Barış İçin Akademisyenler bildirisi veya "Bu Suça Ortak Olmayacağız" bildirisi, Türkiye'de 2015-16'da Türkiye-PKK çatışmasının bir parçası olarak gerçekleşen çatışma ve operasyonlar sırasındaki sokağa çıkma yasaklarının ve şiddetin sona ermesi için çağrı yapan bir bildiridir. 11 Ocak 2016'da 1128 akademisyenin imzasıyla yayımlandı.[1] Takip eden hafta içerisinde imzacı akademisyenlere destek olmak amacıyla gelen yeni imzalarla birlikte bildirinin nihai imzacı sayısı 2212'ye ulaşmıştır.[2][3][kaynak belirtilmeli]
Barış İçin Akademisyenler inisiyatifi, 2016 yılında Aachen Barış Ödülü'ne layık görüldü.[4]
İçerik
11 Ocak 2016'da açıklanan bildiride yer alan başlıca talepler:[1]
"Devletin başta Kürt halkı olmak üzere tüm bölge halklarına karşı gerçekleştirdiği katliam ve uyguladığı bilinçli sürgün politikasından derhal vazgeçmesi"
"Sokağa çıkma yasaklarının kaldırılması"
"Gerçekleşen insan hakları ihlallerinin sorumlularının tespit edilerek cezalandırılması"
"Yasağın uygulandığı yerde yaşayan vatandaşların uğradığı maddi ve manevi zararların tespit edilerek tazmin edilmesi" ve "bu amaçla ulusal ve uluslararası bağımsız gözlemcilerin yıkım bölgelerinde giriş, gözlem ve raporlama yapmasına izin verilmesi"
"Müzakere koşullarının hazırlanması" ve "kalıcı bir barış için çözüm yollarının kurulması"
"Hükümetin Kürt siyasi iradesinin taleplerini içeren bir yol haritasını oluşturması"
"Müzakere görüşmelerinde toplumun geniş kesimlerinden bağımsız gözlemcilerin bulunması”
Bildiri metni
"Bu ülkenin akademisyen ve araştırmacıları olarak bu suça ortak olmayacağız!
Türkiye Cumhuriyeti; vatandaşlarını Sur'da, Silvan'da, Nusaybin'de, Cizre'de, Silopi'de ve daha pek çok yerde haftalarca süren sokağa çıkma yasakları altında fiilen açlığa ve susuzluğa mahkûm etmekte, yerleşim yerlerine ancak bir savaşta kullanılacak ağır silahlarla saldırarak, yaşam hakkı, özgürlük ve güvenlik hakkı, işkence ve kötü muamele yasağı başta olmak üzere anayasa ve taraf olduğu uluslararası sözleşmeler ile koruma altına alınmış olan hemen tüm hak ve özgürlükleri ihlal etmektedir.
Bu kasıtlı ve planlı kıyım Türkiye'nin kendi hukukunun ve Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası antlaşmaların, uluslararası teamül hukukunun ve uluslararası hukukun emredici kurallarının da ağır bir ihlali niteliğindedir.
Devletin başta Kürt halkı olmak üzere tüm bölge halklarına karşı gerçekleştirdiği katliam ve uyguladığı bilinçli sürgün politikasından derhal vazgeçmesini, sokağa çıkma yasaklarının kaldırılmasını, gerçekleşen insan hakları ihlallerinin sorumlularının tespit edilerek cezalandırılmasını, yasağın uygulandığı yerde yaşayan vatandaşların uğradığı maddi ve manevi zararların tespit edilerek tazmin edilmesini, bu amaçla ulusal ve uluslararası bağımsız gözlemcilerin yıkım bölgelerinde giriş, gözlem ve raporlama yapmasına izin verilmesini talep ediyoruz.
Müzakere koşullarının hazırlanmasını ve kalıcı bir barış için çözüm yollarının kurulmasını, hükûmetin Kürt siyasi iradesinin taleplerini içeren bir yol haritasını oluşturmasını talep ediyoruz. Müzakere görüşmelerinde toplumun geniş kesimlerinden bağımsız gözlemcilerin bulunmasını talep ediyor ve bu gözlemciler arasında gönüllü olarak yer almak istediğimizi beyan ediyoruz. Siyasi iktidarın muhalefeti bastırmaya yönelik tüm yaptırımlarına karşı çıkıyoruz.
Devletin vatandaşlarına uyguladığı şiddete hemen şimdi son vermesini talep ediyor, bu ülkenin akademisyen ve araştırmacıları olarak sessiz kalıp bu katliamın suç ortağı olmayacağımızı beyan ediyor, bu talebimiz yerine gelene kadar siyasi partiler, meclis ve uluslararası kamuoyu nezdinde temaslarımızı durmaksızın sürdüreceğimizi taahhüt ediyoruz."[1][5][6]
Tepkiler
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, bildiriye imza atan akademisyenlerin güneydoğudaki Kobani eylemlerinde duyarsız kaldıklarını ve "ihanet" içinde olduklarını söyledi.[7] Erdoğan, "Bu aydın müsveddeleri kalkıp devletin bir katliam yaptığından bahsediyor. Ey aydın müsveddeleri, siz karanlıksınız karanlık. Aydın falan değilsiniz" dedi.[7]
Başbakan Davutoğlu ise bildiriye imza atan akademisyenler hakkında "Aydın olmak, demokrasiyi savunmak önce demokratik yöntemleri savunmakla olur. Tekrar soruyorum. Daha bugün gece yarısı emniyet lojmanlarını ve lojmanların etrafındaki evleri hedef alan, biri 5 aylık olan 5 sivil ve bir emniyet görevlisi vatandaşımızın katledilmesine sebebiyet veren bir terör örgütünün arkasında niçin hizalanıyorsunuz?" ifadelerini kullanmıştır.[8] Davutoğlu bir başka açıklamasında ise, "Hüküm verilene kadar eğer herhangi bir hukuki zorunluluk yoksa, insanların tutuklu yargılanmalarına karşıyım." şeklinde görüş bildirmiştir. Ayrıca tutuklu yargılanan akademisyen Esra Mungan hakkında da: "Geçmişte başörtü yasağına da karşı çıkan bir isim. Onunla ilgili olumsuz kanaatim yok. Aksine özgürlükçü tutumunu duymuş olduğum bir isim. O parçalanmış bedenleri gördükten sonra hâlâ bir akademisyen o bildiriyi PKK’yı eleştirmeden okuyorsa, ben onunla ayrı bir düzlemde tartışır, mücadelemi veririm. Hukuki konu ayrıdır." ifadelerini kullanmıştır.[9]
ÇOMÜ rektörü Yücel Acel ise bildiri hakkında: "Düşünce özgürlüğü adı altında yasa dışı şiddet uygulayan, terörü ve terör örgütünü teşvik edici bir şekilde devletin meşru savunma faaliyetlerini eleştiren bildiriyi reddediyoruz." ifadelerini kullanmıştır.[10]
Bildirinin, 22 Aralık 2015'te Fırat Haber Ajansı'nda yayımlanan, KCK Yürütme Konseyi Eş Başkanı Bese Hozat kod adlı Hülya Oran tarafından "tüm aydın ve demokratik çevrelere ve Kürtlere özyönetim ilanlarına sahip çıkma" çağrısı yaptığı açıklama sonrasında imzalandığı iddia edildi.[11]
Elazığ'da bir grup akademisyen, bildiride imzası bulunanlar hakkında Cumhuriyet Başsavcılığı'na suç duyurusunda bulundu. Grup adına konuşan Mehmet Şekerci: "Özellikle askerimizin, polisimizin, güvenlik güçlerimizin Doğu ve Güneydoğu'da barışı ve huzuru sağlama adına yapmış oldukları operasyonlara karşı durmak, terör örgütünü desteklemek suçunu işlediklerinden dolayı, biz bu açıklamayı yapmak zorunda kalıyoruz. Akademik çevreyi zorda bırakacak bu açıklamaları şiddetle kınıyoruz"[12]
Bildiriye imza atan akademisyenlere bazı gazetecilerden, edebiyatçılardan, tiyatroculardan, hukukçulardan, sinemacılardan, yayıncılardan ve feministlerden destek geldi.[13][14][15][16][17][18][19]
İmzacıları arasında yer alan Ahmet İnsel, PKK'yı eleştirmedikleri yönündeki tepkilere "PKK terör yöntemlerini kullandığı sürece TCK'nın öngördüğü suçları işleyen kişilerin bulunduğu bir örgüttür. Benim PKK ile bir ilişkim yok, ama devletle var" yanıtını verdi.[20]
Amerika Birleşik Devletleri Ankara Büyükelçisi John Bass, "Söz konusu akademisyenler tarafından dile getirilen görüşlere katılmamamız durumunda bile, bu baskının, süregelen şiddetin sebepleri ve çözüm yollarıyla ilgili Türk toplumu içindeki meşru siyasi tartışmalar üzerinde dondurucu bir etkisi olmasından endişe ediyoruz. Şiddetle ilgili endişelerin ifade edilmesi, teröre destek vermek ile eşdeğer değildir. Hükûmet eleştirisi ihanet ile eşdeğer değildir. Türk demokrasisi rahatsız edici fikirlerin serbestçe ifade edilmesini kucaklayacak kadar güçlü ve dirençlidir" dedi.[21]
"Sözde Aydınlar Çanlar İlk Önce Sizin İçin Çalacak" başlıklı bir yazısında, “oluk oluk kanlarınızı akıtacağız ve akan kanlarınızla duş alacağız” diyerek bildiriye imza atan akademisyenleri tehdit eden organize suç örgütü lideri Sedat Peker hakkında aynı gün CHP, HDP, Özgürlükçü Hukukçular Derneği ve pek çok gazeteci tepki gösterdi.[23][24][25] Ertesi gün yine bu derneğin savcılığa suç duyurusunda bulunmasıyla Peker hakkında soruşturma açıldı.[26][27]
Star gazetesi köşe yazarı Cem Küçük, bildiriye imza atan 1128 akademisyenin ve onlara destek verenlerin Türkiye'ye "ihanet" ettiğini, PKK tarafından öldürülenlere "üzülüp tepki koymadıklarını", "savcılar işe el atmadan" üniversitelerin "hemen o akademisyenlerin iş akdini feshetmesi" gerektiğini, bu kişilerin toplum tarafından dışlanması için "bir daha iş bulamalarının" ve "kariyerlerinin bitmelerinin" gerektiğini, "terör örgütlerini övenlerin" ise "aynen batıdaki gibi medeni ölüme mahkûm edilmeleri" gerektiğini dile getirdi.[28]
Harvard ve Columbia Üniversitesi dahil olmak üzere, dünya çapında eğitim kurumlarında görev yapan 351 akademisyen ve üniversite yöneticisinin imzasıyla yazılan ortak mektupta "Hükümet politikalarını kamusal alanda eleştiren kişilerin (“Bu Suça Ortak Olmayacağız” bildirisini imzalayanlar da dahil olmak üzere) tehdit, eziyet ve soruşturmaya maruz bırakılmalarına son verilmesi" talep edildi.[29]
Tüm bunlarla birlikte konu uluslararası olarak tartışma konusu olmuş, ABD gözaltıları “Rahatsız edici bir trendin parçası” olarak nitelendirirken,[30]Rusya bildiriyi imzalayan akademisyenleri desteklediklerini bildirmiştir.[31]
Gözaltı, soruşturma ve tutuklamalar
Bu alt başlığın genişletilmesi gerekiyor. Sayfayı düzenleyerek yardımcı olabilirsiniz.
15 Ocak 2016 itibarıyla Türkiye çapında onlarca akademisyen gözaltına alındı, görevden uzaklaştırıldı ya da haklarında idari veya adli soruşturma açıldı.[32] Bunlardan:[33]
Abdullah Gül Üniversitesi Rektörlüğü, Bülent Tanju’nun istifasını istedi ve hakkında işlem yapılacağını söyledi. Kayseri Cumhuriyet Savcılığı da Tanju hakkında "halkı kin ve düşmanlığa teşvik etmek, devletin kurumlarını alenen aşağılamak" suçlarından Türk Ceza Kanunu'nun 216 ve 301 maddeleri uyarınca soruşturma başlatılmasını istedi.
Anadolu Üniversitesi’nde bildiriye imza veren 15 akademisyen hakkında soruşturma başlatıldı.
Atatürk Üniversitesi'nde felsefe bölümü öğretim üyeri Ramazan Kurt "örgüt propagandası" iddiasıyla gözaltına alındı.[34]
Bartın Üniversitesi Antropoloji Bölüm Başkanı Hülya Doğan hakkında “Türk milletini, cumhuriyeti ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni alenen aşağılama, terör örgütü propagandası yapmak” gerekçesiyle soruşturma başlatıldı ve bölüm başkanlığı görevinden alındı.
Sivas Cumhuriyet Üniversitesi'nde Sağlık Bilimleri Enstitüsü Müdürü Ali Çeliköz hakkında soruşturma başlatıldı. Çeliköz görevinden istifa etti.
Çukurova Üniversitesi'nde Hukuk Fakültesi Kamu Hukuku Bölümü Öğretim Üyesi Taylan Koç ve İletişim Fakültesi İletişim Bilimleri Bölümü Öğretim Üyesi Esengül Ayyıldız hakkında soruşturma başlatıldı.
Düzce Üniversitesi'nde Latife Akyüz hakkında soruşturma açılarak yakalama kararı çıktı.
Fırat Üniversitesi'nde 7 akademisyen hakkında suç duyurusunda bulunuldu.
Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi öğretim görevlilerden Kemal İnal ve Betül Yarar'ın okuldaki odalarının kapısına çarpı işareti konuldu ve tehdit masajları bırakıldı.[35]
Gaziantep Üniversitesi'nde araştırma görevlisi Çağrı Aslan, Fulya Doğruel, H. Pınar Şenoğuz ve Rana Gürbüz hakkında soruşturma başlatıldı.[36]
Kocaeli Üniversitesi'nde 21 akademisyen "Türk milletini, Türkiye Cumhuriyeti Devletini, Türkiye Büyük Millet Meclisini, Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ve devletin yargı organlarını alenen aşağılamak" ve "terör örgütü propagandası yapmak" gerekçesiyle 15 Ocak'ta gözaltına alındı.
Plato Meslek Yüksekokulu'nda 1 öğretim üyesi hakkında idari soruşturma başlatıldı, bir süre sonra da işten çıkarıldı.
Selçuk Üniversitesi'nde İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi Nezir Akyeşilmen hakkında soruşturma başlatıldı. Akyeşilmen, "bildiri dilinin de tek taraflı, dışlayıcı ve ötekileştirici olduğunu" dile getirerek imzasını geri çekti.
Toros Üniversitesi'nde iktisat bölümü öğretim üyesi Ayşe Esmeray Yoğun hakkında idari soruşturma başlatıldı.
Trakya Üniversitesi'nde 2 akademisyen ve 1 doktora öğrencisi hakkında disiplin soruşturması başlatıldı.
İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı Adem Sözüer, "Her devlet terör olayları olurken bu tür tek yönlü ve devleti katliamla suçlayan bildiriyi araştırıp soruşturur. Her hukuk devleti bunu yapmak zorundadır, ancak sırf bildiriye imza attı diye öğretim görevlilerinin gözaltına alınması, yakalanması gibi tedbirlere başvurulması ölçüsüz olur." dedi.[40]
Tutuklamalar
İmzacılar arasında cezası kesinleşen ve cezaevine giren ilk isim Prof. Dr. Füsun Üstel oldu ve bir süre sonra tahliye edildi.[41]