Film renklendirme, özgün olarak siyah beyaz ya da monokrom (örneğin sepya tonunda) çekilmiş sinema filmlerinin sonradan yapay olarak renklendirilmesi işlemine verilen addır. Bu işlem sinemanın ilk yıllarından beri kimyasal yöntemler kullanılarak yapılıyordu ancak video teknolojisinin ortaya çıkması ve bilgisayar yardımıyla sayısal görüntü işleme yöntemlerinin geliştirilmesiyle birlikte daha da kolaylaşmış ve yaygınlaşmıştır.[1]
Filmlerde renklendirme işlemleri çeşitli amaçlarla yapılmıştır. Bazen filmin bir bölümü veya tamamı özel efektler elde edilmesi maksadıyla renklendirilirken bazen de bu işlem zamanla bozunuma uğramış renkli filmlerin restorasyonu amacıyla yapılmıştır. En çok da siyah beyaz bir filmi renkli olarak seyretmek isteyen bir kitlenin talebi üzerine bu yönteme başvurulmuştur. Özellikle 1980'li yıllarda tüm dünyada hızla yaygınlaşan renkli televizyon yayınları ve video bu talebi oluşturmuştu. Ancak bu son durum, renklendirme işleminin filmlerin özgün hallerini yozlaştırıldığını ileri süren filmin yaratıcıları, sanatseverler ve filmin hayranlarının protestolarına yol açmıştır.
1995'ten sonra azalan taleple birlikte eski siyah beyaz filmlerin renklendirilmesi işlemi gündemden düşmüştür.
Sinema filmlerinin renkli versiyonları
ABD'de renkli televizyon yayınları 1950'lerin başında, İngiltere'de ise 1960'ların sonunda başlamıştı[2] ama bu yayınların geniş kitlelere ulaşması 1970'li ve 1980'li yıllarda oldu. Sayıları artan kanallar birçok yeni programın yanı sıra eski filmleri de yayına soktular. Televizyon seyircisinin, çoğu siyah beyaz çekilmiş bu eski sinema filmlerini sadece renkleri için satın aldıkları pahalı cihazlarda özgün şekilleriyle görmek istemeyeceklerini düşünen yayıncılar yeni bir talep yarattılar. Wilson Markle'ın 1980'lerin başında kurduğu Colorization, Inc. şirketi bu yöntemin öncüsü oldu.[3] Ted Turner'ın sahibi olduğu Turner Entertainment ise bu işlemi en agresif bir biçimde sürdüren şirket oldu, hatta bir ara Yurttaş Kane filmini bile renklendirmeye kalkınca büyük bir infial oldu ve Orson Welles'in kişisel çabalarıyla bu gerçekleşemedi.[4]
Teknik
Yöntem temelde şöyleydi; Özgün hali siyah beyaz olan filmin temiz bir kopyası alınıyor ve yüksek kaliteli bir video kopyası çıkartılıyordu. Daha sonra film farklı sahnelerine göre bölümlere ayrılıyor ve teknisyenler bir bilgisayar yardımıyla filmin her sahnesinin gri renk düzeyini saptıyorlardı. Sahnelerde yer alan nesnelerin hangi renklerde olabileceği ya tahminle (çayırlar, gökyüzü, kiremitler) ya da stüdyo ve tanıtım fotoğraflarından (oyuncuların giysilerinin rengi veya mobilyaların rengi vb) saptanıyordu. Sonra bilgisayar gri seviyelerini muhafaza ederek bu rekleri videoya ekliyordu.
Renklendirme işlemi hem zaman alıcı hem de pahalı bir işlemdi. Popular Mechanics dergisinin 1987'de yazdığına göre böyle renklendirilmiş bir filmin 1 dakikası 3.000 dolara maloluyordu. Variety dergisi de 1988'de eski bir siyah beyaz filmin renklendirilmesinin yaklaşık 300.000 dolara malolduğunu yazmıştı. Haliyle renklendirilmiş film ya televizyona satılıyor ya da video kaset şeklinde piyasaya veriliyordu, tekrar filme basılıp projeksiyona verlmesi o tarihte teknik olarak rantabl değildi, zaten kalite olarak da buna uygun değildi.[3]
Tekniğin uygulandığı ilk yıllarda elde edilen sonuçlar pek tatminkâr değildi. Görüntülerin kontrastları oldukça düşük, renkler ise donuk, silik ve solgun gözüküyordu. Genel olarak filmin elle boyanmış hissi veren ve basit bir havası oluyordu. İlerleyen yıllarda bilgisayar teknolojisinde elde edilen gelişmeler ve yazılımların gelişmiş algoritmaları sayesinde kalite biraz daha arttı. Hatta bazı filmlerde son derece gerçeğe yakın renkler elde edildiği de oldu.
Tepkiler
Genelde filmin gerçek yaratıcıları (yönetmen, senarist vb) aynı zamanda filmin sahibi olmuyorlardı. Filmin telif hakkını elinde bulunduran stüdyo, yapımcı veya onların vârisleri renklendirme işleminden yanaydılar. Böylelikle filmin eskiyen telif haklarını yenileme olanağı buluyorlar, aynı zamanda yaratılan yeni taleple birlikte filmden yeniden kâr etmeye başlıyorlardı. Aralarında John Huston, Frank Capra, Orson Welles, James Stewart ve Woody Allen gibi figürlerin olduğu yaratıcılarla, Roger Ebert ve Eric Mink gibi eleştirmenlerin olduğu cephe ise "kültürel vandalizm" olarak nitelendirdikleri renklendirmeye şiddetle karşı çıkıyordu.
Renklendirmeye karşı çıkanların bir başka savı da renkli kopyaların, orijinal kopyaları tamamen piyasadan uzaklaştırıp ortadan kaldıracağı şeklindeydi. Böylece yeni kuşak örneğin bir Casablanca (1942) filminin aslında siyah beyaz çekilmiş olduğunu hiç bilmeyecek, Rüzgâr Gibi Geçti (1939) filminin de sonradan renklendirilmiş olduğunu zannedebilecekti.
Renklendirmeyi savunanlar ise renklendirmenin orijinal siyah beyaz kopyaya bir zarar vermediğini, hatta bahaneyle bu kopyanın da bir restorasyon geçerek yenilendiğini ileri sürüyor ve suni renklendirmenin filmler televizyonlarda gösterilirken yapılan diğer müdahalelerden bir farkı olmadığını söylüyorlardı. Onlara göre bu müdahalelerin yani filmlerin sık sık reklamlarla kesilmesi, sinemaskop filmlerin sağından ve solundan kırpılması ve kaydırma uygulanması (panning), süresinin kısaltılması, televizyon için yeniden kurgulanması, kırpılması hatta renkli bir filmin siyah beyaz televizyon setinden izlenmesinin kendi yaptıkları renklendirme işlemlerinden hiçbir farkı yoktu. Hatta onlara göre filmin renklendirilmiş halinden rahatsız olan bir seyirci alıcısının renk ayarını kapatarak filmi yine orijinal haliyle, siyah beyaz seyredebilirdi. Hem zaten renklendirme yaparken orijinal kopyaya hiçbir zarar verilmemiş oluyordu, bütün yapılanlar video bandı üzerinde gerçekleşiyordu ve renklendirilmiş film sinemada değil sadece TV setinde seyredilebiliyordu.
Renklendirilmiş siyah beyaz filmlerin listesi
Aşağıda özgün olarak siyah beyaz çekilip sonradan renklendirilme işlemine tabi tutulan filmlerin bir listesi alfabetik sırayla yer almaktadır:
Kaynakça
Dış bağlantılar