkırtmakla suçlar ve yakalatıp başı kılıçla gövdesinden ayrılıp Kufe sokaklarında halka gösterilir. Çocukları da öldürülür. Hüseyin bu olumsuz gelişmelerden yolda iken haberdar olur. Geri dönmek ya da yola devam etmek arasında tereddüt yaşar ise de devam kararı alır.
İbn Ziyad, Müslim ve çocukları için ağıt yakan kadınların sesleri için "Bu gürültü de ne Ömer?" diye Ömer bin Sad'e sorar ve bir bozguncunun ardından yas tutulamayacağını, derhal susturulmalarını emreder. Yezid'in savaşçılarından Hür, Ehl-i beyti seven bu insanların ölülerine ağlama hakkı olduğunu savunur. Halkı hor görmemesini söyler. Hüseyin'in yolda olduğunu öğrenen İbn Ziyad, istekli olmasa da, Hür'ü ve ona güvenemediği için başka bir görev için hazırlanmış Ömer bin Sad komutasındaki kalabalık bir askerî birliği Hüseyin'in üzerine gönderir.
Bu sırada Horasanlı ve Hüseyin'in kız kardeşi Zeynep, Hüseyin'i Küfe'ye gitmekten vazgeçirmeye çalışsa da ikna edemez. Müslim ve çocukları öldürülmüştür. Diğer taraftan, Hüseyin, Yezid'e boyun eğmeyecektir ve savaş olacağını sanmadığını, onları ikna edebileceğini, iyimser bir beklentisi olduğunu söyler. Onların konaklamasını ve tek başına Küfe'ye gideceğini söylediğinde Hüseyin'i yalnız bırakmayacaklarını söylerler.
Hür komutasındaki birlik biat istemek üzere Kerbela'da Hüseyin ve beraberindekilerinin yanına ulaşır. Bu sırada Hür, karşısındaki kişilerin sayısından on kat fazla savaşçıyla kuşattığı için vicdan muhasebesi yapmaktadır. Ne geri dönebilir, ne de Hüseyin'e zarar vermek ister. Hüseyin'i islam ülkesinde karışıklık çıkmaması için biat etmeye ikna etmeye çalışır fakat Hüseyin kılıçları zalimlerin eline vererek kör sağır dilsiz, keyif içinde yaşanamayacağını söyler. Halkın valilerce hakaretlere uğradığını, meydanlardan başka kendilerini savunacak yerleri olmadığını söyler. Hür'e de emir kulu olup, Hakkın kulu olmadığını; Yüzünü Yezid'e, sırtını halkına döndüğünü söyler. Dini saltanat kılan, saraylarının çeşmelerinden mazlum kanı akan bir Yezid'e biat etmeyeceğini tekrarlar.
"Suriye topraklarında mescitlerin yanıbaşına saraylar dikildi. Müslümanlar korkularından doğru bildiğini söyleyemez oldular. Zındanlar, haksızlığa karşı durmaktan başka suçu olmayanlarla doldu. ve hilafet değil ! Saltanat kurdular kendilerine."
Hüseyin, komutan Hür'e uzak yoldan geldiğini, içecek suları olup olmadığını sorar. Hür, olmadığını söylediğinde su verir. Zaten kendi içinde kararsızlık yaşayan Hür, bu davranıştan etkilenir. Hüseyin, Hür'ü ikna etse de başka bir komutanın üzerine gönderileceğini de tahmin eder. Endişe duymaya başlar. Ömer bin Sad ve Yezid hiçbirine acımaz. Ömer komutayı devralır. Hüseyin artık olacakları tahmin etmektedir.
Hüseyin ve beraberindekilerin etrafı kuşatıldıktan sonra çoluk çocuk, hasta günlerce aç susuz bırakılır. Hüseyin üzüntü içindedir. Su yolları kapatılır. Amaçları Hüseyin ve beraberindekilerinin kayıtsız şartsız teslim olmalarını sağlamaktır fakat onlar akıbetlerini bilseler de mücadeleden vazgeçmezler. Günler geçer...
Sonunda saldırı emri gelir. Hüseyin, Ömer'le konuşmaya gider. Onu ikna etmeye çalışır. Ömer, bunun kendisinin görevi olduğunu ve Hüseyin'in biat etmesini, Halifeye bağlı birlik olmalarını ister. Hüseyin, bir birlik olmadığını, servetlerine servet katmak için insanları birbirine boğazlattıklarını, karşı çıkanlara işkence yapan, öldüren çıkarcılar sürüsü olduklarını haykırır ve zalime biat edip susarak zulme ortak olmayacağını söyler. Ömer, artık ya biat etmesi ya da savaşmasını söyler. Hür, yetmiş kişiye yedi bin kişi olduklarını söyleyerek karşı çıkar ve Hüseyin'in tarafına geçip biat eder. Onun için savaşır. Önce tek tek mücadeleyle geçen direnişte Hüseyin'in yoldaşları oklarla, kılıçlarla öldürülmeye başlanır. Hüseyin'in yeğeni Kasım da savaşmaya gideceğini söyler. Hüseyin'in kardeşi Zeynep, Hüseyin'e Kasım'ın, Hüseyin'in kızı Fatma'yı sevdiğini söylemiştir. Hüseyin de ölmeden önce bu iki genci çağırıp konuşur ve birbirlerine kavuşmaları için nikâhlarını kıyar. Ertesi gün Kasım savaşa katılır. Tüm çatışmalar sonunda kundaktaki hasta oğlu Ali Asker oklarla vurulur. Kardeşi Abbas, yeğeni Kasım, Hür, akrabaları, bebek, çocuk, yaşlı demeden birer birer Hüseyin'in gözü önünde öldürülür. En son da Hüseyin sevenlerine son sözlerini söyler. Ok ve mızraklarla kuşatılır. Öldürülür.[1][8]
Yazım süreci ve analizi
Oyunun yazarı Ali Berktay, eşi ve oyunun yönetmeni Ayşe Emel Mesçi, Tuncel Kurtiz'le kurdukları halk oyuncuları tiyatro topluluğunda İsveç ve Fransa'da 14 yıl tiyatro yaptı. Türkiye coğrafyası ve Orta Asya kültürüne odaklandı. Bu kültürlerin geleneklerini oyunlara nasıl aktaracaklarını uzun süre araştırdı. İslam kültürü ve tasavvuf, Ayşe Emel Mesçi'nin ilgisini çok çekiyordu. Bu tarihin altında ne olduğunu merak etti, Sema öğrenmek istedi. Bu süre zarfında bir dervişle tanışıp, tasavvuf konusunda kendisinden bilgi aldı. Derviş, bir gün kendisine bir neyzenle beraber gelip Fuzûlî'nin Hadikatü's-Süeda (Saadete Ermişlerin Bahçesi) kitabını getirdi. "Bu senin vazifen, sahneye taşıyacaksın." dediler. Mesci, kitabı o gece okudu ve çok etkilendi. Sonrasında oyunun yazarı, eşi Ali Berktay'a “Sen Kerbela'yı yazacaksın ben de yöneteceğim. Bu bizim görevimiz.” dedi ve Kerbela oyunu bu şekilde yazıldı.[6]
Ali Berktay, oyunu yazma aşamasında yazar, araştırmacı ve hukukçu bilim insanı Metin And'dan da yardım aldı. Onun taziyeler ile ilgili çalışmalarından yararlandı. Yaklaşık bir buçuk yıllık bir çalışma sonucunda ‘Kerbela’ metni ortaya çıktı.[6]
Yazar, çevirmen, sinema ve tiyatro oyuncusu Ali Berktay, Kerbelâ Olayı'ndan güncel pek çok göndermesi olan bir oyun ortaya çıkarttı. Berktay, oyunu daha çok taziye ile modern tragedya arasında bir yere oturtmaya çalıştı. Olayı, sadece Şiilerin kınadığı bir “vukuat” olarak değil, aslında Sünni ve Şii dünyasını birleştiren bir unsur olarak ele aldı. Tüm Müslümanların Hüseyin bin Ali'in katledilmesini trajik bir olay olarak hatırladıklarını; başta Yezid olmak üzere katliamda payı olanları lanetlediklerini anlattı fakat Kerbela olayını bu oranda basit, sadece acı ve hüzünlendiren bir olay olarak ele almadı. Hüseyin'i haksızlığa karşı çıkmanın simgesi olarak öne çıkarttı. Olayı zulümlere bir başkaldırış olarak tanımladı. Nasıl ki Yezid her kötülüğün, kurnazlığın, zulmün sembolü ise, İmam Hüseyin karakterini de mazlumların, ezilmişlerin, yalın ayaklıların umudu olarak çizdi.[7]
Oyunda Hüseyin, rüyasında gördüğü annesi Fatma'ya, "Nasıl anlatsam, bu iktidar sorunu değil artık, insanlığımı koruyabilme savaşı",[6] "Barış yapmak kimi zaman savaşmaktan çok daha zor bir zanaat” gibi sözlerle içinde bulunduğu durumu, "Zulme isyan etmek insanım diyenin boyun borcudur." sözleriyle haksızlık ve zulme karşı verdiği mücadeleyi, "Parçalanmış demiri bile onarmanın yolu var ama parçalanmış insanları yeniden birleştirmek olanaksız" sözleriyle durumun biçareliğini ifade etmektedir.[5]
Oyun, 1995'te başlayan ve bir buçuk yıl süren araştırma ve yazım süreci sonunda Bakırköy Belediyesi'nin düzenlediği bir yarışmaya gönderildi ve büyük ödülü kazandı.[9] 1996'da Mitos Boyut Yayınevi tarafından kitap olarak basıldı.[1]
Duyulan tepki ve direniş ruhu ise oyunun yönetmeni Ayşe Emel Mesçi tarafından sahneye aktarıldı.
Türü ve sahnelenişi
Yöntem olarak Antik Yunan ve William Shakespearetrajedilerinden yola çıkan,[2] taziye ile ilgili çalışmalardan yararlanan Ali Berktay,[2] taziye biçimini de içinde barındıran bir büyük İslam tragedyasını oyunlaştırdı ve taziye ile modern tragedya arasında bir yere oturtmaya çalıştı.[3]
Kerbela, İslam tarihinin önemli bir olayıyla, Türkiye gerçekleri arasında paralellik kuran, görsel efektleri, döneme hakim metni, koreografisi, kostümleri ve etkileyici müzikleriyle şiirsel ve destansı bir oyundur.[3][10] Tarihle efsanenin iç içe geçtiği kültürel bir odak noktasıdır. “Kerbela”, İslamiyet'in kuruluşunda var olan demokratik öğelerin yok edilmesine, hilafetin saltanatlaşıp Doğu'nun klasik devlet yapılanmasına (nemrutlaşmasına) ve şeriatın bu saltanat-devlet anlayışının resmî doktrini haline gelmesine, din kisvesi arkasında, inançların yerini çıkarların almasına duyulan tepkinin, zulme, haksızlığa başkaldırının hikâyesi, kardeşliğin, sevginin, aşkın ama aslında bir direnişin öyküsüdür.[11] Ayşe Emel Mesçi oyunda acıyı ve hüznü danslarla, ritüellerle, ağıtlarla anlatmıştır.[3] Oyuna orkestra, koro ve solo bağlama eşlik etmektedir. Her sahnenin duygusal ve düşünsel derinliğine uygun görsel ve işitsel efektler kullanılmıştır.[12]
Gösterimleri
Ankara Devlet Tiyatrosu
İlk olarak 2009'da Ankara Devlet Tiyatrosu'nda yüz kişilik ekiple sahnelenmeye başlandı[2][13][14] ve beş yıl boyunca Ankara Devlet Tiyatrosu'nda kapalı gişe olarak sahnelendi.[15] Oyun, Ankara Devlet Tiyatrosu'nda sahnelendiği dönemde bazı siyasi konularla ilişkilendirilmeye çalışılmış, tartışmalara yol açmıştır. Kapalı gişe oynayıp, politik çevre tarafından çok beğenildiği dönem de olmuş, ardından MEB bürokratlarınca oyunun uygunsuz bulunduğu, bu sebeple öğretmenler gününde sahnelenecek oyuna seksenbir ilden gelen öğretmenlerle birlikte izlenecek oyun için bakanın oyunu izlemekten son anda vazgeçtiği iddia edilmiştir. Bu iddia karşısında ise MEB yetkilileri ise böyle bir durum olmadığını, sayının yetersiz olması sebebiyle oyunun gösteriminin yapılmadığını savunmuşlardır.[16]
Ankara Devlet Tiyatrosu sahnelemesinde Hüseyin karakterini canlandıran başrol oyuncusu Erdinç Gülener, bir söyleşisinde oyunun bir sahnesinde üç oyun boyunca bir kelebek gördüğünü, oyunda da seyircilerin arasında yukarlarda bir yerlerde bir silüet olarak Hüseyin'i gördüğünü söylemiştir.[17]
İstanbul Şehir Tiyatroları
2014'te İstanbul Şehir Tiyatroları Genel Müdürü ve oyuncu Erhan Yazıcıoğlu, İstanbul Şehir Tiyatroları'nın 100. yılını bu oyunla kutlamak istemiş şehir tiyatrolarının 100. yıl oyunu olarak repertuvara almıştır. İstanbul Şehir Tiyatroları'nca sahnelenen oyunun süresi iki saat kırkbeş dakikadır.
Oyunda olayların merkezinde bulunan İmam Hüseyin rolü, tiyatro eleştirmenlerinden övgü alan[7] oyuncu Burak Davutoğlu tarafından sahnelenmektedir.
İzmir Devlet Opera ve Balesi
Oyun, 2014'te aynı zamanda İzmir Opera ve Balesi'nde Mehmet Balkan koreografisi ile Lale Balkan tarafından bale gösterisi olarak sahneye uyarlanmıştır.[18][19]
Kadrosu
(2014 - 2015 İstanbul Şehir Tiyatroları sahnelemesi)
Hüseyin'i kuşatan, sonradan Hüseyin'e biat eden komutan
Sakine
Nilay Bağ
Hüseyin'in kızı
Görüntüler
Hüseyin düşünmüş ve kararını vermiştir. Kufe'ye amcasının oğlu Muslim bin Akil'i gönderecektir.
İbn Ziyad, önce halkı tehdit edip korkutur, ardından zulme isyan ettiğini söyleyen Müslim'i, halkı halifeye karşı kışkırtmakla suçlar ve yakalatıp başı kılıçla gövdesinden ayrılıp Kufe sokaklarında halka gösterilir.
Hüseyin ve beraberindekilerin etrafı kuşatıldıktan sonra çoluk çocuk, hasta günlerce aç susuz bırakılır. Hüseyin üzüntü içindedir.
Önce tek tek mücadeleyle geçen direnişte Hüseyin'in yoldaşları birer birer Hüseyin'in gözü önünde öldürülür. En son da Hüseyin sevenlerine son sözlerini söyler. Ok ve mızraklarla kuşatılıp öldürülür.
Tepkiler
Tiyatro eleştirmeni Üstün Akmen, köşe yazısında oyuncu kadrosunu tümüyle iyi ve yaratıcı bulduğunu belirtti. Başrol oyuncularından Burak Davutoğlu'nun Hüseyin'in içsel güzelliğini su yüzüne pek güzel çıkarttığı, anlatıcı Aslı Öngören'in ise anlatıcıya gövdesel hayat buldurmakla birlikte karakteri aynı zamanda güzel, zarif, yankılı ve rengarenk kıldığı yorumunu yaptı. Müzik ve orkestranın atmosfer yaratmadaki başarılı olduğunu, ışık tasarımının da oyuncu ve dekora destek olduğunu, kostümlerdeki renk seçimini de etkileyici bulduğunu belirtti. Düşüncelerini "Oyundan çıkarken, pörsümüş muhalefetimizi, felç edilmiş direnme/başkaldırma yeteneğimizi ancak Kerbela olayı üzerinden onarabileceğimizi anladım. Günümüzün Yezitlerini ya da Yezitleşenlerini yok etmemiz için Berktay'a ve Mesci'ye teşekkür etmemiz gerektiğine inandım. 'Ben yanmasam/Sen yanmasan/Biz yanmasak'ı andım." şeklinde ifade etti.[7]
Tiyatro Eleştirmenler Birliği web sitesindeki yazısında eleştirmen Erkal Umut, oyun metninin şiirsel gücünün diyaloglardaki mükemmel akış ve matematiğinin dikkat çektiğini yazdı. Oyunda geçen "Kökleri sağlam ama dalları kurumuş ağaç" gibi metaforların metne güç verdiğini belirtti. Oyun metninde geçen bazı sözlerin dünyanın herhangi bir yeri ve zamanında haksız yönetimlere karşı mücadele edenlerin sesi niteliğinde olduğunu yazdı. "Tek tek, dekorda, kostümde, ışıkta, müzikteki başarılardan söz edilebilir; ancak söz edilmesi gereken şey bunların bir araya gelişlerinde ortaya çıkan sihirdir." yorumunda bulundu. Anlatıcı Aslı Öngören'in metnin her harfini olağanüstü akıl dolu bir oyunculukla yorumladığını, "Role nasıl mesafe konulur, karşıtlık ve taraflılık bir oyuncunun yüzü ve bedeninde nasıl hayat bulur, bir oyuncunun sesi sahnedeki debiyi nasıl arttırır, onu hayranlık verici bir şelaleye nasıl dönüştürür, oyuncunun rolüne dair dramaturjisi nasıl olmalıdır, sahnede atılan her küçük adımın bile oyuna katkısı nasıl olur"un dersini verdiğini söyledi.[10]
Tiyatro eleştirmenlerinden Mehmet Konuk, ışık tasarımının oyuna olan katkılarının altını çizerek, oyunun sahnelenişiyle ilgili yaptığı yorumda ise anlatıcı Aslı Öngören ve Hüseyin başrolündeki Burak Davutoğlu dışındaki oyuncuların oyunun trajedisini yeterince yansıtamadığını yazdı. Aslı Öngören'in anlatıcıyı salt bir kuruluktan koparıp oyunun dram kısmını sesiyle bezeyerek verdiğini, Burak Davutoğlu'nun ise durduğu yeri, mesafesini, çok doğru ayarladığını ve gereksiz abartılara kaçmadan yerinde bir sakinlikle Hüseyin'i olması gerektiği gibi temsil ettiğini belirtti.[20]
Cumhuriyet gazetesi köşe yazarlarından Öznur Oğraş Çolak, Kerbela oyunun İslam tarihinin önemli bir olayıyla, Türkiye'nin bugünkü gerçekleri arasında paralellik kuran, şiirsel ve destansı bir oyun olduğu, zulme, haksızlığa başkaldırının hikâyesi, kardeşliğin, sevginin, aşkın ama aslında bir direnişin öyküsü olduğunu dile getirmiştir. Oyunda kullanılan müziğin oldukça etkili acı dolu olduğunu belirtmiştir. Ayrıca oyunda Hüseyin rolündeki Burak Davutoğlu'nun yumuşak ve akıllarda kalacak oyunculuğuyla dikkat çektiğinin altını çizmiştir.[3]
Tiyatro Eleştirmenleri Birliği üyesi, yazar ve eleştirmen Hayati Asılyazıcı, köşe yazısında "Ayşe Emel Mesçi’nin Kerbela; sahneleniş, oyunculuk, müzik, sahne ve giysi tasarımıyla bir büyük tiyatro olayı. Kerbela, bir tiyatro şölenidir. Her oyuncu, rolünü başarıyla oynuyor." yorumunu yaptı. Kerbela olayına nesnel yaklaşımla, hiç yan tutmadan oyunlaştırıldığını, taziye oyunlarından çok farklı bulduğunu belirterek taziyeyi de içinde barındıran benzersiz bir yapıt olduğunu yazdı.[2]
^abcBerktay, Ali, Kerbela,. Kerbela: oyun : 2 perde (1996 bas.). Mitos Boyut Yayınları. ISBN9789758106097.Kaynak hatası:Geçersiz <ref> etiketi: ":52" adı farklı içerikte birden fazla tanımlanmış (Bkz: Kaynak gösterme)