Ayakkabı; ayakların yere değmemesini sağlayarak yerdeki yabancı maddelerden zarar görmelerini ve aşırı sıcak veya aşırı soğuk hava koşullarından olumsuz etkilenmelerini önleyen ve şık görünmeyi sağlayan her türlü ayak giyimidir. Sandalet, topuklu ayakkabı, iskarpin, spor ayakkabı, bot ve çizme gibi türleri vardır. Taban ve saya denilen iki ana parçası bulunur. Taban, alt parçaya, saya ise üst parçaya verilen addır. Yer ile temas ettiğinden, taban daha kolay yıpranabilir, bu yüzden kalın ve dayanıklı bir malzeme kullanılarak yapılır. Saya ise kumaş veya deri gibi daha ince bir malzemeden yapılır.
Ayakkabı modelleri tarihsel dönemlere ve coğrafi bölgelere bağlı olarak çeşitlilik gösterir. Bunun başlıca nedeni ayakkabıların kullanılacakları bölgenin iklimine, doğa koşullarına ve dönemin modasına uygun yapılması gerekliliğidir.
Tarihçe
Tarih öncesinde ve ilk çağda
İlk insanlar, ayaklarını korumak için yapraklardan ve hayvan derilerinden ilkel ayakkabılar yapmıştır.[1][2] Günümüze ulaşabilmiş, bilinen ilk ayakkabı, 1938'de ABD'nin Oregon eyaletinde, bir volkanik kraterin yakınındaki Fort Rock Mağarası’nda bulunmuş olan, adaçayı kabuğundan yapıldığı tahmin edilen, Amerika yerlilerine ait bir sandaletir. M.Ö. 8000’li yıllara tarihlendirilir.[2]
Eski Mısır
Antik Mısır'da insanlar, tabanı deriden ya da tahtadan sandallar giyerdi.[1] Mısırlılar, ıslak kumda ayaklarının kalıplarını çıkarıp, ham deriyi bu kalıplara göre şekillendirerek ayakkabı tabanı yapar ve bu tabanı iplerle bağlayarak sandalet üretirlerdi. Bu sandaletler sayesinde ayaklarının altını kızgın kumlardan, üstünü de güneşten korurlardı. Bu sandaletler statü göstergesi olarak da kullanıldılar. Kadın sandaletleri değerli taşlarla süslenirken, erkek sandaletlerine deri kayışlarla değişik motifler yapılırdı.[1][2] Mısırlılar'da ayakkabıcılık, itibarlı bir meslek olarak kabul edilirdi.[1]
Hangi iklim ve yol şartlarında giyileceğine göre, ayakkabıların malzemeleri farklılık gösterirdi. Soğuk iklimli bölgelerde kürk ve samanla desteklenen, kalın deriden ayakkabılar yapılırken ılık iklimli bölgelerinde palmiye yapraklarından yapılan ayakkabılar kullanılırdı. Papirüs liflerinden de sandaletler yapılırdı ve bunları önceleri sadece din adamları ve Firavunlar giyebiliyordu ancak sonra tüm Mısırlılar tarafından giyilir oldu.[2]
Eski Mezopotamya ve Anadolu
Mısırlılar'ın sandalet giydikleri dönemde, Anadolu'da Hititler çarık giyerdi. Mezopotamya'da ise, M.Ö. 3000'den önce, Sümer askerleri Mısırlılar'ın giydiklerine benzer sandaletler giymiştir. Aynı zamanda Anadolu'nun etkisinde çarığa benzer ayakkabılar, çizme ve botlar da giyimişlerdir. Asurlular, tüm binici halklar gibi çizme giymiştir. Ökçeli ayakkabılar ve üstten bağcıklı ayakkabılar da Asurlular'ın icadıdır. İranlılar da çeşitli kabartmalarda ayakkabılı olarak resmedilmiştir.[1]
Eski Yunan ve Roma
Eski Yunanlar ava çıktıklarında çizme giyerlerdi.[1]Hamama da bir tür ayakkabı ile girerlerdi. Eski Yunan ve Eski Roma'da üç tür ayakkabı vardı:[1]
sandal: katışla bağlamış basit bir tabandan ibaretti.
aba ayakkabı: Bu tür ayakkabıların tabanı yoktu.
kothornos: devrik konçlu bir çeşit potin.
M.Ö. 500'den itibaren, trajedi oyuncuları sahnede boylarını uzun göstermek için, yüksek mantar tabanlı ve konçlu, kothornus denilen ayakkabılar giymişlerdir.
M.S. 270-275'te Roma imparatoru tarafından, erkeklerin renkli ayakkabı giymeleri yasaklanmış, kadınlarınsa sarı, beyaz, kırmızı ve yeşil ayakkabılar giymelerine izin verilmiştir.[1]
Orta çağ ve sonrasında
Orta Çağ'da, ayağı saran yumuşak deri ya da kumaştan ayakkabılar yapılırdı ve bu ayakkabıların sivri burunları olurdu. Yolculuk sırasında ise potinler ya da baldırlara kadar çıkan çizmeler giyilirdi. Bizanslılar 4. yüzyıldan itibaren siyah ve kahverengi deriden terlik ve ayakkabı giymiştir.[1] Persler, Hitit çizme ve botlarını kendi kültürlerine uyarlayarak ucu kesik, kırmızı ve siyah renki üç bağcıkla bilekten bağlanan modeli geliştirmiş; bu model Eski Yunan, Roma ve Bizans'ta da görülmüştür. Anadolu'ya 1000li yıllarda giren Türkler sarı, kırmızı ve siyah botlar giyip bu botları Bizanslılar'a da tanıtmıştır.
Gotik dönemde poulaines adı verilen uzun, sivri ve yukarı kalkık uçları olan ayakkabılar Hititler ve Doğu kültürlerinin etkisiyle tasarlanmıştır. Uçlarının yarım metreyi bulabildiği bu sıra dışı ayakkabılar, dönemin popüler modellerinden oldu. Ayak parmaklarının olduğu kısmın uzun olması, zenginliğin ve asaletin göstergesi olarak kabul ediliyordu.[3]
14. yüzyıl sonlarına doğru öylesine uzun burunlu ayakkabılar üretildi ki, bunlarla yürüyebilmek için ayakkabının burnunu bir gümüş veya altın zincirle diz kemerine bağlamak gerekiyordu.[4] Poulaine’ler çamurlu sokaklarda giyildiğinde patten adı verilen ve ahşaptan yapılan koruyucu ile giyilmiştir. Patten’lerin çok ses çıkarmasından dolayı, kilisede giyilmesi Piskopos tarafından yasaklanmıştır.
Ayakkabıda ölçü sistemi ilk kez 1324'te Kral 2. Edward döneminde oluşturulmuştur. Bu sistem Pedorix bilimi olarak adlandırılmış, temeli ise İngiltere Kralı 2. Edward'ın 1324 yılında inç’i tarif etmesiyle atılmıştır. Bu tarihten sonra, ayakkabılara standart numaralar verilmeye başlanmış, herkesin kendi ayağına göre ölçü alınarak yapılan ayakkabılar, bu numaralara göre üretilmiştir.
Topuklu ayakkabıların yaratıcısının Leonardo da Vinci olduğu kabul edilir.[2] Rivayete göre, Floransa’nın ünlü ailelerinden Medici ailesinin kızı Catherine düğününde boyunun uzun görünmesini istediğinden, Leonardo da Vinci'ye başvurdu. Leonardo da Vinci, topuklu bir ayakkabı tasarladı. Düğünden itibaren topuklu ayakkabı çok ilgi çekti, kabul gördü ve yaygınlaştı.
15. yüzyılın sonları ile 17. yüzyılın başları arasındaki dönemde Avrupa'da, özellikle Venedik'te, üst sınıf mensubu kadınlar çok yüksek topuklu ayakkabılar giydi. Topukların yüksekliği 54 cm'ye kadar çıktı ve bu ayakkabıları giyen kadınların yürüyebilmek için hizmetçileri koltuk değneği olarak kullandığı görülmüştür. Yüksek ayakkabılar giyince, o ayakkabıların üstüne giyilen elbise için fazla kumaş gerekiyordu, bu da bir diğer statü göstergesi idi.[5]
17. yüzyıla gelindiğinde artık ayakkabılar çeşitli işleme ve dekoratif ürünlerle ayakkabılar süslenmeye başlandı. Bu dönemde, kadın ayakkabıları için toka ve topuk çok moda idi. Ayakkabıların yerini yüksek topuklu uzun çizmeler aldı ve bunlar evdeyken bile giyildi. Sonraları, dantelli çorapların görünebilmesi için çizmelerin üst kenarları dışa doğru kıvrıldı. 1660'tan sonra siyah, üzeri bağcıklı ya da tokalı, kalkık kare burunlu ayakkabılar çizmenin yerini aldı. Kadın ayakkabıları erkek ayakkabılarının modasını izledi. 17. yüzyıldan başlayarak, sivri burun ve yüksek topuklarıyla özgün bir biçim aldı.[6]
1720'lere kadar kare burunlu ayakkabılar yaygındı. Bu tarihten sonra bunların yerini yuvarlak burunlu ayakkabılar aldı. 1770'lerde üstte geniş kıvrımları bulunmayan uzun çizmeler moda oldu.18. yüzyılda kadın ayakkabıları saten ya da brokardan yapılıyor ve toka, kurdele ya da fiyonklarla süsleniyordu. Yüksek topuklu ayakkabılar 1790'da tümüyle ortadan kalktı. Sokaklar ve yollar öylesine kötü ve çamurluydu ki, insanlar evden dışarıya çıkarken şosonlarını giymek zorunda kalıyorlardı.
19. yüzyılda kadın ayakkabıları saten ya da kadifedendi ve topuksuzdu. Erkekler ise genellikle düğmeli, bağcıklı ya da yanları esnek çizmeler giyiyorlardı. 1860'ların bağcıksız ve yanları esnek yarım çizmeleri çoğu zaman beyaz ipekten yapılıyordu. On yıl sonra yüksek topuklar yeniden moda oldu, çizmeler de yanları düğmeli olarak yapılmaya başlandı.[7] Ayakkabılarda ve çizmelerde hâlâ bez kullanılıyordu, ama ayakkabıların burunları bazen deriden yapılıyordu.
19. yüzyılda kadınlar fabrikalarda ve bürolarda çalışmaya, ayrıca yürüyüş ve bisiklete binmek gibi sporlar yapmaya başlayınca daha sağlam ayakkabılar gerekti. Bağcıklı rahat yürüyüş ayakkabısı Birinci Dünya Savaşı sırasında ortaya çıktı.
1850’lerden 1950’lere kadar topuklar 5 cm’nin altında olurken 1950’li yıllarda Marilyn Monroe ile birlikte tüm dünyada ince ve sivri topuklu, stiletto adı verilen ayakkabı modeli bilinir oldu. Adını İtalyan hançerinden alan stilettoyu tasarlayan, İtalyan tasarımcı Roger Vivier’di. Ayakkabının tasarlanma amacı, dönemin ünlü moda tasarımcısı Christian Dior’un elbiselerini tamamlamaktı.
Türklerde ayakkabı
Orta Asya'da Türkler deriden ve yünden giyim eşyaları yapmakta ustaydılar. Çizme ve çarık en yaygın ayakkabı türüydü. Deri çizmenin yanı sıra, yaygın olarak yünden keçe çizme de yapılıyordu. Hükümdarlar kırmızı renkli çizmeler giyiyorlardı. Çizme ata binenler için çok elverişliydi.
Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde ordunun, yönetici sınıfların ve kentli halkın gereksinimlerini karşılamak üzere zamanla ayakkabı çeşitleri çoğaldı ve ayakkabıcılık çok gelişti. Diğer zanaatçıların olduğu gibi ayakkabıcıların da bir örgütü vardı. Üretilen ayakkabıların niteliğini lonca denetlerdi. Ayakkabı satıcıları için kullanılan kavaf sözcüğü, giderek yapımcıları da kapsadı. Kavaflar da çizmeci, yemenici, nalıncı, terlikçi ve pabuççu gibi adlar alırlardı.
Osmanlı toplumunda ayakkabı, giyenlerin toplumsal konumuna ve mesleğine göre çeşitlilik gösterirdi. Ev içinde yüzleri atlas ve kadife gibi kumaşlardan yapılmış, üzerleri sırmayla işlenmiş hafif ayakkabı ve terlikler giyilirdi. Dışarıda giyilen deri ayakkabı ve çizmelere de süslenirdi. Topkapı Sarayı Müzesi'nde, ince bir zevkle ve hünerle işlenmiş deri ayakkabı ve çizmeler sergilenmektedir.
Osmanlı dönemindeki ayakkabılar, yapıldıkları malzemeye, biçimlerine ve kullanıldıkları yere göre adlar alırdı. Başmak, cimcime, çapula, çizme, yarım çizme, çedik, çedik pabuç, edik, fotin, galoş, mest, kalçın, kundura, merkub, nalın, sandal, terlik, tomak, yemeni başlıca ayakkabı çeşitleriydi. Genellikle alçak ökçeli ya da ökçesiz, yumuşak deriden yapılan rahat ayakkabılar tercih edilirdi. Dışarıda giyilen ayakkabılardan bazıları mest-ayakkabı gibi iki parçadan oluşurdu. Ayağa giyilen mestin üzerine onu yağmur ve çamurdan korumak amacıyla, önceleri ayakkabı, sonraları da lastik giyildi. Şoson ya da galoş denen lastik ayakkabının içine geçirilerek giyilen mestler, bir hadise dayanarak[8] namaz öncesi abdestde ayak yıkamak yerine mesh ederek (sıvazlayarak) kolaylık sağlaması bakımından özellikle soğuk kış aylarında örneğin namazlarını camilerde kılanlarca kullanılır.
16.-18. yüzyıllarda İstanbul, Edirne ve Bursa'da ayakkabıcılık çok gelişmişti. 19. yüzyıl sonlarına kadar Türkiye'de ayakkabı yapımı tümüyle el işçiliğine dayanıyordu. Beykoz'daki deri fabrikasına 1884'te ayakkabı yapım bölümü eklendi. 1933'te Sümerbank'a devredilen Beykoz Deri ve Kundura Fabrikası makineli üretimin yapıldığı önemli bir yerdi. Günümüzde ayakkabı üretimi daha çok özel sektör tarafından gerçekleştirilmektedir.
Günümüzde ayakkabı
Neredeyse tamamen makinelerle yapılmaktadır. Bir işçi makineyle günde 40-50 çift üretebilir. Elle çalışan bir ayakkabıcı ise günde yaklaşık bir çift ayakkabı yapabilir.
Ayakkabı yapmak için, önce sol ve sağ ayak modelleri, sonra da bunların tahta kalıpları yapılır. Ayakkabı yapımı genellikle sekiz aşamada gerçekleşir. Hayvan derisi, kumaş ya da yapay deriden, ayakkabının sayası ve astarı uygun biçimde kesilir. Sayayı oluşturan parçalar ile astar birbirine dikilir. Ayrıca ayakkabının burnuna sertlik veren parça ile topuğa konulan yumuşak parça da dikilir. Bağcık delikleri bu aşamada açılır ve ayakkabının iç yüzeyine numara ve model kabartmaları yapılır. İç ve dış taban parçaları ile topuklar hazırlanır. Bunlar genellikle kösele, kauçuk, bunların bileşimi ya da öteki yapay malzemelerden yapılır. Topuklar tahta da olabilir. Parçaların eklenmesiyle oluşan saya, kalıbın üzerine gerilir; iç tabana dikilir ya da çivilerle tutturularak kalıplanır. Saya ve iç taban, kalıcı biçimini alıncaya kadar kalıpta tutulur. Tabanlama aşamasında dış taban sayayla birleştirilir. Bu işlem dikerek, yapıştırarak, çivileyerek ya da bunlardan birkaçı birden uygulanarak yapılabilir.
1953'te geliştirilen bir işlemle kauçuk, polivinil klorür (PVC) ve poliüretan tabanlar kalıp-baskı yöntemiyle biçimlendirilir ve ayakkabının üst bölümüne tek bir işlemde yapıştırılır. Topuklama aşamasında topuk ayakkabının tabanıyla birleştirilir ve son biçimini alır. Bitirme, cilalama, ayakkabıyı kalıptan çıkarma, topuk ve taban yastıklarının yerleştirilmesi işlemlerini içerir. En son biçimini verme sırasında bağcıklar, fiyonklar ve tokalar takılır.