İktisadi kıtlık ya da ekonomik kıtlık kâr amaçlı ekonomik sistem tarafından kar elde etmek amacıyla kasıtlı olarak yaratılan ve bir toplumun sahip olduğu üretim kaynaklarının, mevcut teknolojik gelişmişlik düzeyiyle işletilmesi ile ulaşılan üretim düzeyinin, sonsuz insan ihtiyaçları ve isteklerini karşılamakta yetersiz olduğunu ifade eden iktisadi bir terimdir.[1] Gündelik hayatta kullanılan kıtlık kavramı somut bir yokluğu veya yetersizliği ifade ederken iktisadi anlamıyla kıtlık, mevcut kâr bazlı ekonomik sistem ve üretim teknolojisiyle ulaşılan üretim düzeyi ile ilgili bir yetersizliği ifade eder. Her adım başı üretilmiş envai çeşit ürünlerle dolup taşan çeşitli dükkân ve marketlerin boy gösterdiği günümüzde, ekonomi biliminin temeli olan kıtlığın anlamı üzerine derin düşünmek gereklidir.
Hint ekonomist Amartya Sen, gerçekte kıt olanın ürünler ya da üretim faktörleri değil para olduğunu, kıtlığın nedeni olarak kâr amaçlı ekonomik sistemin gelir dağılımında adaleti sağlayamaması sonucu paranın ekonomik sistem tarafından yine toplumdaki zenginlerin elinde toplandığını ve sağlıklı bir gelir dağılımı olmadığı sürece bir toplumdaki gayrisafi milli hasıla artışının o ülkede yaşanan kıtlık düzeyini ve ülkede yaşayan insanların gerçek refah düzeyini yansıtmayacağını belirtip, bu iddiasını iktisadi yöntemlerle ispatlayarak 1998 yılında Nobel Ekonomi Ödülü almıştır.[2][3]
İngiliz ekonomist Lionel Robbins, 1932 yılında yazdığı ünlü denemesinde[4] iktisat bilimini "Sonlu ve kıt kaynakların alternatif kullanımında insan davranışlarını inceleyen bilim." olarak tanımlamıştır.
Tanımdan da anlaşılacağı üzere iktisat bilimi, doğada bol miktarda bulunan ve sahip olmak için bedel ödenmesine gerek olmayan "serbest mallar (free goods)" ile ilgilenmez çünkü bu mallar kıt kabul edilmezler. İktisadın ilgilendiği, kıt mallar; başka bir ifade ile "ekonomik mallar (economic goods)"dır. Ekonomik mallar, bir üretim faaliyetine konu olan, dolayısıyla üretilmesi için bir emek, sermaye, zaman, teknoloji ve kaynak ayrılması gereken mallardır. kâr amaçlı para ekonomilerinde, üretim için ayrılan bu kaynakların değeri fiyat mekanizması tarafından belirlenerek ürünün fiyatına yansıtıldığından, piyasada oluşan "fiyat"ın ürünün gerçek "değer"ini yansıtıp yansıtmamasından bağımsız olarak, ekonomik malların tanımına "fiyatı olan" ifadesi de eklenmektedir.
Yine aynı bağlamdaki fikirleri ile kıtlık bazlı - kâr amaçlı - para ekonomisi yerine kaynak bazlı ekonomi teorisini ortaya atan ve bu fikirleri doğrultusunda takipçileri tarafından Yeni Zelanda'da kaynak bazlı ekonomi deneyine başlanan sosyal mühendis Jacque Fresco'nun da anılmasında fayda vardır.
Kıtlık kanunu
İnsan ihtiyaçlarının sonsuz ve bu ihtiyaçları karşılayan kaynakların ihtiyaçlara nispeten kıt olması, benimsenen ekonomik sistemlerden bağımsız bir "hakikat"in ifadesi olduğu gerekçesiyle bu durum "kıtlık kanunu" olarak da adlandırılmaktadır.
Kıtlık ve teknoloji
Kıtlığın, mevcut teknolojik gelişmişlik düzeyi ile sıkı bir bağıntısı vardır. Teknolojide ortaya çıkan buluş, yenilik ve gelişmeler yapılan üretimden alınan verimi ve üretim kapasitesini artırarak daha az kaynak ile daha çok ürün sağlanmasını ve dolayısıyla daha çok ihtiyacın karşılanmasını sağlamaktadır.
Para ekonomilerinde kıtlık
Para ekonomileri, paranın hem bir mübadele (değişim veya alış-veriş) aracı olarak, hem de bir değer mekanizması olarak kullanıldığı ekonomik sistemlerdir. Para ekonomilerinde bir mal veya hizmetin değeri fiyat mekanizması aracılığı ile "fiyat" üzerinden belirlenir.
Kıtlık rantı
Kıtlık rantı, kıt olan kaynakların (üretim araçları) mülkiyetine sahip olanların, bu kaynaklara sahip olmaktan dolayı elde ettikleri ranttır. Örneğin, diğer topraklara kıyasla verimli olan bir toprak, sahibine rant sağlar. Bir ürünün piyasada tek üreticisi olmak, bir ürünün patentine sahip olmak, bir spor dalında diğer insanların sahip olmadığı yeteneklere sahip olmak, kıtlık rantı kapsamında değerlendirilir.
Kıtlık ve fiyat mekanizması
Para ekonomilerinde kıtlık, fiyat ve kârlılık üzerinde doğrudan etkilidir ve fiyat mekanizmasını açıklamak amacıyla kullanılır. Buna göre: Bir ürün, bir toplumda, toplumu oluşturan insanların ihtiyaç duyduğundan fazla ise fiyatı olmayacaktır. Dolayısıyla, kıt olmayan serbest malların fiyatı yoktur. Ancak, bir mal toplumu oluşturan insanların ihtiyaçlarına oranla az ise toplumu oluşturan bireyler fiyat mekanizması yoluyla birbirleriyle rekabete girecekler, bu rekabet sonucunda malın fiyatı, dolayısıyla da kârlılık artacaktır.
Kasıtlı kıtlık
İktisatçılar, "kıtlık kanunu" ile belirtilen "doğal kıtlık" ile ekonomik sistem tarafından rant elde etmek amacıyla kasıtlı yaratılan kıtlık arasında ayrım yapmaktadırlar. Para ekonomisinde bolluk, kıtlıktan rant sağlayanlar açısından, kârlılığı düşürmeye başladığı noktadan itibaren arzu edilen bir durum değildir. Başka bir ifade ile kar bazlı ekonomik sistemlerde bolluğun da bir sınırı vardır ve bu sınır "üretimin etkinliğini kaybetmeye başladığı nokta" veya "yapılan üretimin toplumda ihtiyaç duyulandan fazla olması" gibi unsurlara değil, doğrudan doğruya karın azalmaya başladığı noktaya bağımlıdır. Teknik bir ifade ile, bir toplumdaki bolluğun sınırı, marjinal üretimin "toplam karı" düşürmeye başladığı noktadır. Bir toplumda söz konusu ürüne ihtiyaç duyan insanlar hala olabilir ancak toplam karın azalmaya başladığı noktadan itibaren üretim yapılması mantıklı olmayacaktır çünkü bu noktadan itibaren yapılan her üretim karı azaltacaktır. Bir mal veya hizmetin bir ekonomideki miktarının, kârlılığı belli bir seviyenin altına düşürecek şekilde artması (bolluk) durumunda, kârlılık amacıyla hareket eden girişimciler ya üretimi kapasitenin altında gerçekleştirecekler veya karı az bularak piyasadan çekilecek ve toplumdaki herkesin ihtiyaçlarını karşılayacak kadar bolluk mümkün olmayacaktır.
Bir malın üretilen miktarında, ne oranda kıtlık "yapılacağı" yine fiyat mekanizması tarafından "esneklik (elastikiyet) analizi" ile belirlenir. Esneklik analizi, bir mal veya hizmetin fiyatı veya miktarındaki bir değişikliğe tüketicilerin verdiği tepkinin oransal ifadesidir. Karını artırmak güdüsüyle hareket eden satıcı, piyasaya arz ettiği malın fiyatı ve miktarı üzerinde ayarlamalar yaparak en üst düzeyde kâr sağlamaya çalışacaktır.
(Bakınız: Esneklik, Kapasite)
Kıtlığın, kâr amaçlı ekonomik sistem tarafından kasıtlı olarak yaratıldığına dair bazı örnekler aşağıda verilmiştir:
- Kıtlığın ekonomik sistem tarafından kasıtlı ve bilinçli olarak yaratılmaya çalışıldığına yönelik verilebilecek en gözle görülebilir örnek reklamlardır. Birbirinin aynı olan ve aynı amaca hizmet eden çeşitli ürünler tüketicinin zihninde diğerlerinden farklı olduğu izlenimi oluşturularak gerçekte olmayan bir kıtlık algısı yaratılmakta, talebin artması sağlanarak fiyat yükseltilmekte ve böylelikle kar marjı artırılmaya çalışılmaktadır.
- Balık ve sebze hallerinde piyasa sürülmesi halinde fiyatı ve kârlılığı düşürecek miktardaki balık ve sebzeler çürümeye terk edilirler. Böylece balık ve sebzelerin piyasaya arz edilen miktarları azaltılarak fiyat ve kar yükseltilir.
- 1932 - 1933 yılları arasında Sovyetler Birliği Hükûmeti'nin, tarımsal üretim araçları üzerindeki özel mülkiyeti tasfiye etmesine direnen zengin toprak sahiplerinin üretimi durdurarak tepki vermeleri üzerine Sovyet Hükûmeti'nin zorlama yoluna giderek durumu daha da kötüleştirmesi ile ortaya çıkan ve çok sayıda insanın açlıktan öldüğü kasıtlı kıtlık için bakınız: Holodomor
Emek - sermaye çelişkisi ve kıtlık
İktisat biliminde sermaye, gündelik hayatta kullanılan "para" anlamından farklıdır. Sermaye, üretimde emeğin verimini artıran, daha önce insanlar tarafından üretilmiş olan "üretim araçları"dır. Bu tanıma göre örneğin doğal kaynaklar, daha önce insanlar tarafından üretilmedikleri için sermaye sayılmazlar. Yine aynı şekilde, üretilmiş bir ürün (örneğin televizyon, buzdolabı) üretimde kullanılmadığı ve etkinliği artırmadığı sürece sermaye sayılmaz. Ulaşımı kolaylaştırması ve hızlandırması için yapılan yol, üretimi hızlandırması için geliştirilen bir makine, araç-gereç, teçhizat iktisat açısından sermayedir. Teknoloji de üretimde kullanıldığı ve etkinliği artırdığı için sermaye kapsamında değerlendirilir.
Teknolojide ortaya çıkan gelişmeler ve bu gelişmelerin üretim alanında kullanılması, üretimde verim ve etkinliğin artmasını sağlayarak daha az emek ile daha çok ürün üretilmesini mümkün kılmaktadır. Başka bir ifade ile teknolojik gelişmeler üretimi "emek-yoğun" üretimden "sermaye-yoğun" üretime doğru kaydırmaktadır. Bunun sonucunda daha az emek istihdam edilmekte, istihdamın azalması toplumdaki alımgücünü ve dolayısıyla ürüne olan talebi de düşürmekte ve üretici ürettiği ürünü satamamakta, bunun sonucunda "aşırı üretim" ortaya çıkmaktadır. Bu durum "emek-sermaye çelişkisi" olarak adlandırılmaktadır.
İktisadi anlamıyla "aşırı üretim" ifadesi, bir toplumda o ürüne olan ihtiyacın üzerinde üretim yapıldığı anlamına gelmez. Zira, bir ürüne olan talep, o ürüne olan sadece ihtiyacı değil, mevcut fiyat düzeyindeki alımgücünü de ifade eder. Bir toplumda bir ürüne olan ihtiyaç çok yüksek olsa bile alımgücü ile desteklenmediği sürece talebe yansımayacak, dolayısıyla üretilmiş ürünler satılamayacak ve üretim "aşırı" olarak değerlendirilecektir.
“
|
"Sorunlar, onları üreten bilinç düzeyiyle çözümlenemez."
Albert Einstein
|
”
|
|
Esasen, teknolojik gelişmelerin üretim miktarını artırarak daha fazla ürün üretilmesini ve bunun sonucunda toplumda daha fazla ihtiyacın karşılanmasını sağlamasına (bolluğa) verilen tepki (işsizlik, talepteki azalma) doğal bir çelişki olmaktan çok, kar bazlı para ekonomisinden kaynaklanan "yapısal" bir çelişkidir.
Kar ve kıtlık
Para ekonomilerinde bir mal veya hizmetin değeri fiyat mekanizması aracılığı ile "fiyat" üzerinden belirlenir. Fiyat, o mal veya hizmetin gerçek toplam maliyet değerini yansıtmaz. Zira normal şartlar altında, bir ürünün imalatında kullanılan hammadde, malzeme, yarı-mamuller gibi ürünün bünyesine katılan her türlü katkının ve o ürünün satış fiyatının içinde bir miktar kar mutlaka vardır.
Kar çeşitli şekillerde tanımlanmakla birlikte, kıtlığa olan etkisini göz önüne alarak basitçe, bir mal veya hizmetin piyasada oluşan fiyatı ile gerçek maliyeti arasındaki pozitif fark olarak tanımlanır. Söz konusu ürünün üretilmesi için katlanılan maliyetler (işçilik, kira, ulaştırma vb.) maliyet unsuru olarak ürünün maliyetine zaten yansıtıldığından karın, "üretime devam edebilmek için maliyetleri karşılama amacı"ndan öte bir anlamı vardır.
Bir ürünün, piyasada oluşan fiyatına ne kadar karın bulaştığını tespit etmek, başka bir ifade ile ürünün kardan arındırılmış olarak maliyetini tespit etmek karın çetrefil yapısı ve sürekli şekil değiştirmesi nedeniyle çok ciddi bilimsel araştırmayı gerektirir. Örneğin, bir tekstil firmasının hammadde olarak satın aldığı kumaş için ödediği fiyat kendisi açısından maliyet iken, kumaşı satan açısından bu fiyatın içinde kar da vardır. Kar, mübadele sonucunda şekil değiştirerek maliyete dönüşmüştür.
Karın, maliyeti artırıcı bu etkisi ürünün fiyatına da yansımakta ve ürünün fiyatını yükselterek zaten kıt olan kaynaklara ulaşmayı daha da güçleştirmektedir.
Vergi ve kıtlık
Para ekonomilerinde vergi doğrudan ve dolaylı olarak, kar üzerinden alınmakta ve nihayet tüketici veya son kullanıcıya yansıtılmaktadır.
Buna göre örneğin, 1,000 TL'ye mal ettiği bir üründen %20 kâr etmek isteyen bir üretici, satış fiyatı üzerinden %20 vergi ödeyecekse ürünü 1.500 TL'den satmak isteyecektir (x, satış fiyatını belirtmek üzere: x + %20.x = 1,000 + 1,000.%20). Verginin ne kadarının alıcıya yansıtılacağı, ne kadarının satıcı tarafından üstlenileceği de yine esneklik analizine göre belirlenir.
Yukarıdaki örneğe bakarak, bir ürünün içinde toplam (1,500 - 1,200 =)300 TL vergi olduğunu düşünmek yanlıştır. Zira o ürünün imalatı için satın alınan hammadde, yarı-madde, malzemeler yine başka şirketlerden temin edilmekte, bu şirketler de aynı şekilde kâr etmekte, kar üzerinden vergi vermekte ve satış fiyatını vergiyi de hesaba katarak belirlemektedirler.
Bir ürünün piyasada oluşan fiyatının içinde ne kadar vergi olduğunun hesaplanması da yine aynı şekilde ciddi bir araştırma konusudur.
Normal şartlar altında vergi de, ürünün fiyatını yükselterek zaten kıt olan kaynaklara ulaşmayı güçleştirmektedir.
Faiz, enflasyon ve kıtlık
Para ekonomisinde faizin bir gerekçesi, yatırıma dönüşmesi halinde kârlılığı düşük olacak ufak tefek sermayelerin bir havuzda toplanarak büyük sermaye gerektiren ve büyük kârlılığı olan yatırımlara dönüşmesini sağlamaktır.
Faiz ile yatırım arasında sıkı bir ilişki vardır. Buna göre, bir yatırımcının yapacağı bir yatırımdan elde edeceği kar oranı, faiz haddine yakın ise yatırımcı bu yatırımı yapmak yerine parasını faize yatıracaktır. Dolayısıyla, bir yatırımın kârlı ve mantıklı olması için ürünün piyasada oluşan fiyatının, ürünün maliyetini aşması (Fiyat - Maliyet > 0 [Kar]) yeterli değildir. Elde edilen karın aynı zamanda faiz haddini de aşması gereklidir.
Faiz haddinin yüksek olması yatırımcıları yatırımdan uzak tutacak, piyasaya girip diğer üreticilerle rekabet ederek fiyatları düşürmekten alıkoyacaktır. Fiyatların yüksek olması, ürünlere ulaşmayı güçleştirerek kıtlığa neden olacaktır. (Ayrıntılı bilgi için lütfen bakınız: Sermayenin marjinal etkinliği) Öte yandan, faize yatırılan ana para için ödenecek faiz, eğer ana para üretime aktarılamamış ise, ekonomide faiz haddi kadar üretim karşılığı olmayan para oluşturacak ve bu da enflasyona neden olarak paranın değerini düşürecektir.
Bir ekonomideki paranın alım gücü, paranın üzerinde yazan değerden bağımsız olarak, o ekonomideki üretmiş mal ve hizmetlerin değeri kadardır. Üretim artmadan (büyüme) ekonomideki para miktarının artması (emisyon), paranın değerini (başka bir ifade ile alım gücünü) düşürecektir. Bir para otoritesinin faiz olarak vermeyi taahhüt ettiği miktarın, eğer söz konusu para üretime dönüştürülüp faizi de karşılayacak kadar üretim yaratılmazsa, ekonomide karşılığı yoktur. Faize yatırılan para, ya para otoritesi tarafından veya başka bir yatırımcı tarafından kiralanarak üretime dönüştürülmelidir.
Bu süreci iki kişinin olduğu bir piyasa üzerinden şu basit örnek ile açıklamak mümkündür: Bir ekonomide 100 tane misket vardır, A kişisinin de 100 TL'si vardır. Dolayısıyla bir misket 1 TL'dir. B kişisi bir ekonomideki para otoritesidir ve A kişisinin kendisine 100 TL vermesi durumunda bir sene sonra 200 lira vermeyi taahhüt etmektedir. A kişisi parasını B kişisine vermekte ve sene sonunda 200 TL almaktadır. Ancak ekonomide üretim olmamış ve hala 100 misket vardır. Piyasadaki para ise 200 TL'dir. Bu durumda piyasadaki paranın alabileceği en çok 100 misket olduğundan (200 / 100 = 2) misketlerin tanesi 2 TL olacak, başka bir ifade ile paranın üzerinde yazan değer 200 lira olacak ve A kişisi parasının arttığını sanacak ancak paranın alım gücü düşecek ve aslında alım gücü geçen senenin 100 lirasına eşit olacaktır. (Bakınız: Para yanılgısı, Likidite tuzağı)
Enflasyon da paranın alım gücünü düşürerek kaynaklara ulaşmayı güçleştirmektedir.
Kıtlık ile mücadele
Kıtlıkla mücadele etmek amacıyla Birleşmiş Milletler'a bağlı olarak kurulan Gıda ve Tarım Örgütü (Food and Agriculture Organisation, FAO) günümüzde çalışmalarını sürdürmektedir.
Kıtlığa yapılan eleştiriler
Kıtlığın tanımlanmasında insan ihtiyaçlarının "sonsuz" olduğundan dem vurulmasına basit yaşam hareketini benimseyenler "Eğer söylendiği gibi insan ihtiyaçları sonsuz olsaydı, üretimin hiç durmaksızın artarak devam etmesi gerekirdi." diyerek karşı çıkmaktadırlar. Buna göre, insan ihtiyaçları sonsuz değildir; barınma, sağlık, eğitim gibi temel ihtiyaçlardır. Bunun ötesine geçen "servet biriktirme" ve "aşırı tüketim" gibi ihtiyaç ve istekler insan doğasından çok sistemden ve kültürden kaynaklıdır ve "lüks"tür. Örneğin bir insan, hayatını sürdürmesi için hiç de zorunlu olmayan bir ürüne reklamlardan veya sosyal çevresinden etkilenerek ihtiyaç duyabilir.
Kaynakça