Orta Çağ İslam dünyasında simya ve kimya, Ortaçağ döneminde Müslüman simyacı ve kimyacı bilim insanları tarafından yapılan geleneksel simya ve ilk kimya çalışmalarını tanımlamaktadır.[1][2]Simya kelimesinin Arapça كيمياء (kīmiyā) kelimesinden türetildiği, bunun da bir Antik Mısır kelimesi olan kemi sözcüğüne dayandığı (Türkçe: Kara, kara büyü ilmi) tahmin edilmektedir.[3] İslami simya çalışmaları etkisini Batı Roma İmparatorluğu'nun çöküşünün ardından göstermeye başlar.[4] Eserlerin ve çalışmaların iyi belgelenmiş olması sebebiyle İslami simya hakkında daha fazla bilgi bulunmaktadır.[5]
Tarihsel süreç
İslâm Dünyası'ndaki simya çalışmaları, daha önce Helenistik Çağ'da Mısır'ın İskenderiye kentinde yapılmış olan simya çalışmalarından yoğun bir biçimde etkilenmiştir. Bu çalışmalar sırasında yavaş yavaş belirginleşmeye başlayan Yapısal Dönüşüm Kuramı'na göre, doğadaki bütün metaller, temelde birer kükürt ve cıva bileşimidir. Ancak bunların iç ve dış niteliklerinde farklılıklar bulunduğu için, farklı ölçülerde kükürt ve cıva kullanmak suretiyle istenilen metali elde etmek mümkündür.
Bu kurama dayanarak tarih boyunca dünyanın çeşitli yerlerindeki simyacılar çalışmalarında genellikle kıymeti az metalleri, altın ve gümüş gibi değerli metallere dönüştürmek adına çalışmışlardır. Diğer simyacılar gibi, Müslüman simyacıların da ana amacı bu dönüşümü gerçekleştirecek ve mucidine sonsuz yaşamı bahşedecek el-İksir'i, yani Mükemmel Madde'yi bulmak olmuştur. Simyacılar çalıştıkları metalleri astronomik imgelerle eşleştirmiştir. Örneğin altın için güneş sembolü, gümüş için ise ay sembolü kullanılmıştır. Bu sembollerin kullanımı 18. Yüzyıl'a kadar devam etmiştir.
Aynı zamanda bu dönemde simyaya inananlar ve inanmayanlar arasındaki çekişme, kimya biliminin gelişimi üzerine çok önemli etkilere sahiptir. Bu tartışmalar sırasında taraflar birbirlerine görüşlerini savunmak için çok sayıda deney gerçekleştirmiş ve bu deneyler, deneye yani somut kanıtlara dayalı bir bilgi birikiminin oluşmasını sağlamıştır.[6][7]
Önemli kişiler
İslam simyasının ilk temsilcilerinden biri Halid bin Yezid'dir.[8] Ondan sonra gelen en önemli iki temsilciden biri Cafer es-Sadık,[9] diğeri ise bugün simyanın en önemli şahsiyetlerinden kabul edilen Cabir bin Hayyan el-Kufi'dir. Cabir b. Hayyan'ın simya çalışmalarının temelinde dört unsur bulunmaktadır; toprak, su, hava ve ateş. Aynı zamanda dört nitelik (sıcak, soğuk, kuru, nemli), denge kuramı ve cıva-kükürt kuramı da vardır. Kendisine göre doğadaki her şey dört elementin dört nitelikle belirli şekillerde birleşmesinden meydana gelir. Denge kuramına göre ise simyanın amacı görünen ve görünmeyen evrende bulunan mutlak düzeni anlamaktır.[10][11]
Aynı zamanda Cabir bin Hayyan ile birlikte simyanın ustalarından sayılan Râzî de bu dönemde yaşamıştır. Razi eserlerinde Cafer es-Sadık'ın dilini kullansa da, simyadan çok bir bilim olarak nitelendirilen kimya alanına girecek çalışmalar yürütmüştür. Simyanın zenginlik ve sonsuz yaşam gibi konularda kullanılmasına karşı çıkmıştır. Aynı zamanda tüm metallerin belirli birkaç maddeden geldiği fikrini de gerçek sebep bulmak adına reddeder.[12][13]
Simyaya karşı çıkan en önemli çalışmacılardan biri de batıda Avicenna olarak bilinen İbn-i Sina'dır.[14] İbn-i Sina'nın tıp ve felsefe alanındaki çalışmaları tüm dünyaya yayılmış olsa da doğa bilimleri alanındaki çalışmaları tüm dünyada kabul görememiştir. Lakin kendisinin bu alanda yazdığı eş-Şifa isimli eseri, özellikle Avrupa'da simya karşıtı çalışmalarda baş kaynak olarak kullanılmıştır.[6][15]
Kaynakça
^"alchemy", The Oxford English Dictionary, J. A. Simpson and E. S. C. Weiner, vol. 1, 2nd ed., 1989, ISBN: 0-19-861213-3.
^syf. 854, "Arabic alchemy", Georges C. Anawati, pp. 853-885 in Encyclopedia of the history of Arabic science, eds. Roshdi Rashed and Régis Morelon, London: Routledge, 1996, vol. 3, ISBN: 0-415-12412-3.