Geleneksel Anadolu Halk Hekimliğinin kaynakları arasında hem İslam öncesi hem de İslam sonrası inanç ve uygulamalar yatmaktadır. Şamanist köklere örnek olarak ateş ile yapılan uygulamalar ve hastalığın olduğu yerin emilmesi örnekleri verilebilir. Aynı zamanda özellikle Alevi-Bektaşi dedeleri ve ocaklıları eliyle hastalığa sebep olan ruhsal varlıkların kovulması, kişinin içinden çıkarılması, delilerin tedavi edilmesi, Tahtacı ileri geleni dalaz denilen kaşıntı hastalığını tedavi etmesi. Dedelerin yılancık, sıraca ve alazlamayı tedavi etmek için okumalarının kökenleri Şaman uygulamalarına kadar geri gitmektedir. (Kaynak F. Bayat, a.g.e. s.261) Benzer uygulamalar Sünni çevrelerde de cinci veya hoca tabir edilen kişiler tarafından yapılmaktadır.
Diğer önemli kaynaklardan biri de İslam peygamberine dayandırılan Tıbb-ı Nebevidir. Diğer dini figür Lokman Hekimdir. Peygamber veya sadece hikmet sahibi bir kimse olup olmadığı tartışmalı olan bu zat ile ilgili olarak Kur'an'da başlı başına bir ayet bulunmakta ve hekimlik bilgisinin kendisine Allah tarafından verildiğine inanılmaktadır. Anlatılarda Lokman Hekimin ölümsüzlük iksirini ararken kullanacağı bitkiyi ararken bitkinin dile geldiği ve "Ben ölümsüzlüğe çareyim" dediği bildirilir. Ancak Lokman hekimin iksiri gerçekleştirdikten sonra görünmez bir elin iksiri döktüğü ve formülü tuttuğu notlarının Ceyhan Nehrinin sularına karıştığına inanılır.
Bir diğer kişi de ünlü İslam filozofu, matematikçisi, tıp adamı olan İbn-i Sina'dır. Onun "El-Kanun fi't-Tıbb" adlı eseri hem Doğu hem de Batı dünyasında tıp alanında uzun yıllar baş eser olarak kabul edilmiş, yazdığı ve kendisine atfedilen reçeteler halk hekimliğinde kaynak olarak kullanılmıştır. İbn-i Sina'nın dışında, Razi, İbn el-Cezzar, İbn-i Nefis gibi aynı zamanda tıp adamı olan bilginlerin de İslam dünyanın tıp bilgilerine çalışmalarıyla katkıları olmuştur.
Türklerde Tababet
İslam Öncesi ve Sonrası Tıp
İlk kaynakları mitolojilere kadar giden Türklerin tıp tarihine bakıldığında tıp ile eski Türklerin dini inanışları arasında bir bağ olduğu görülmektedir. Örnek olarak Yakut Türklerinin Güzellik Tanrıçası Ayzıt sağlık tanrıçısıyken Alt Türklerinde ise Tanrıça Yayık aynı fonksiyonu üstlenmiştir. Bu dönemde koruyucu ruhsal güçlerin insanların sağlığı için gerekli olduğu düşünülürdü. Göktürkler'in halk sağlığını önemsedikleri tedavi için değişik bitkilerden ilaçlar yaptıkları bilinmektedir. Türklerde ilkin sağaltım-tedavi işiyle ilgilenen kişiler aynı zamanda dini ritüelleri de yöneten "Kam" veya "Baksı"lardır. İkinci olarak "Otacı", "Emçi" veya "Atasagun" adı verilen hekimlerdir. Bu dönemde bitkilerden tedavide önemli ölçüde yararlanılmıştır.
Geniş bir alanda ve farklı diyalektlerde kaleme alınmış Türkçe tıp literatürü üzerinde yeterli araştırma yapılmamıştır. Ancak mevcut araştırmalar en eski Türkçe tıp literatürünün Orta Asya'da Turfan'da bulunan onuncu yüzyıldan kalma, Uygur Türkçesiyle yazılmış kırkbeş tomar olduğu göstermektedir. Hint ve Çin tıp literatüründen Uygur lehçesine çevrilmiş tıp reçeteleri genel olarak materia medica'dan ve bazı yerel ilaçlardan müteşekkildir. İçinde tıp terimleri olan (581 terim) Divan-ı Lügat'it Türk gibi eserler bir kenara bırakılırsa Türkçe tıp literatürü Hakim Barakat'ın 13. yüzyılda (Selçuklu dönemi) Amasya hakimi Alp Gazi'ye ithaf ettiği Tuhfa-i Mubarizi adlı eserle başlayarak süreklilik kazanmıştır. Türk tıp literatürü 14. ve 15.yüzyıllarda Anadolu Selçuklu Devletleri yöneticilerinin de desteğiyle hızla artış göstermiştir.
Dönemin Türk tıp literatürlerindeki konular genel olarak humoral teoriyle uyumlu olarak betimlenen etiyoloji, semptomlar ve belirtileriyle, teşhisleriyle (nabız yöntemi, üroskopi vs.) klasik İslam tıbbı teori ve uygulamalarıyla aynı özellikleri sergilemektedir.
Selçuklu Döneminde Tıp
Selçuklu döneminden önce Türk tıbbı kurumsallaşmaya ve gelişmeye başlamış, hemen her büyük şehir merkezinde sağlık kuruluşları inşa edilmiştir. Anadolu Selçuklu başkenti Konya'da hastalarının tedavi edildiği şifahâne ile akıl hastalarının tedavi edildiği bimarhane yan yana bulunuyordu XIII. yüzyılda Selçuklular ayrıca Divriği, Çankırı, Kastamonu, Tokat, Erzurum, Erzincan, Mardin, Amasya gibi merkezlerde, birçok hastahane inşa edilmiş ancak bu hastahanelerin çoğu günümüze ulaşamamıştır.
Osmanlı döneminin ilk Türkçe telif tib kitabi olarak kabul edilen "Havâsu'l-Edviye"yi te'lif eden Ishak b. Murad ile Amasya Hastahânesi bashekimi Sabuncuoglu Serafeddin ve Sultan II. Murad adina 841 (m. 1437)'de "Zahire-i Muradiye" adli büyük tip kitabini yazan Sinoplu Mü'min b. Mukbil, sonradan Osmanlı Devleti'ne gelip hizmet eden tabiblerdir.
Osmanlılar da hastahane kurmakta, aynı geleneğini devam ettirmişlerdir. Sağlık konusunda daha Sultân Orhan zamanında (1324 - 1362) Bursa şehrini fetheden Osmanlılar birkaç yıl sonra, bir hastahane kurmuşlardır. Yıldırım Bâyezid Bursa'da ikinci bir hastahane kurdurmuştur.
Fâtih Sultan Mehmed devri, tibbî faaliyet ve gelismeler bakimindan önemli bir devirdir. Fâtih, saglik islerini organize eden ve o günün sartlarina göre çok ileri bir zihniyetin anlayisi oldugu anlasilan Hekimbasilik (Reisu'l-Etibba) müessesesini kurarak, basina Kutbeddin Ahmed'i getirmisti. Sultan Fâtih'in oğlu II. Bâyezid ise Edirne'de Kirişhâne Mahallesi'nde bir cüzamhane ile akıl hastanesi yaptırmıştır. Evliya Çelebi, Seyahatname adlı eserinde Fâtih, Süleymâniye, Sultânahmed hastahanelerini anlatır.
Osmanlı döneminde tıp adamlarına büyük önem verilmekteydi. Yerli tıp adamlarının yanı sıra farklı bölgelerden gelen tabibler de Osmanlı'da ilgi görmekteydi. Bu dönemin tabipleri ameliyatlar yapabilmekteydi. Örneğin nebatî (bitkisel tıp) tıpla meşgul olan Altunîzâde'nin (öl. XV. yüzyil sonlari) idrar darligi çekenlere başarılı sonda ameliyatları yaptığını Şakaik-i Numaniye'den ögrenmekteyiz.
Osmanlı'da yazılan bazı tıp eserleri ve yazarları şunlardır:
Nidaî: Baytarnâme: Manzume-i Tib, Menafi'n-Nâs, Tababet-i Beseriye ve Baytariyye
Takiyüddin Sirazî: Enisu'l-Etibba fi't-Tib
Mehmed Efendi: Menbau'l-Hayat
Davud Antakî: Bugyetu'l-Muhtac, ed-Durretu'l-Muntahab, Elfiye fi't-Tib, Letaifu'l-Minhac, Mecmau'l-Menafii'l-Bedeniyye
Teori
Eski Anadolu tıbbında diğer antik kültürlerdekine benzer şekilde (Yunan ve Çin tıbbı)insan vücudunda dört temel unsurun (bk. Humoral Patoloji Teorisi) bulunduğu kabul edilmektedir. Bunlar; safra, sevdâ, dem ve balgam veya günümüzdeki söyleyişiyle Kan, Sarı safra, Kara safra ve Balgamdır. Ahlat-ı erba'a denilen bu dört unsurdan biri veya birkaçının eksikliği, fazlalılığı hastalığın kaynağıdır. Bu dört unsurdaki dengesizlik psikolojik rahatsızlıkların da kökeninde yatmaktadır.
Ahlat-ı erba'adaki dengesizliği anlamak için yani teşhis koymak için hekim nabız teşhisi metodunu kullanır ayrıca hastaya sorular sorulur ve yanıtlara göre bir tedavi tarzı seçilirdi.
İslam tıbbı da Antik Yunan'da doğmuş olan bu tıp teorisini büyük ölçüde benimsemiş ve geliştirmiştir. İslam tıp teorisinde Humoral Patoloji Teorisi'nin genel unsurları aşağıdaki çizelgede gösterilmiştir.
Osmanlı'da kurumsal hale gelen tıp çalışmalarında günümüz tıbbında geçerli deneysel çalışmalara benzer çalışmaların olduğu bilinmektedir. Örneğin Sabuncuoğlu Şerefeddin'in 1465'te yazdığı Cerrâhiyye-i İlhâiniyye'sinde ameliyat tekniklerini ve operatörlük aletlerini gösteren resimler yapmıştır.
Çeşitli kesimlerde "Kocakarı ilaçları" deyimiyle pejoratif ima taşıyan bir kullanımla değerlendirilen halk arasındaki sağaltım yaklaşımları ise çok büyük çeşitlilik gösterir. Halk arasında bilgeliğiyle tanınan ve geleneksel bir öğreti silsilesiyle usta-çırak ilişkisi içinde sağaltım yöntemleri öğrenen ve "El almak" denilen deyimle tanımlanan bu ilişki içerisinde kendini geliştirmiş kişiler halkın karşılaştığı sağlık sorunlarına özgün yöntemler kullanarak yanıt vermeye çalışmışlardır. Özellikle modernleşme sonrasında ve yaygınlaşan modern sağlık sistemiyle bu tür insanların sayısında da azalma olmuş ancak kimi geleneksel ve yerel kültüre büyük ölçüde yerleşmiş uygulamalar halk arasında uygulanmaya devam ettirilmektedir.
Bitki kullanımının yaygın olduğunu görmekteyiz: Ahlat-ı erbaa'dan sevdâ arttığında gelin saçı denilen eft'imûn, ahlat-ı erbaa'dan balgam arttığında Ebûcehil karpuzu kullanılırdı. Baharatlar da şifa verici özellikleriyle öne çıkardı. Bunların en meşhuru Mesir macunu ve Padişah macunu olarak bilinen karışımlardır.
Bazı uygulamalara örnekler:
Akıl ve sinir hastalıklarında yatır yanındaki suda yıkanılır. (Çorum). Doğumu kolaylaştırmak için kadına kocasının avucundan su içirilir (Tokat, Antalya, Sivas, İstanbul, Mersin, Isparta, Sinop) Doğumu kolaylaştırmak için kadına Kabe toprağı konmuş su içirilir. (Ordu) Doğumu kolaylaştırmak için, türbe toprağı konmuş su içirilir. (Eskişehir) Çocuğun sancısını kesmek için, hocaya bıçak ağzı yazdırılır ve bu bıçağın batırıldığı su çocuğa içirilir. (Trabzon) Yürüyemeyen çocuk, üç gün, hiç tartılmamış etin içine konduğu su ile yıkanır. Sonra et, üç yol ağzına gömülür. Kırk basan çocuk çeşme veya değirmen çarkından alınan su ile yıkanır. (Adana, Gaziantep) Kırklama yapmak için kırk tas su sayılır. Suyun içine yeşillik, bıçak, tarak konur. Bu su lohusa ve çocuğun başına dökülür. Kırklama yapmak için üç yol ağzında lohusa ve çocuğun başına elek konur. Eleğin içine tarak, ayna, anahtar, makas, dua okunmuş kırk tane küçük taş konur. Üç kere bunların üzerinden su dökülür. (Antalya)
Irak makamı, çocuklarda menenjit ve afagan hastalıklarına iyi gelir.
İstafahan makamı, zihni açar, zekayı arttırır, gönül tazeleyicidir,üşüten ve ateş verici hastalıklardan korur.
Zirefgen makamı, çocukların dimağından kaynaklanan, fasial felç, felç ve sırt ağrısı, eklem ağrıları, kulunç hastalıklarında faydalıdır.Rehavi makamı, çocukların tüm baş ağrılarına faydalı olup, burun kanamasına, fasial paralizi, felç ve balgamdan ileri gelen hastalıklar.
Büzürk makamı, beyin ve kulunç hastalıklarında, güçsüzlüğü gidermek ve düşünceyi yönlendirmekte, sevdayı defedici ve tehlikeden korkma hususunda faydalı.
Zengube makamı, çocuğun kalp hastalıklarında, menenjit ve beyni ilgilendiren hastalıklarda, mide ve karaciğer hastalıklarında faydalı.
Hicaz makamı, çocuklarda görülen idrar zorluğuna, erişkin erkeklerin cänsel olarak uyarılmasında etkili.
Buselik makamı, kulunç ve kalça ağrısı, soğuk baş ağrısı ve çeşitli göz hastalıklarında faydalı.
Uşşak makamı, küçük çocukların kulağına güzel sesle okunursa, çocukların uykusunu getirmesi ve naz uykusunda dinlenmeye etkisi olup, yetişkin erkeklerde meydana gelen ayak ağrılarına faydalı.
Hüseyni makamı, çocukların karaciğer ve kalp hastalıklarında beden ısısını düşürmede, mide hararetinde ve ergin erkeklerde gizli humma ve 4 günde bir gelen ayak ağrılarına faydalı.
Neva makamı, ergenlik çağına gelmiş çocuklarda meydana gelen, urk-un nisa hastalığı ve kalça ağrısına faydalı olup gönül okşayıcı bir makamdır.
Prof. Dr. Turhan Baytop, Türkiye'de Bitkilerle Tedavi, I.U Eczacılık Fak.,1984,İstanbul
Prof. Dr. Ali Haydar Bayat, Kemaliyye: Erken Anadolu Türkçesi İle Yazılmış Bir Tıp Risalesi, Merkezefendi Geleneksel Tıp Derneği, İstanbul, 2007
"Bibliyografyanın Işığında Lokmân, Hakî mi, Hekim mi?", Tıp Tarihi Araştırmaları, S.10, İstanbul 2001, S.144-155. Ali Haydar Bayat, "Türk Kültüründe Lokman Hekim", Türk Dünyaı Araştırmaları Vakfı, İstanbul 2001
Abdullah Köşe, Bülent Özaltay, Mehmed Bin Ali, Terceme-i Cedide Fi'l-Havvassi'l-Müfrede 1102-1690, Merkezefendi Geleneksel Tıp Derneği, İstanbul, 2006
Yadigar: 15. yüzyıl Türkçe tıp kitabı Yadigar-ı İbn-i Şerif,Hazırlayan: M. Yahya Okutan, Merkezefendi Geleneksel Tıp Derneği, İstanbul, 2004
Abdülvehhab Bin Yusuf İnb-i Ahmed el-Mardini, Kitabul'l-Müntehab Fi't-Tıb 823-1420. Haz. Prof. Dr.Ali Haydar Bayat Merkezefendi Geleneksel Tıp Derneği, İstanbul, 2005
Türk Halk Hekimliği Sempozyumu. 17., 18. ve 19.yüzyıllara Ait Bazı Reçete Örnekleri ve Halk Hekimliğimizdeki Yeri. 23-25 Kasım 1988, Ankara.
Demirhan,A.: Folkloric Medicine in Turkey and Some Patterns, XXVI th International Congress of the History of Medicine, Plovdiv-Bulgaria, 20-25 August 1978
Nil Sarı & M. B. Zülfikar “Paracelsusian Influence on Ottoman Medicine in the Seventeenth and Eighteenth Centuries” in Transfer of Modern Science & Technology to the Muslim World. pp. 157–180.